Güncelleme Tarihi:
Eley’in koleksiyonundaki her tabloda naylona sarılmış çıplak bir insan resmediliyor. 1978 doğumlu ressam her kat yerine, her yansımaya, naylonla etin arasındaki renk ve ton farklılıklarına aşırı özen göstererek fotoğraftan daha gerçekçi tablolar oluşturuyor.
Elbette Eley’in bu tabloları yapması saatlerini hatta günlerini alıyor. Genç sanatçı tek bir tablo için beş hafta boyunca haftada 90 saat çalıştığını ifade ediyor.
Eley, İngiltere’nin başkenti Londra’da doğmuş ancak üç yaşından itibaren Avustralya’da yaşamış. Londra ve New York’ta açtığı sergilerle sanat dünyasında büyük beğeni toplayan Eley, memleketinde çok önemli bir ödül olan Doug Moran Ulusal Portre Yarışması’nda ikincilik ve mansiyon ödülleri almış.
İşe reklam illüstrasyonlarıyla başlayıp portre ressamlığına geçiş yapan Eley’in tablolarında vurguladığı en önemli temalardan biri yalnız bırakılma.
Eley, “Bu resimleri yapmadan önce ne anlatmak istediğimi sorguluyordum. Kendi kendime verdiğim yanıtlardan biri yalnız bırakılma oldu. Ben ikisi de yabancı ülkelerden gelen bir anne ile babanın çocuğuyum. Annem Çinli. Londra’ya taşındıktan sonra arkadaşları ve ailesinden kopmuş. Babam ise Adelaidelı” diyor.
Modern toplumda yalnız bırakılmanın o zamanlardakinden çok farklı olduğunu da vurgulayan Eley, “O kadar bağlıyız ki birbirimize bağlanmak istemiyoruz. Modern toplumda yalnız bırakılma denen şey aslında büyük bir keyifle benimsediğimiz teknoloji” diye konuşuyor.
Herkesin Facebook’ta olduğunu ve birbirinin ne yaptığını sürekli olarak takip ettiğini hatırlatan Eley, “O yüzden birbirimize ‘Nasılsın’ diye bile sormuyoruz” ifadelerini kullanıyor.
Eley’e göre selofan da bu durumu anlatmak için çok uygun bir metafor: “İçinde ne olduğunu görebiliyorsunuz ama dokunamıyorsunuz. Nitelik niceliğe üstün geliyor. Bir gülümsemenin yerini ‘beğen’ tuşu alıyor ve arkadaş sayısının artması o arkadaşlarla kurulan iletişimlerden daha önemli oluyor.”