Bir dadının günlüğü

Güncelleme Tarihi:

Bir dadının günlüğü
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 10, 2003 22:12

Dadılık yaptığım bütün bebeklerin aile hayatlarını da dahil ettiğim günlükler tutuyorum: Seni kim ziyarete geldi? Baban sen yıkanırken ne yaptı? O seni ne zaman yıkadı? Annen ve baban sabahları saat kaçta seni yatağa alıp okşardı?

Sen nasıl bir bebektin? Konuşmaya başladığında ilk ne söyledin? Tatilde nerelere gittin? Sen neye gülerdin? İki yaşına kadar yaşadığı her şey var o günlüklerde. İlk Doruk'a yazdım, sonra sırasıyla Eren, Emir, Ceylin, Derya, Beril ve Efe'ye. Şimdi de Maya'ya yazıyorum. Ayrılırken valizimi alıyorum, günlüğü bırakıp kapıyı çekiyorum. Yeni bir bebeğe, yeni bir aileye ve günlüğe doğru yola çıkıyorum...

Mary Poppins'e benziyor Gülşen Işık. Çok çok farklı bir dadı. Valiziyle yaşıyor. Pardon bir de günlüğü var! 0-1 yaş arası çocuklara dadılık yapıyor. Ama 2 sene de kaldığı oluyor. Daha fazlasını yüreği kaldırmıyor, çok ama çok bağlanıyor. 2 sene sonra? O aile içinde yaşanan her şeyi saat saat not ettiği günlüğü bırakıyor, kapıyı çekip gidiyor. Valizi elinde, yeni bir aileye, bebeğe doğru yelken açıyor. Hiç çocuk doğurmamış ama gerçek bir anne o. 20 çocuğu olmuş bugüne kadar, her birinin fotoğraflarını gösteriyor, her birini sevgiyle anıyor. Abdullah-Selay Oğuz çiftinin kızı Maya'nın dadısı şu anda. Anneler Günü’nü kutluyoruz. Daha nice mutlu çocuklar yetiştirmesini diliyoruz.

Ne zaman ve nasıl dadı olmaya karar verdiniz?

- Ben dadı olmak için yola çıkmadım ki. Böyle bir mesleğin varlığından bile haberdar değildim. Ardahan'ın Çıldır ilçesinde dünyaya geldim. 80 hanelik olağanüstü güzel bir köyde...

Neydi bu köyün adı?

- Sabaholdu.

İsmi de pek güzelmiş!

- Köyümüzün hem ismi hem de insanları güzeldi. Hepimiz mutluyduk. Çocukken mutlu olma meselesi, fevkalade önemli. Mutsuz bir çocukluk geçirmiş bir dadıdan hayır gelmez insana!

Nasıl bir aile ortamıydı sizinki?

- Kalabalık bir çiftçi ailesi. Dört amca, bir de babam, etti mi beş. Babaanne, halalar, yengeler hep bir arada. Kocaman bir evimiz vardı. Neşe, hareket ve bereket hiç eksik olmazdı. Ardahan'da okula başladım. Sömestrlerde köye dönmek bir şölendi. Velilerden biri geliyor, bizi kızaklara yerleştiriyor, ayaklarımıza battaniyeler örtüyor, çan sesleri eşliğinde evimize dönüyoruz. Kendimizi Moskova meydanlarında zannediyoruz! Öyle bir yolculuk, öyle bir çocukluk, öyle bir mutluluk...

Öykünün devamı hüzünlü gelecek sanki, öyle hissediyorum...

- Doğru. Annemi kaybettim. Yörük kızı bir annem vardı. Uzun boylu. Yeşil gözlü. Bir bakarsın, bir daha gözünü alamazsın! Onu kaybetmek dünyamı kararttı, mecburen okulu bıraktım, iki küçük kardeşim vardı, onlara bakmaya başladım. Zaten annemin ölümünden sonra da o mutlu aileden eser kalmadı. Yorganını düren İstanbul'a kaçtı...

Babanız da mı?

- Evet. O da modaya uydu: ‘‘Toparlanın İstanbul'a gidiyoruz!’’ Bir de ilerleyen yıllarda ‘‘Ben evleneceğim’’ demesin mi? 4 çocuklu bir hanımla evlenmeye karar verdi. Yeşilköy'de iki odalı bir evde oturuyoruz, ‘‘Biz 4, onlar 5. Hepimiz nasıl sığarız bu eve?’’ diyorum, ‘‘Biz kararımızı verdik’’ diyor. Evlendi.

Siz kaç yaşındasınız bu arada?

- 18. Çalışmak istiyorum. Ama ne iş yapabileceğimi bilmiyorum. Yeşilköy'de Ermeni tanıdıklarımız vardı. Çok saygıdeğer insanlar. İşte onlardan biri, Mama diyorum ben ona, dedi ki: ‘‘Evladım, bir buçuk yaşında bir torunumuz var. Sen aklı başında bir kızsın. Onunla ilgilenir misin?’’ ‘‘Tamam’’ dedim. O Ermeni ailenin kapısı açıldı, ben valizimle içeri girdim. Meğer, hayatımın dönüm noktasıymış da ben farkında değilmişim! O evde tıpkı Sabaholdu köyündeki mutlu evimizin atmosferiyle karşılaştım. O insan ilişkileri, o ailenin birbirine duyduğu sevgi... Ve dünya güzeli Caroline. O benim ilk kızımdı...

Kaç yıl baktınız Caroline'e?

- 5 yıl. Sonra Kanada'ya yerleşmeye karar verdiler. Ailem göçüyor, benim içim parçalanıyor! Valizim elimde, üzgün bir halde Mama'ya gittim, ‘‘Dünyanın sonu değil. Oğlum Kanada'ya gitti ama kızım Maçka'da. Onların çocuklarına bakarsın’’ dedi. Mama çok görmüş geçirmiş biriydi, yıllar içinde beni bir güzel eğitti: ‘‘Bebeğe hiçbir zaman yalan konuşmayacaksın. Başını hiç boş bırakmayacaksın. Hiçbir şekilde eline para vermeyeceksin, çikolata istiyorsa al dolaba koy, çıkar ver, yeter ki eline para verme. Çocuklar odada oynuyorsa, kapıyı kapatma gözün onlarda olsun, onlar seni görmüyor zannetsin ama sen onları mutlaka izle. Çocukların üstü başı hep temiz olmalı, sokağa çıktığında saçları kesinlikle taranmış olmalı.’’ Sonra çok güzel yemekler pişirirdi, bana da öğretti. Ne var ki...

Yine mi hüzünlü bir şey geliyor!

- Evet. Mama'nın kızı da Kanada'ya göç etti! Elimde valizim yine ona gittim. ‘‘Ablamın torununa bakarsın, üzülme Gülşen’’ dedi. Bu sefer Melis adında güzel bir kızım oldu...

Peki Melis'ten sonra?

- Yine Mama'ya gittim: ‘‘Bu sefer ne yapıyoruz?’’ ‘‘Kızımın eltisine git’’ dedi. Dört buçuk sene de oradaydım. Ve ben 30 yaşına geldim...

Mama hálá hayatta mı?

- Tabii, tabii. Bugün 72 yaşında. Hálá en yakın dostum. Ama gün geldi şunu farkettim, her başım sıkıştığında Mama'ya gidemezdim, ona artık kendi kanatlarımla uçmak istediğimi söyledim. O günden bugüne, pek çok bebeğim oldu: Sinan, Mert, Doruk, Eren, Emir, Ceylin, Derya, Beril, Efe... Tam 20 tane! Şimdi de dünya şekeri bir kızım var: Maya. Artık sadece 0-1 yaş arası bebeklere dadılık yapıyorum...

Neden?

- Çünkü çok bağlanmak istemiyorum. Ayrılırken ciğerlerim sökülüyor gibi oluyor, psikolojim bozuluyor. Maksimum 2 yıl. Sonra Gülşen elinde valizi gidiyor! Zaten 2 yaşından sonra çocukların yabancı dil öğrenebilecekleri, el becerilerini geliştirecekleri dönemler başlıyor. O zaman da ben onlara yetemiyorum...

Anneler söyleyemez ben söylerim: Bebeğin yüzüne dokunmayın, şapur şupur öpmeyin!

Bir anne, evine misafirliğe gelen birine ‘‘Ellerinizi yıkamadan, çocuğun yüzüne dokunmayın!’’ diyemiyor. Ben çekinmem. Lütfen her gördüğünüz bebeğin yüzünü okşamayın, şapur şupur öpmeyin derim. Misafirler bazen ayakkabılarla bebeğin odasına giriyorlar. Anne ayıp olur diye yine bir şey söyleyemiyor. Ben dadıyım ya, kötü olmamda bir sakınca yok! Ters ters ‘‘Ama böyle de olmaz ki hanımefendi’’ diyorum. Sigara içmek gibi bir özgürlüğe de sahip değiller. Kibarca içmemelerini tavsiye ediyorum ya da balkonu gösteriyorum. Babamız bile puro içecekse, bütün kapılar kapanıyor, pencereler sonuna kadar açılıyor. Bebek evinde bunlara özen göstermek gerekiyor.

Bana anne annelerine mama diyorlar

Başkalarının çocuklarına bakmanın nesini seviyorsunuz
?

- Onları başkalarının çocukları gibi görmüyorum ki...

İyi de kendi çocuğunuza bakmayı tercih etmez miydiniz?

- Ama olmadı işte. Hiç evlenmedim. Yanlış erkekle yanlış bir evlilik yapmaktan korktum. Belki de doğrusu geldi de... Ben göremedim.

Bu iş nankör bir iş değil mi? Siz temeli atıyorsunuz. Sonra gidiyorsunuz...

- En zoru bu işte. Çok özlüyorum. Aralarında ‘‘Bir zamanlar benim bir dadım vardı’’ diyen, sizi hatırlayan oluyor mu?

- Olmaz mı? Büyüklerle bire bir görüşüyoruz. Ama küçük yaşta bıraktıklarım maalesef hatırlamıyor. Allahtan günlükler var.

Sizce onların kişiliğinde nasıl bir katkınız oluyor?

- Benim çok mutlu bir çocukluğum oldu. Bu çok önemli. Benim ayaklarım yere sağlam basıyor. Evli olmasam da, çocuklarım olmasa da, ben varım. Ben biriyim. Yalnızım ama sağlamım. İşte dadılık yaptığım çocuklara bu duyguyu aşılamaya çalışıyorum. Onların ileride sağlam ve sevgi dolu çocuklar olmaları için uğraşıyorum. Anneler gelinceye kadar evde anne benim.

Peki aralarında sizi gerçek anneleri zannedenler...

- Oluyor. Bazıları bana ‘‘Anne’’ , gerçek annelerine ise ‘‘Mama’’ diyor.

Peki bir annenin olamayacağı kadar ‘‘despot’’ olduğunuz zamanlar var mı?

- Despotluk demeyelim de, disiplin diyelim. Benim 20 tane çocuğum oldu. Bir annenin bilemedin 3 ya da 4. Ben haliyle daha bilinçliyim, dadılık benim mesleğim. Çocukları üzmüyorum, onlara istediği şeyleri veriyorum ama zaman zaman vermemenin yollarını da arıyorum. Şımartmak da iyi bir şey değil.

Hayattaki en büyük pişmanlığınız hiç anne olmamanız mı?

- Hayır.

Nedir peki?

- Pişman olacak hiçbir şey yapmadım... Belki de bu! Kendime ait bir çocuğum olsa iyi olurdu diyorum ama sonra da şöyle düşünüyorum: Kimin çocuğu kendi çocuğu olarak kalıyor ki? Dadılık yaptığım çocuklar, evet, benim elimden gidiyor, ama kadere bakın ki, gün geliyor, büyüyorlar ve annelerinin elinden de gidiyorlar... Eşit şartlardayız yani!

Kendi çocuğunuz olsa, onu bir dadının ellerine bırakır mıydınız?

- O dadıyı çok çok iyi seçer, öyle bırakırdım. Ama domates alır gibi birini seçip, ona çocuğumu emanet etmek mi? Asla!

Bir dadı da, bir tür anne midir?

- Bir tür değil, annedir! Ben öyle hissediyorum. Her yeni bir iş alışımda heyecanlanıyorum; yabancı bir ev, yabancı bir aile, yabancı bir bebek... Kendimi önce müthiş savunmasız hissediyorum. Sonra, onlar benim ailem oluyor. Ve elimi çabuk tutmam gerekiyor, iki yıl dolmadan o evi terk etmem icap ediyor. Yoksa yapamam. Elimde valiz, başka bir aileye giderken, o bebeği sağlıklı teslim ettiğim için de Allah'a şükrediyorum. Bin kere. Büyüttüm ve verdim, müthiş bir şey.

Çalışan pek çok anne dadı arıyor ve bulamıyor. Onlara ne önerirsiniz?

- Bilinçli olmalarını. Danışmanlıklar, bazen iş olsun diye bir takım insanları öneriyor. Tecrübesiz, bilgisiz. Gaflete düşmesinler.

Bir annenin bebeğini kendi annesine teslim etmesi sizce daha mı iyi?

- Yok. Nine, neticede ninedir. Onlar da hayır diyemiyor. İyi olacak zannediyor, yedirdikçe yediriyor. Ya da 30, 40 sene evvel öğrendikleri şeyleri çocuklara uyguluyor: ‘‘Sırtına, başının altına yastık koy!’’

Her gün saat saat günlük tutmak ve olan biteni yazmak sizi yormuyor mu?

- Aksine hoşuma gidiyor. Bir de çocuklara güzel bir armağan olduğunu düşünüyorum. Evden giderken sahne hep aynı: Valizimi alıyorum günlüğü bırakıyorum ve gidiyorum. Ben nasıl onları kalbimde yaşatıyorsam, onlar da ileride bu günlüklere bakarak beni hatırlasınlar istiyorum... Bir de şöyle bir şey yapıyorum. Çocukların ilk dini bayramında ya da yılbaşlarında ailelerden çocuklara harçlık istiyorum, onları alıp, çocukların adına bankada hesap açtırıyorum. 18 yaşına geldiği zaman ‘‘Bu, dadımın bana açtırdığı hesap!’’ diyecek.

Anneler Günü’nde kutlanmayı bekliyor musunuz? Ne de olsa 20 çocuğunuz var...

- Öyle ama bir beklentim yok. Olursa hayal kırıklığı yaşayabilirim. Bu vesileyle bütün annelerin Anneler Günü'nü kutlarım. İyi ki anne olmuşlar. İyi ki doğurmuşlar. Onların sayesinde biz de anneliği biraz olsun tatmış oluyoruz....
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!