Oluşturulma Tarihi: Aralık 02, 2002 00:00
ANI Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil bu anılacak şey değil Apansız geliyor aklıma Neredeyse gün doğacaktı Herkes gibi kalkacaktınız Belki daha uykunuz da vardı Geceniz geliyor aklıma Sevdiğim çiçek adları gibi Sevdiğim sokak adları gibi Bütün sevdiklerimin adları gibi Adınız geliyor aklıma Rahat döşeklerin utanması bundan Öpüşürken bu dalgınlık bundan Tel örgünün deliğinde buluşan Parmaklarınız geliyor aklıma Nice aşklar arkadaşlıklar gördüm Kahramanlıklar okudum tarihte Çağımıza yakışan vakur, sade Davranışınız geliyor aklıma Bir çift güvercin havalansa Yanık yanık koksa karanfil Değil unutulur şey değil Çaresiz geliyor aklıma.   * Melih Cevdet bu şiiri 19 Haziran 1953'te Amerika'da idam edilen Julius ve Ethel ROSENBERG için yazdı. Rosenberglerin suçu atom bombasının sırlarını S.S.C.B 'ye vermekti.BİR İLKBAHAR ŞİİRİNE BAŞLANGIÇHava ne kadar güzel öğretmenimYollar ağaçlar kuşlar ne kadar güzelYeryüzü pırıl pırıl öğretmenimGizlisi saklısı kalmamış dünyanınNesi var nesi yoksa dökmüş ortayaBütün bitkiler, bütün hayvanlar, bütün taşlarSürüngenler, konglomeralar, serhaslarHepsi hepsi ortada öğretmenim.Ne olur biz de gidelimBurda kalsın kitaplarBurda kalsın iğneli karafatmalarKollarından bacaklarından gerilmiş kurbağalarBurda kalsın hepsiBomboş kalsın hepsiBomboş kalsın evler okullarHapishaneler, hastaneler...Öğretmenim, sevgili öğretmenimSırtımıza alırız hastalarıKim bilir ne özlemişlerdir kırları...Ya mahpuslar.Ne sevinirler kimbilirSarılıp sarılıp öperler adamı.DEFNE ORMANI Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri için felsefe yapıyorlardı, çünkü Ekmeklerini köleler veriyordu onlara; Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini Köle sahipleri veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara; Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini Felsefe veriyordu onlara. Ve yıkıldı gitti Likya. Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi. Ekmeğin sahipsiz felsefesini Felsefenin sahipsiz ekmeği. Ve yıkıldı gitti Likya. Hala yeşil bir defne ormanı altında. RAHATI KAÇAN AĞAÇ Tanıdığım bir ağaç var Etlik bağlarına yakın Saadetin adını bile duymamış Tanrının işine bakın. Geceyi gündüzü biliyor Dört mevsimi, rüzgarı, karı Ay ışığına bayılıyor Ama kötülemiyor karanlığı. Ona bir kitap vereceğim Rahatını kaçırmak için Bir öğrenegörsün aşkı Ağacı o vakit seyredin. TEK BAŞINA Ölürken çocuklarımı unuttum Küçük deniz kirpileriyle sabah Denedim bütün sabahları. Sana sürgünümün şarabını bıraktım al Mumlarını güzelliğin ve hiçliğin Bir de kaygumun soluk ellerini. Denedim bütün ölümleri Ama görmedim büyülü ağaç Ezilmiş sevdaların giysileri. Sana ayrılığın yayını bıraktım al Bir de adını bilmediğim gökyüzünü Lamalar gibi koşar bozkırda. Oysa ölümsüzlük şuracıkta, kar Güneşi gibi doldurmuş odayı, basit, Anlamsız ve tek başına. Ayaklarım hayvan, üstüm başım bitki Denedim bütün vakitleri al Başka türlü geçmeyen bir vakitti.TEKNENİN ÖLÜMÜ Kara yakındı önce, hem çok yakın, Elimi uzatsam tutardı. Yıldızsız teknemdi inip çıkan gece, Kurumuş gece, kum, kömür, arduvaz... Kara yakındı önce, hem çok yakın, Denizleyin inip çıkan önümde Bir tanrının atardamarı. Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Günlerce yekesiz yelkensiz Ne de çok kuş takılmıştı ardımıza, Ne çok harman gördüm köpükten beyaz... Açtım, yorgundum ama uykum yoktu. Güneşler hala sağımda solumda, Sürer gibiydi açık deniz. Deniz en ince hayvanı belleğin Nerden kalktım, o rıhtım, o çan... Bilmiyorum o gök kıyı nereye gitti! Bir masal şebboyu çarmıhtaki yaz. Deniz en ince hayvanı belleğin bir kuşluk vakti tanrının sevdiği Görünür zaman yaratan. Canlı mıydım? O uğursuz kıyıda Öldüğüm gün de bilemedim. Hep o sallantı, o devinim, o avcıl Bayrak, bir aş tenceresi, bir az Küfür, karı kız öyküleri, sonra Dipteki ölülerin fısıl fısıl Konuşmalarını dinledim. Doğdum mu? Nasıl? Belki bir tezlik Yeli kımıldadı, kan gibi. Ağaç ve kızak, demir, yağ, halat, katran, Boya kutuları, sünger, tel ve gaz... Derken gün kokulu yüreğimdi ilk Yapının boş gömütünde dikili Sabırsız kaburgama çarpan. Ruh, şarabı gördü üzümden önce Süt, kan olmak için devinir Tohum bildi herkesten önce ekmeği Gün, denizi salıvermeden batmaz. Ruh, şarabı gördü üzümden önce Ağaç ne diye kalktı çiçeklendi, Denize inmesi nedendir? Ah yalnızlığın gömük kapıları, Aysız ayışığı gibiydim, Geceleyin gece, gündüzleyin gün Gibi suyun altınavuran yalaz. Ah yalnızlığın gömük kapıları Bir yağmuru dinlercesine bütün Anları iç içe bilirim. Bir tekne her zaman düşüncelidir. Bizimle demirledi gece. Karaya çıktı tayfalarım uykulu. Pruvamda çok acayip bir yıldız Konmak istercesine gider gelir, Suları budanmış bir yolculuğu Sürdürmek isterdi kendince. Kara yakındı önce, ödağacı Kokusu sarmıştı geceyi. Ve bir kuş bağırdı çağırdı tepemde, Fosforlu sesi kabarık ve ıssız. Lale rengindeydi şimşeğin dalı, Ve güneydoğunun yangını pembe Nakışlı bir çanak gibiydi. Unutmak istemiyorum bunları, Göğün damarlarını gördüm, Fırtına kırının yaban keçisini, Koşar küpeşteme saçsız sakalsız... Ağaç gibi yırtılan karanlığı, Koca kulaklı lodosu, o fili, Ah
yay biçimdeydi ölüm. Yalnızlıktır denizin tek yasası, AÅŸkın altın yasasıdır o. Bir gün kum uaynır, ay gıcırdarsa Çalınırsa bir gün gömük kapımız Kalamazsın sabaha inen suda, Kalk kürek, yola düşmenin sırası AÅŸkın altın yasasıdır o. Kükürt rengindeki aÄŸzı gecenin Ãœfürdü huysuz karanlıkta Sintineme düşçül bir ateÅŸböceÄŸi Kömürdüm, tahtaydım, kurumuÅŸ anız, O böcek oldu yangımı teknemin, anladım kuÅŸun, yıldızın gizini, BaÅŸladım usuldan yanmaya. Söndüremezdi kimse bu ateÅŸi, Kıyıdan kesilmiÅŸ sularda, Kara hem yakındı ÅŸimdi, hem çok uzak Bir yanyanaydım onunla, bir yalnız. Devirdim bütün yüklediklerimi Ve demiri uykuda bırakarak Bindirdim eskil kayalara. Parçalanıyordum kimse bilmeden, AteÅŸtim cevizin içinde, Ve bir gece içinde bilmeden öldüm. Ey gece, nereden yol bulacağız, ey yaralı göğsüme düşen yelken, Ya sen kürek, solmuÅŸ rüzgar gülüm, Ya sen ne diyeceksin, söyle! Deniz durdu, mumyası yıldızların Erir gün görmüş kayalıkta, Ve yürüdü sabah, denizin ineÄŸi. Ölünce ne yapsak sabah oluruz... Ah kara yakındı ve darmadağın KuÅŸları durmuÅŸ zaman kadar eski, TaÅŸları hüzün olan kara. KopmuÅŸ uykunun iskeletiyim ben, Artık yelin göğsü olamam. Gördün mü ölümün gözündeki mor rengi, Söyle, ölüp dirilen Tanrı, Temmuz, Ay yapraklarının indiÄŸi bu dam, Eski düşleri taşır mı yeniden, Koca karınlı kuÅŸlar gibi. Bir yanda parçalanmış teknem durur, Sert tütünüyle gün bir yanda. Kara yakındı önce, hem çok yakındı, Elimi uzatsam tutardı ama Yalnızlıktır denizin tek yasası, Bütün ölüler unutulur, YaÅŸayanlar kalır tek baÅŸlarına. AkÅŸamleyin kaptan, birkaç gemici Gelip dizildiler kıyıya. Tutunacak bir tekne arar gibiydi Ayağı kayan meltem ve cigara İçerek konuÅŸtular gizli gizli, Bense dalgın bakıyordum, boÅŸuna Koparılmış süsendim sanki. Çalıştılar bir hafta, AÄŸustosun Altısında bütün iÅŸ bitti. Kesik baÅŸ çapa, iplerim, küreklerim Kumsalda ÅŸaÅŸkın bir yığındır ÅŸimdi. Tüter el ayak, tüter ıslak odun, Denizin uzaklardan getirdiÄŸi Yabancı, anlamsız bir ÅŸeyim. Â
button