Güncelleme Tarihi:
Nasıl futbol yalnızca futbol değilse, müzik de yalnızca müzik değil. Acılarımız, sevinçlerimiz, müjdelerimiz, kaybettiklerimiz… Hepsi orada… Her nerede kilitli olurlarsa olsunlar, anılarımızın maymuncuğu o şarkılar.
Bu akşam 22.15’te NTV’de başlayacak ‘Söz ve Müzik’ belgeselinin Ajda Pekkan’ı anlatan ilk bölümünü seyrederken, duyduğum her şarkıda kendimi başka bir yerde hatırladım. Ajda “Kapı açık, arkanı dön ve çık” derken geçmiş bir hikâye burun direğimi sızlattı; “Hayırdır
inşallah seni görmek, rüyada hasret gidermek” ortaokul yıllarımda walkman’den yükselen sesti. “Eğlen güzelim, gününü gün et”le dans ederken çoktan gece çıkma iznimi almıştım.
Kişisel bir tarih değil yalnızca sözlerle müziklerin arasından sızan; memleketin nereden nereye savrulduğu da var o satır aralarında.
SİSTEM YARATTI
70’lerde ayaklarının üzerinde durduğunu cümle âleme ilan eden kadın, 1980 gelir gelmez bir anda petrole ilanı aşk ediyorsa kabahat onda mı?
“Yeniden başlasın/ Burada kalmasın/ Ölüme kadardı hani yeminimiz/ Şükür hayattasın” diye sitem eden kadın gün gelip “Arada sırada aklıma geliyor/ Geldiği gibi de gitmeyi bilmiyor/ Kalbime gömülen emin olma diyor/ Beni öldürüyor kendisi yaşıyor” kafiyesine kapıldıysa dönüp kendimize baksak iyi olmaz mı?
Neyse ki o Ajda. 1979’da “dağılan kalbinin her köşesini toplayan” kadın, 2011’e gelindiğinde üslubunu değiştirse de gücünden bir şey kaybetmedi: “Ben senin yerinde olsam/ Ufak ufak uzarım durmam”.
Ajda Pekkan’ın kariyerini Fecri Ebcioğlu, Fikret Şeneş, Şehrazat, Sezen Aksu ve Tarkan üzerinden izliyoruz. Bu isimleri art arda sıralamak bile sosyolojik bir tespitin kapısını açabilir aslında. O tespiti uzmanına bırakalım; Ajda Pekkan’ın nasıl zamanın ruhuna ayak uydurduğunun analizini yapalım.
Kariyerinin ilk sağlam tuğlasını Fecri Ebcioğlu koyuyor. 1960’larda kadın vokaller gazinoyla caz kulüpleri arasına sıkışmış. Ajda, bundan sonra hep yapacağı gibi kendi yolunu çiziyor: “Ben başladığımda sistem yoktu. Onu yaratmak, bugüne getirmek yürek ister.”
Onda yürek doğuştan var. Yumruğunu masaya vurmayı
öğretense henüz Türkiye’de feminizmin anlamı bile bilinmezken “Kapı açık, arkanı dön ve çık, istenmiyorsun artık” sözlerini yazan Fikret Şeneş oluyor.
Nasıl Ebcioğlu ile sözünü bulduysa, Şeneş ile de ‘ses’ini buluyor Ajda Pekkan. Belgeselde dikkatinizi çekecek; 60’ların Ajdası ile 70’lerin Ajdası, şarkıları çok farklı söylüyor. Eh, yalnızca sesinin değil görüntüsünün de bir hayli değiştiği bir sır değil. “Çocukken bebeklerle oynamayı çok severdim” diye anlatıyor belgeselde, “Belki de şimdi kendimi bebeğim zannediyorum.”
AKIL ALMAZ ÇABA
60’lar ve 70’ler basamak basamak yukarıya tırmandığı yıllar. Sonrasıysa hep zirve. Ve o zirveyi korumak için gösterdiği akıl almaz çaba. 90’lardan itibaren yol arkadaşlarını değiştirip Şehrazat’la, Sezen Aksu’yla, Tarkan’la dönüşüme devam ediyor.
Sezen Aksu nasıl sırt sıvazlayan dostsa, Ajda Pekkan hep hizaya çağıran Alman mürebbiye olarak kaldı. Onun disipline çağıran o sesi, gün geldi teselli eden sesten daha iyi geldi bize. Ne de olsa bazen sarsılmak, pışpışlanmaktan iyidir.
* NTV program ekibinin haziran ayından bu yana hazırladığı ‘Söz ve Müzik’ belgeseli, buluşmalar üzerine kurulu. Ajda Pekkan’ı olduğu gibi; Nükhet Duru’yu, Erol Evgin’i, Zuhal Olcay’ı, Seyyal Taner’i, Gökben’i, Ferdi Özbeğen’i, Sezen Aksu’yu kariyerleri boyunca yolları onlarla kesişenler anlatıyor. Tanıdığımız, hayatımızın unutulmaz anlarına tanık ettiğimiz o seslere sözlerini ve müziklerini verenlere de teşekkür etme fırsatı veriyor.
İleriki bölümlerden tadımlık
Çiğdem Talu ile Melih Kibar’ın ‘içlerindeki fırtına’
‘Bir de Bana Sor’, ‘Etme Eyleme’ 45’liğinin büyük ilgi görmesi üzerine, 1977’de tamamı Melih Kibar-Çiğdem Talu şarkılarından oluşan ilk Erol Evgin 33’lüğü piyasaya sürülür. Talu ve Kibar bir yandan kimselere söyleyemedikleri, gizli bir aşk yaşamaktadırlar. Her şarkıda bu aşkın izleri vardır.
Melih Kibar: “Eğitim için Londra’ya gitmiştim. Müthiş bir fırtına var, tarifi namümkün. O fırtınada nasıl sağ kaldım ben bilmiyorum. Piyanonun kapağını açıp oturdum, piyanoma anlatmam lazım. Bir kayıt cihazı aldım, kasete orada çıkan parçayı çektim. Besteyi Çiğdem’e gönderdim, nasıl bestelediğimden haberi yoktu. Sözler gelip de başlığı görünce duvara tutundum. ‘İçimdeki Fırtına’ydı şarkının adı. Telefon açtım Çiğdem’e, ‘Bu şarkıyı neden yazdım biliyor musun’ dedim, ağladık telefonda. Bu başka bir şeydir. Allah herkese bunu yaşatsın”.
“Sezen geldi, elini masaya koydu, şarkıya başladı”
Atilla Özdemiroğlu:
Bir gün bir telefon geldi, “Ben Sezen, sizinle konuşmak istiyorum.” Geldi ve şarkı söylemeye başladı. Hemen çalışmaya başladık. Çünkü tam da bizim yapmak istediğimiz şeyin üzerine geldi. Kendi öz kültürümüzün üzerinden kitlelere mal olacak müziği nasıl yaratırız diye bakıyorduk.