Seramik ve fayans ustası olan İsmail, karısını işe de götürdü. Bir dakikayı bile ondan ayrı geçirmeye tahammülü yoktu. Şükran, ilk günler kocasının yaptığı işe uzaktan baktı. Bir ay geçmeden işi öğrendi. Günler boyu sırt sırta çalıştılar. Çimentonun üzerine döşediği her fayansın hayat yolunu uzattığından habersiz... Bir mucize oldu. Şükran’ın hastalığı geriledi. Altı ay ömrün kaldı dediler ama o 15 yıldır yaşıyor. Deniz çifti son birkaç yıldır rahat nefes alıyor. Uyarmadı demeyin, az sonra okuyacaklarınızın yanında Oscar ödüllü filmlerin senaryosu solda sıfır kalır.
Yemekten yeni kalkmışlardı. İşini bitirdi. Salonda oturan kocasına ve annesine bol köpüklü birer Türk kahvesi yaptı. İkisi de onun elinden kahve içmeye bayılırdı. Mutfaktan salona doğru yürürken fısır fısır bir şeyler konuştuklarını duydu. Meraklandı. Elinde tepsi, sırtını salonun girişindeki duvara dayadı ve kulak kesildi.
Ondan bahsediyorlardı. Kocası ağlıyor, annesi dizlerini dövüyordu: "Doktor altı ay sonra ölecek dedi, dört ayı geçti. Acaba bu acıyı ne zaman yaşarız?"
Annesinin ağzından çıkan son cümleyle yıkıldı. Tepsi elinden düştü, kahveler döküldü. Bayıldı. Fal bakmak için bol bol koyduğu telvelerin bulaştığı halının üzerine bir çuval gibi yığıldı. İki ay mı? Yalnızca iki ay mı ömrü kalmıştı? Biri dalga mı geçiyordu? 1991 yılıydı, Şükran daha 27 yaşındaydı.
Dört ay önce boğazında nohut büyüklüğünde bir şişlik fark etmişti. Bir ay içinde nohut, fındık halini aldı. Doktora gittiler. Röngen, ultrason, biopsi, pataloji derken kanser olduğunu öğrendi. Doktorlar ona iyi huylu olduğunu söylediler ama çok nadir görülen bir kanser türüne, Malign fibröz Histiositozis’a yakalanmıştı. Kocası İsmail ilk günden beri gerçeği biliyordu. Doktorlar onu bir kenara çekip "Hastana çok iyi bak. Hiç üzme. Yesin, içsin, gezsin, dilediği gibi yaşasın, 6 ay ya yaşar, ya yaşamaz" demişlerdi.
İsmail Deniz yaşadıklarını şöyle anlatıyor: "O günden sonra ben uykuyu kaybettim. Gündüzleri elimden geldiğince belli etmemeye çalışıyorum. Gecelerimi ise sürekli karımı seyrederek geçiriyorum. Bakıyorum, bakıyorum sessiz sessiz ağlıyorum. Ne ona bir şey söyleyebiliyorum ne de başka doktora götürebiliyorum. Çünkü sigortalı değilim. Dört ay sonra ne yapıp ne ettim kendimi sigortalı ettirdim. Sigorta parasını ben ödedim, kendimi bir yerde çalışıyor gösterdim. Aynı günlerde Şükran da öleceğini öğrendi zaten. En sonuncusu Çapa Tıp Fakültesi’nde olmak üzere arka arkaya üç kere ameliyat oldu. Antalya’ya döndüğümüzde dedim ki, daha ne kadar birlikteyiz bilmiyorum. İşe gidince seni çok özlüyorum. Hep yanımda ol istiyorum. Benimle birlikte işe gidip geleceksin."
İNŞAATTA SIRT SIRTA
İsmail, seramik ve fayans ustasıydı. İnşaatlarda çalışıyordu. Çalışmak zorundaydı. Karısıyla birlikte ölmek istiyordu ama bakmak zorunda olduğu üç çocuğu vardı. Diğer işçilerin söyleyecekleri bütün lafları göze aldı ve karısını işe getirip götürmeye başladı. Şükran, ilk günler kocasının yaptığı işe uzaktan baktı. Bir hafta sonra işin ucundan tutmaya başladı. Günler boyu sırt sırta çalıştılar. Bir ay bile geçmeden işi kaptı. Artık 40 yıllık ustadan daha güzel fayans döşüyordu. Titizdi, hiç hata yapmıyordu. Çalıştıkça kendine olan güveni arttı, hayata bağlandı. Kara çimentonun üzerine koyduğu her fayansın kendi hayat yolunu uzattığından habersizdi.
Önce üç ayda bir, iki yıl sonra ayda bir İstanbul’a kontrole gittiler. Durum iyiydi. Kanser göğüslerine sıçramıştı ancak büyümüyordu. Hastalığı kafasından atmayı başardı. Kocası, çocukları ve iş sayesinde ölümü yendi. Sıkıntılı anlarında hep şu sözü tekrarladı: "Biz bu aileyi kurmak için çok cefa çektik. Şimdi sefasını süreceğiz. Bırakıp gidemem."
ŞÜKRAN 14, İSMAİL 25
İsmail ve Şükran’ın hikayesi Leyla ile Mecnun’la yarışacak kadar çetrefilliydi gerçekten... İlk göz göze geldiklerinde Şükran 14, İsmail 25 yaşındaydı. Manavgat’ta, Şükran’ın babasının bakkal dükkanında karşılaştılar. Sosyal Sigortalar Kampı inşaatında işçi olarak çalışan İsmail, mesai bitiminde ekmek almak için uğramıştı. Dolaptan iki ekmek aldı, parasını uzattı, üstünü aldı ve çıktı. Hiç konuşmadılar ama İsmail dükkandan çıktığında tezgahın arkasındaki badem gözlere hayatı boyunca bakmak istediğinden emindi.
Ertesi gün aynı saatte yine gitti. Aldığı ekmeğin parasıyla birlikte Şükran’ın eline bir de mektup sıkıştırdı: "Ben seni çok beğeniyorum. Seni seviyorum. Benimle evlenmeni istiyorum."
Şükran’ın okurken yanakları kızardı, soluğu hızlandı. Çok sinirlenmişti. Ortaokula gidiyordu daha. Vaktinin çoğunu mahallede sek sek oynayarak geçiriyordu. Hemen kağıt ve kalemi eline aldı, cevap yazdı: "Benimle dalga geçme. Seni dövdürürüm. Peşimi bırak. Bir daha da böyle bir şey yapma."
İsmail’in vazgeçmeye hiç niyeti yoktu. Mektup üstüne mektup yazdı, okul çıkışlarına gidip, diller döktü. Bakkala günde on kez adam yollayıp Şükran’ın orada olup olmadığına baktırdı. Ve en sonunda Şükran’ın aklını çeldi.
Şükran tamam demişti ama babası! "Ben Kayserili’ye kız vermem" diye tutturdu. Üç-beş ay sonra bir daha istedi, bu kez kapıdan kovuldu. Kaçmaktan başka bir yol kalmamıştı. İsmail, inşaatta birlikte çalıştığı bir arkadaşıyla aynı kaderi paylaşıyordu. O da bir kızı seviyordu, ona da vermiyorlardı. Dört kişi birlikte kaçtılar. Sepetli bir motosikletle. İki kişi sepette, ikisi motosiklet selesinde... Bir ay boyunca Türkiye’yi dolaştılar. Afyon, Konya, Bilecik, Marmaris...
HAPİSHANE GÜNLERİ
Bir ay sonra Manavgat’a geri döndüler. "Nasıl olsa bizi affederler" diye düşünüyorlardı. Ama baba, İsmail’den şikayetçi olmuştu. Şükran’ın yaşı küçük olduğu için İsmail tutuklandı, cezaevine gönderildi. Üç ay hapis yattı. Tahliye oldu, bir ay geçmeden yine tutuklandı. Çünkü Şükran çok küçüktü. Çünkü İsmail, Şükran’a nikah kıyamıyordu. Çünkü İsmail başkasıyla evliydi.
İkinci kez hapishaneye girmeyi bir türlü hazmedemedi. Bir an önce çıkmak, Kayseri’ye gidip zorla evlendirildiği karısından boşanmak, Şükran’la nikahlanmak istiyordu. Hapisten kaçtı. "Hastayım, beni hastaneye kaldırın" dedi, hastaneden firar etti. Pijama ve terlikle...
"Bursa’ya kaçtım. 12 Eylül dönemine kadar saklandım. Sıkıyönetim ilan edilince yakayı ele verdim. Bursa Cezaevi’nde 1,5 yıl yattım. Sonra Kırşehir sonra Kayseri Cezaevi. Kayseri Cezaevi’nde iyi halim göz önüne alınarak bir hafta izin verdiler. Tam zamanı, dedim. Gideyim kızı yeniden bulayım. Manavgat’a geldim. Ne bakkal var ne de evleri. Meğer konu komşuya rezil oldukları için taşınmak zorunda kalmışlar. Sordum, soruşturdum, Antalya’ya gittiklerini öğrendim, ben de peşlerinden. Bu arada bir haftalık izin çoktan doldu, firarım. İnşaatta çalışmaya başladım. İş dışındaki vakitlerde de iz sürdüm, sürekli sokaklarda dolaştım. Tesadüf, çarşıda annesine rastladım. Takip ettim, Şükran’ımı buldum. Tekrar konuştuk, tekrar kaçtık. Firar olduğumdan ev bile tutamıyorum. Konyaaltı’nda çadır kurduk, o yazı çadırda geçirdim. Kışa doğru tekrar yakalandım. Yine hapse attılar. Şükran tekrar babaevine gitti. Antalya Cezaevi’nde yatarken Burdur Cezaevi’nin daha serbest olduğunu duydum. Bakanlığa dilekçe yazdım, paralı olarak sevkimi istedim. Uygun gördüler, Burdur’a gittim. 18-20 gün yattım. Ortamdan yararlanarak tekrar kaçtım. Dağları aşarak Burdur’dan Antalya’ya yaya geldim. Yine taşınmışlar. Gittim karakola sordum. Bak bak, hapishane firarıyım, gidip nerede oturduklarını karakola soruyorum. Yeni adresi verdiler, elimle koymuş gibi buldum. Şükran’ı aldım. Yeni bir ev tuttum. Fazla vakit kaybetmeden motosikletle Kayseri’ye gittim. Öbür hanımdan nikahı aldım. Antalya’ya döndüm, Şükran’ı aldım birlikte Eskişehir’e gittik. Eskişehir’de evlendik. Antalya’da mimlenmiştim, evlenmeye kalksam kesin yakalanırdım."
9 YIL SONRA NİKAH
1978’de aşık oldular, resmi olarak 1987’de evlenebildiler. Bazen birlikte çoğu zaman ayrı, bir dokuz yıl geçirdiler. İsmail’in firar ettiği zamanlarda kaçarak, saklanarak, utanarak seviştiler.
Nikahlandıktan sonra derin bir oh çektileri söylenemez. Çünkü İsmail hálá firardı. Bir yıl hapis cezası daha vardı. Arandığı için düzenli bir işi olamıyordu. Hatta seni ihbar ederiz diyen işverenler yövmiyesinin yarısını kesiyordu.
Adını değiştirdi, Osman oldu. Ama fayda etmedi, yine yakalandı. Kumluca Cezaevi’ne gönderildi. Geçmiş senaryo aynen tekrarlandı. Bir görüş gününde çatıdan sarkan hortuma tutunup, Tarzan misali kaçtı. Atlarken yere çakıldı, bacağını kırdı, on dakika içinde yakalandı. Ertesi gün yerel ve ulusal gazetelere "Hortumlu Firar" diye
haber oldu.
1991’de cezasını tamamladı. 12 yılın 6,5 yılını hapiste geçirmişti. Artık hapishane yok, kaçmak yok, firar yok, ayrılık yok diye fazla sevinemediler. Başka bir illet onları buldu, Şükran kanser oldu.
İşte, aşkları kanseri bile yendi.
ÖLÜMÜ BÖYLE BEKLEDİMİki aylık ömrüm kaldığını öğrendiğimde psikolojim bozuldu. Ölümü beklemeye başladım. Ne zaman öleceğim? Hangi saatte? Ölürken bir yerim acıyacak mı? Dedikleri gibi hayatım bir
film şeridi gibi gözlerimin önünden geçer mi? Bu soruları beynimden atamıyordum. Gece-gündüz bira, rakı, şarap, votka ne bulursam içiyordum. İçiyor, içiyor sızıyordum. Bir deri bir kemik kaldım. Tanınmaz hale geldim. Çocuklarım perişandı. İçerek ölemeyeceğimi anlayınca, içkiyi bıraktım.
BİZ YALNIZCA SEVDİKİsmail firariyken polis sürekli beni takip etti. Beni gözaltında tutarlarsa onu yakalayacaklarından eminlerdi. Çok hırpalandık. İsmail’i cani, hırsız, katille aynı kefeye koydular. Oysa biz yalnızca sevdik ve birlikte olmak istedik.
DOĞADAN YARDIM ALIYORUMKarakovan balı, ısırgan otu tohumu ve çörek otunu karıştırıyorum, her sabah iki tatlı kaşığı yutuyorum. Kuru kara üzümü çekirdeğiyle yiyorum. Kekik, adaçayı, nane, ebegümeci, ısırgan otu gibi çayları demleyip içiyorum. Otları gidip dağlardan kendim topluyorum. Aklınıza gelen her türlü otun yemeğini pişiriyorum. Kara üzümden yaptığım sirkeyi her sabah biraz içiyorum. Sigarayı bırakamadım. Özel günlerde kocamla baş başa içki de içiyorum. İstanbul’daki doktorum bir çocuk daha yapmamızı tavsiye etti. Kanın tazelenir, vücut yenilenir dedi. Yaptık. 1996’da doğdu. Şu an on yaşında, on çocuğa bedel.
BENİ UNUTACAĞI AKLIMA GELDİĞİ HER AN FİRAR ETTİMSürekli firar ediyordum. Çünkü Şükran’ın gözünün başka göze değmesinden, onun başka birine gönül vermesinden Allah’tan korktuğum kadar çok korkuyordum. Beni unutacağı ihtimali aklıma geldikçe hemen yeni bir kaçış planı yapıyordum.
KONU KOMŞUNUN LAFINA KULAK TIKADIMKarım öleceğini öğrendiği gün ben çok rahatladım. Gittim bir büyük rakı aldım. Oturduk sabaha kadar hem içtik hem ağladık. Karımı inşaata götürüyorum diye konu komşu demediklerini bırakmadı. Kulaklarımı tıkadım. Ona bir motosiklet aldım. Doktor "Güneş görmesi faydalıdır" dedi diye, yazın askılı bluzla gezmesine göz yumdum. Aslında ben açmam ama önemli olan benim eşim yaşasın. Kim ne derse desin.