Güncelleme Tarihi:
* “Son İstasyon” filmine baba-oğul birlikte imza attınız. Nasıl başladı bu macera?
- Levent Kırca: “Son ıstasyon”un hikayesini bundan dört-beş yıl önce yazmıştım. Senaryosu ise Oğulcan’a ait. Hikayeyi yazdım, Oğulcan’ın önüne koydum ve “Çek hadi” dedim.
* “Son ıstasyon” bir aile hikayesi... Ama nasıl?
- L.K: Bugünkü kültür erozyonunda bir ailenin nasıl kayıp gittiğini anlatıyor film. Hani “Komşuluk, arkadaşlık, dostluk bitti” diyoruz ya, “Son ıstasyon”da da işte bunlar sorgulanıyor.
* Peki filmdeki kişileri tek tek tanıyor musunuz, yoksa hayal ürünü mü?
- L.K: Evet, tanıyorum. Tanıdığım dört-beş aileden insanları bir araya getirerek bu hikayeyi oluşturdum. Mesela filmde orkestra şefi olan bir çocuk var. Baba ve aileyle sınıfsal anlamda bağını koparmış. ıçgüdüsel olarak aileyi beğenmiyor çocuk. Benim Saim Akçıl adında orkestra şefi bir arkadaşım var, işte filmdeki bu karakter de odur.
* Filmin fragramanını izledim. Sahnede bacağından vurulan bir şarkıcı kız var, o kim peki?
- L.K: Adını söylemesen iyi olur. Ama bu kız, benim birkaç kez kokteyllerde karşılaştığım bir manken. Manken oldu diye ailesi reddetmişti onu.
ANNEMİ O KADAR ÇOK ÖZLÜYORUM Kİ
* Çocuklarıyla kültürel çatışma yaşayan bir babanın hikayesini anlatıyor film... Ve babayı da siz canlandırıyorsunuz...
- L.K: Evet... Bu baba, bir istasyon şefi. 30 yıl hizmet vermiş devlete. Çocuklarını okutmuş, büyütmüş. Neşet Ertaş dinlemeyi seven, bir-iki duble rakısını içen bir Anadolu erkeği işte. Çöpe yemek artığı atılmasına kızıyor, her odada lambanın yanmasına tepki gösteriyor, kolanın biri bitmeden diğerinin açılmasına sinirleniyor... Bu karakter de kim biliyor musunuz, benim annem. Ben sonradan görmeyim, sonradan zengin oldum. Etiler’de şato gibi bir evde oturuyorum. Rahmetli annem gelirdi, suları biriktirirdi, ışıkları söndürürdü, bitmemiş salçaları, yeni salçanın üzerine ilave ederdi. ısrafa müthiş sinirlenirdi. Annemi de koydum filmin içine...
* Bize uzak bir hikaye değil bu...
- L.K: Hiç uzak değil. 59 yaşındayım. Annemi o kadar özlüyorum ki. Beş katlı bir evde tek başıma oturuyorum. Sabah kalkıyorum, “Bugün annemi aramadım” gibi geliyor bana. Oysa o öleli 15 yıl olmuş. Bu değerleri ancak yitirdiğimiz zaman anlıyoruz. Keşke annem sağ olsaydı da onun nazıyla azıcık daha oynayabilseydim. Babam bana kızdığı zaman, “Canın sağolsun” diyebilseydim. ınsanın en yakını anne ve babasıdır. Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar. Bu filmde biraz bu anlatılıyor. Bir de Türkiye panaroması çiziliyor. Filmi seyreden insanlar, gizli gizli ağladılar. Ve dediler ki, “Annemizi, babamızı arama ihtiyacı hissettik”... Kısacası biz bu kez işimizi çok ciddiye aldık.
* “Bu kez işimizi çok ciddiye aldık” dediniz... Benim aklıma yıllar önce çektiğiniz “Son” filmi geldi. O film, gişede ciddi hayal kırıklığı yaratmıştı...
- L.K: Evet, o filmde canım çok acıdı. ınsanların şöhretlerinin bir doruk noktası var. Öyle bir noktaya geliyorsun ki, kendini “padişah” sanmaya başlıyorsun. Bize de bu “Padişah” hastalığı geldi, ama kısa sürede geçip gitti. Çabuk özümüze döndük. şimdi orada değiliz. Bunun ne parayla ilgisi var ne pulla. Sinema denilen sanatın ne kadar önemsenmesi gerektiğini öğrendim.
ARTIK TELEVİZYONDA ÇALIŞMAK İSTEMİYORUM
* Peki neden bu filmi oğlunuzun yönetmesini istediniz?
- L.K: Oğulcan, sinema-televizyon okudu. “Sinema mı okuyorsun, hadi bakalım göreceğiz seni” dediğim bu çocuk, hakikaten karşıma bir yetenek olarak çıktı. Kendini iki kez ispat etti. Önce okuldaki hocalarından çok büyük övgüler aldı, sonra bir kısa film çekti. Ben o zaman Bodrum’da tatildeydim. Beni çağırdı, filminde oynamamı istedi. Söylene söylene gittim. Ama adam bayağı bir iş yaptı ve kısa film yarışmasında da ödül aldı. Baktım, o benim gibi çalışmıyor. Ben çok çabuk çalışırım, elim çabuktur ve bunu maharet sanırım. “Gördünüz mü, 15 günde bir film bitirdim” derim. Meğer 15 günde bitirmemek gerekiyormuş filmi. Oğulcan o kısa filmi çekerken, tek bir kare için, soğuk asfaltta bütün gece yatırdı beni... Hâlâ böbreklerim rahatsız. Fakat ortaya çıkan filmi görünce, “deveden büyük filler var” dedim! Hemen ardından “Karanlıkta Bir Çığlık” diye bir senaryo yazdım. Bir kızın okuma gayreti anlatılıyordu senaryoda. O sıra yazdı ve ben yasaklıydım. Boş oturuyorduk. Bu senaryoyu önüne attım, “Bunun filmini çek” dedim. Otobüslere bindik, Van’a gittik. Müthiş bir film çektik. Filmi görünce bütünüyle oğluma teslim oldum. “Oğlum ‘Harp ve Sulh’u mu çekiyorsun?” diye dalga geçtiğim çocuk bana “Film işte böyle çekilir”i öğretti. Neyse, bu film elimizde hazır. Ama önce “Son ıstasyon” ile çıkmak istedik. Ve bu hikayeyi gönül rahatlığı ile ona verdim. Hiçbir şeyine de karışmadım. Oyuncuları bile sette gördüm. Ben oyunumu yapıp, otelime gidip yattım. Çok rahat çalıştık yani.
* Oyununuza karışan bir yönetmen var mıydı sette?
- L.K: Hem de nasıl... Oğulcan beni daha küçük, daha az oynamaya, komik oynamamaya yöneltti. şimdiye kadar herkes komik oynamamı istemişti, bu kez ben istediğim gibi oynadım. ılk günler ona çok itiraz ettim. “Ne diyorsun lan sen, bana iş mi öğretiyorsun?” dedim. Fakat üç gün sonra tarzını anladım ve kendimi ona teslim ettim. Gerçekten ortaya iyi bir iş çıktı. Seyredenler oyunculuğum karşısında şoke oluyor. Belki de sanat hayatımda bambaşka bir pencere açılıyordur. Artık Ulvi Uraz’lar, Salih Tozan’lar yok. “Babacan” rollerini oynayacak, bizim sıcaklığımızda insanlar kalmadı. 59 yaşındayım, tam da babacan roller oynama zamanımdayım.
* Ne kadar gişe bekliyorsunuz?
- L.K: 400-500’e razıyız. Bu bize yeni filmimizi yaptırır, Türk sinemasına yeni bir kapı açar. Artık televizyonda çalışmak istemiyorum.
BABAMIN OYUNCULUĞU TARTIŞILMAZ
- Oğulcan Kırca: Babam, bana bu filmi sırf “oğluyum” diye çektirmedi. Ben Levent Kırca’yı “babam”dır diye oynatmadım. Babamın bana bir şey teslim etmesi için zaman gerekiyordu ve o zaman şimdiydi. O hikaye için bu yaşlarda, sempatik, yumuşacık bir adama ihtiyacım vardı. Bildiğim en iyi adam babamdı. Eğer filmdeki Ruhi karakterine uymasaydı, inanın başkasını oynatırdım. O noktada babam benim işime asla karışmadı. Her şeyi ile bana teslim oldu. Babamın oyunculuğu tartışılmaz. Ben komedi dışındaki oyunculuğunu biliyordum ve onu göstermek istedim. Bu filmde gerçekten çok farklı bir Levent Kırca izleyeceksiniz. Kaç tane Levent Kırca gibi sanatçımız kaldı? Bu adam hayattayken, sağlıklıyken böyle farklı bir şey yapmışken, izlenmeli ki, o da yeni şeyler yapabilecek enerjiyi bulsun. Babamın dramatolojisi çok kuvvetlidir. Onun bu tarafı, komedi tarafından daha çok etkiliyor beni. Çok samimi, sıcacık bir film oldu. Levent Kırca’nın oyuncu olarak filme katkısı da çok büyük. Ömrümün sonuna kadar onunla film yapmak isterim.