Binlerce insana konser veriyorum annemlerin yanında söyleyemiyorum

Güncelleme Tarihi:

Binlerce insana konser veriyorum annemlerin yanında söyleyemiyorum
Oluşturulma Tarihi: Haziran 04, 2011 00:00

Sesiyle de, fiziğiyle de altı yıl önce aramızdan ayrılan ağabeyi, Karadeniz’in hırçın çocuğu Kazım Koyuncu’ya benziyor. Ve onun gibi, elinde gitarıyla Lazca rock yapıyor. Ancak Koyuncu isminden yararlanıyor izlenimi yaratmak istemediği için, Seritana Grubu’nun solisti olarak tanınmayı tercih ediyor. “Ben sadece ben olmak istiyorum, kendi müziğimle var olmak istiyorum” sözlerinin arkasında da bu yatıyor. Binlerce kişiye konser verdiği halde hâlâ ailesinin yanında şarkı söyleyemeyen Niyazi Koyuncu (27) ilk albümünü anlattı

Haberin Devamı

Seritana, Lazca’da ‘karanlıktaki ışık’ demek. Lazca rock müzik yapan grubun temeli üç yıl önce Eskişehir’de atılıyor. Hepsi üniversite öğrencisi yedi gencin üçü geçen yıl birer yatak ve bir çamaşır makinesiyle İstanbul’a göçüyor. Ev kirası, depozito derken biriktirdikleri para suyunu çekince, geçimlerini, borç parayla gittikleri Adalar’da sokak müziği yaparak sağlıyorlar. Grubun solisti Niyazi Koyuncu o günlerde nasıl var olduklarını anlatıyor:
“Eskişehir kendimi bulduğum yerdir. Müziğe ilgim hep vardı. Kendi kendime çalıp söylerdim ama profesyonel anlamda sahne gibi bir derdim yoktu hiç. Bir arkadaşım 3-4 yaşlarında kanserli bir çocuğa yardım için gece organize etmemi istedi. Harıl harıl insan toplamaya çalıştığım bir anda, ‘Sahneye de çıkacaksın’ dediler. Bir hafta var, yapamam edemem derken kendimi sahnede buldum. Karşımda 300-400 kişi. Nasıl korkuyorum, bacaklarım titriyor... 2006 ortası, çıkış o çıkış. O günden sonra sahnenin hayatımda olmasını istedim. Sonra birkaç arkadaş söylemeye başladık. Arkasından da grup geldi. Eskişehir’de çok yerde çaldık, konserler de başladı. Geçen yıl da üç arkadaş ver elini İstanbul... Derdimizi iyi müzik yaparak daha çok insana anlatmak istiyorduk.”

AĞABEYİMİN YANINDA UTANIRDIM

Haberin Devamı

Niyazi Koyuncu neden en başta İstanbul’a değil de Eskişehir’e gittiğini anlatırken de hüzünleniyor: “İstanbul ağabeyimin şehriydi. O dönem gelseydim daha kötü olurdum. Hastalığı döneminde hep buradaydık. Ondan önce de sık sık gider gelirdim. 12 yaş vardı aramızda. O İstanbul’da üniversitede olduğu ve Hopa’ya çok sık gelemediği için daha üç-dört yıl olmuştu onu gerçekten tanımaya başlayalı. Bir anda kayıverdi ellerimizden. Vefat edeli iki ay olmuştu. Hopa’da ailemin yanında o acıyla yaşayamayacaktım. Eskişehir’e kaçtım. Babama ‘Gidiyorum’ dedim ve otobüse bindim. O da gördü kaçmam gerektiğini çünkü nefes alamıyordum. Acımı kendimce yaşamak istedim. Ailemden başka kimsenin haberi olmadı nerede olduğumdan ve ne yaptığımdan. Neredeyse bir yıl çıkmadım evden. Telefonum da yoktu. Bir inzivaydı benimki. Sahneyi tesadüfler getirdi.”
Müziğe başlamasında ağabeyin etkisi var mıydı peki? “Ağabeyimden etkilendim tabii” diyor Koyuncu: “Ama onun yanında çalmaya utanırdım. Ailemin yanında hala şarkı söyleyebilen biri değilim. Binlerce insana konser veriyorum ama annemi babamı, ağabeylerimi görünce çok heyecanlanıyorum. Garip bir duygu. Beni canlı canlı hiç dinlemediler. Türkiye’nin birçok yerine gittim ama Karadeniz’e konser kısmet olmadı. Annem dinlese ne hisseder merak ediyorum. Bazen internetten izliyorlarmış. Ben ağabeyimden biraz daha sert müzik yapıyorum. O da Zuğaşi Berepe döneminde rock yapıyordu, sonra otantiğe döndü. Ama hayatı boyunca rock’n’roll düsturuyla yaşadı.”
“Ağabeyim her şeyiyle örnek aldığım tek insan” diyen Koyuncu; kişiliğine, insanlığına, duruşuna ve hayata kazandırdıklarına saygı duyduğunu söylüyor ve Kazım Koyuncu’nun kardeşi olmaktan gurur duyduğunu vurguluyor. Ancak herkesin, Niyazi Koyuncu’nun başka bir birey olduğunun farkına varmasını istiyor. Kendisinden çok ağabeyine laf gelmesine üzüleceğini söylüyor: “Benim başka biri gibi olma derdim yok. Ben sadece ben olmak istiyorum. Kendi şarkılarımı söylüyor, kendi müziğimi yapıyorum. İnsanların beni tanıması da çok önemli değil. Sahneye çıktığımda müthiş özgür hissediyorum. Bu bana yeter.”

Haberin Devamı

CEM YILMAZ’IN HAYDE’Yİ OKUMASI JESTTİ

Albümde ‘Hayde’ yok. Ama son zamanlarda sahnede inadına ‘Hayde’yi okuyorum. Çok tüketici bir toplumuz çünkü. O kültürle bağdaşmayan birçok insan Hayde’nin ekmeğini yemeğe çalışıyor. Cem Yılmaz’ın bu eseri ‘Av Mevsimi’nde okuması ağabeyime bir jestti.
Filmde kullanmak için aradıklarında bu kadar popüler olacağını düşünmemiştik. Ama sonra her çıkan ‘Hayde
demeye başladı. ‘Niye engellemiyorsunuz?’ diye birçok mesaj alıyoruz ama ‘Hayde’ anonim bir eser.

İNADINA LAZCA SÖYLÜYORUZ

Albümün repertuvar çalışmasını tamamladık gibi. Temmuz’da stüdyoya gireceğiz, Eylül’de çıkarırız. 12-13 şarkı olacak. Çoğu kendi bestemiz. Anonim eserler de olacak. Türkçe rock bestelerim de var ama ağırlık Lazca şarkılar. Öncelikle Karadenizli olma görevimi yerine getirmek istiyorum. Kültürü konuşulan dille anlatmak istiyorum. Ana dilde konuşmak her halkın hakkı, çünkü dil ölürse o kültür de ölür, her şey ölür. Avrupa’da birçok yerde insanlar anadilleriyle konuşurken, ülkemdekilerin bölünme derdi var. Aslında vatanı bu derdi yaratanlar bölüyor, yoksa dil bölmez. Ben de anadilime sahip çıkıyorum, bölücü müyüm şimdi? Birçok yerde ‘Aman Lazca söylemeyin’le karşılaşıyoruz. İnadına Lazca söylüyoruz. Piyasa albümü olmayacak kesinlikle, derdimizi o coğrafyada yaşayan insanların derdiyle birleştirerek anlattığımız isyankar bir albüm olacak.

Haberin Devamı


YANIMDA SADECE ONUN GİTAR ASKISI VAR

Ağabeyimin gitarı da diğer eşyaları da Hopa’daki evimizde. Annem iyi bir saklayıcıdır. Göçebe ve kalabalık bir yaşamım olduğu için, kaybederim diye almadım. Yanımda tek gezdirdiğim ve şans getirdiğini düşündüğüm gitar askısı. Ama onu da sahnede kullanmıyorum. Ağabeyim bana çok şey kattı. Ben lisedeyken bizim oralarda Karadeniz müziği denen, ki bence ‘dıvdıvdıv’ gibi klişe bir müzik kültürü vardı. Bob Dylan, Pink Floyd, Bob Marley ve Beatles’ın albümlerini verip dinlememi istedi. Nazım Hikmet’in ‘Tahir ile Zühre’ şiiri de bana onu hatırlatıyor. Aşık olduğum kızla sorun olunca bana defalarca onu okutmuştu. Hopa Pançol’daki (Yeşilköy) mezarına bir yıldır gidemiyorum. İlk kez bu kadar ayrı kaldım. Ama her yıl 25 Haziran’da oradayım. Hayatımın en kötü dönemini de yaşasam, elim kolum bağlı, kesik de olsa o gün orada olacağım. Bu kendime verdiğim en büyük söz.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!