'Bilseydim yemin ediyorum ki yapmazdım'

Güncelleme Tarihi:

Bilseydim yemin ediyorum ki yapmazdım
Oluşturulma Tarihi: Temmuz 22, 2013 09:26

Pek çok insanın gıcık olduğu ama ne olursa olsun yazdığına çizdiğine kayıtsız kalamadığı Ayşe Özyılmazel’le bu hafta masaya oturduk. Tanıtmama lüzum olmayan bu genç kadınla dobra dobra dört saat geçirdik. Okuyacağınız satırlarda kafanızda canlandırdığınız yerine halis muhlis gerçek Ayşe Özyılmazel’le karşılacağınıza emin olabilirsiniz.

Haberin Devamı

* Haydi gel Ayşecik’in pek bilmediğimiz çocukluğundan başlayalım...

- Böyle gidersen hiçbir şeye başlayamayız.

* Dakika bir, gol bir... Başladın atara...

- Bana “cik”li hitap edilmesinden hoşlanmıyorum. Biri bana “Ayşecik” dediği saniyede heyecanım, tansiyonum düşer. Hele şimdi gelmişim 33-34 yaşına, Ayşecik mi kalmış (gülüyor).

* Pekala Ayşe Hanım çocukluğunuza dönelim...

- Haydaa, ortan yok mu? Her neyse buyrun çocukluğuma dönelim. İnanmazsın ama sessiz, uyumlu, annesinin kuzusu bir çocuktum. Ama bir o kadar da neşeliydim. Yanaklarımı çok sıktılar İzzet. Ne çektim be İzzet.

* Daha o zamanlarda başlamış bu medcezirli hallerin.

- Valla haklısın. Fırtınam, felaketim, hasretim... Aslına bakarsak, evdeki duruma göre uyumlanıyordum. Tek istediğim annem, babam, ablam mutlu olsundu.
* Mutsuz muydunuz ki?
- Kimse kimseyi kesmiyordu canım. Her ailede olan şeyler işte. Ama ben biraz fazla duygusaldım ve annemle babamın ruh haline göre ya odama kapanırdım ya mutfakta yemek yapılırken otururdum ya babamla film izlerdim, ortam gerildiği anda da herkesi güldürecek bir şey bulurdum.
* Şarkıcılığa da o yaşlarda “eli saç fırçalı assolistler” kervanına katılarak mı adım attın?
- Babamdan dolayı bizim evde halis muhlis mikrofon vardı. Terzi olsa iğne iplik olacak, bizimki şarkıcı... Eee alet edevat yerinde olduğundan öyle diğer çocuklar gibi taraklarla, fönlerle falan şarkı söylemezdim.
* Havanı yesinler senin... Bir söyle bin işit... Bu kafa ütülemek de o günlerden galiba...
- O zaman tek ütülenen kafa kendiminkiydi... Michael Jackson’a aşıktım, küçük de bir radyom vardı, ona sarılıp yatardım ve odama kapanır gizli gizli şarkı söylerdim.
* O kadar mı kötüydü sesin?
- (Gülüyor) Utangaçtım utangaç. Ayrıca müzikle iç içe büyümemize rağmen kimse benden şarkı söylememi beklemiyordu açıkçası. Bak şimdi aklıma takıldı, ne bekliyorlardı acaba?
* Peki “Çizdim oynamıyorum” deyip ne zaman kırdın kabuğunu?
- Üniversiteden sonra bir anda açılıverdim sanırım.

Haberin Devamı

ZEKİ MÜREN ANNEMİ HİMAYESİ ALTINDA TUTARMIŞ

* Oya, bugün bile annen gibi durmuyor, kim bilir sen çocukken nasıldı?
- (Gülüyor) Annem her daim bakımına çok özen gösterirdi. 34 yaşına gireceğim, annemi hâlâ rujsuz görmedim. Zaten onun güzellik sevdası yüzünden az daha kuaförde doğacakmışım.
* Doğum sancıları fön çektirirken mi başlamış?
- Yok canım. Bizimki suyu gelince hastaneden önce manikür yaptırıp fön çektirmek için kuaförün yolunu tutmuş. Bir eline bir kadın, ötekine başkası manikür yaparken saçlarına da fön çekiliyormuş. Düşünsene ben orada boğulabilirim...
* Alem kadın vallahi. Onun da bir şarkıcılık geçmişi var değil mi?
- Fazla bahsetmez ama zamanın Kalipso Kraliçesi’ymiş.
* O zaman sen de “hamili kartın sahibi yakınımdır” kontejanından bir prensessin.
- (Gülüyor) Benim yaşım tutmaz ama sen kesin hatırlarsın, Kalipso Kralı Metin Ersoy bir zamanlar fırtınalar estiriyormuş. Zeki Müren annemi çok sevip adeta himayesi altında tuttuğundan, bir gün Oya’ya “Dünya güzeli kadınsın. Haydi sen de Kalipso Kraliçesi ol, çok sükse yaparsın” demiş.
* Annen de Sanat Güneşi’-nin sözünü dinlemiş anlaşılan.
- Tabii... Ama babamla evlenince elini eteğini çekmiş sahnelerden. Açıkçası niye öyle yapmış anlamıyorum. Kimse için bir hayat, heves veya kariyer bırakılmamalı. Sonra çok pişman oldu zaten.
* Nasıl bir anneydi Oya?
- İyiydi. Biraz hırpalayıcı tarafları vardı tabii. “Millet ne der?”, “Elalem ne konuşur?” diye panikleyen, sürekli bu tip korkular içinde yaşayan ve iki soluklanamayan bir anneydi.

Haberin Devamı


BABAMLA KAVGA ETTİK “ÇEK GİT BU EVDEN” DEDİ
* Ayşe ne zaman kendi kanatlarını çırparak yuvasından uçuverdi?
- Ayşe pek yuvasından kanatlarını çırpabilecek haldeyken ayrılmadı, tıpkı belgesellerde seyrettiğin gibi Baba Kuş, Yavru Kuşu gagasıyla bir güzel itti ve iş bitti.
* Ne demek bu şimdi?
- Üniversiteyi yeni bitirmiştim, İstanbul Gelişim’de solistlik yapmıştım ve babamla çalışıyordum. Bir gün babamla ciddi bir kavga ettik, “Çek git bu evden” dedi bana. Ben de pılımı pırtımı toplayarak çektim kapıyı gittim. Bir daha da geri dönmedim.
* Hakikaten gitmeni istiyor muydu dersin?
- Aslına bakarsan kavganın hararetiyle sarf edilmiş bir cümleydi. Ama bendeki inat keçileri kıskandıracak cinstendir. Neyse, beş parasız terk ettim evi.
* Ne yaptın cep delik cepken delik halinle?
- Bir arkadaşımda kalmaya başladım. O sırada tabii harıl harıl iş arıyorum. Gazeteci olmak istiyorum. Derken aklıma Hıncal’ı aramak geldi. O zamana kadar kendi çapımda bir sürü yazılar yazmıştım. Topladım hepsini, gittim yanına. Sağ olsun bana bir kapı açtı, ben de bodoslama daldım.

Haberin Devamı


BUNDAN SONRA CEM YILMAZ OLMAYA KARAR VERDİM

* Pek çok insan yazılarına kayıtsız kalamıyor, ama bir o kadar da senden nefret ediyor. Bu ne yaman çelişki?
- İnan bilmiyorum neden böyle olduğunu. Bir konu kapanıyor, ardından yenisi açılıyor. Duyan da beni sürekli entrika peşinde koşan Hürrem zannedecek. Bu arada nefret çok ağır bir kelime. Kimsenin üzerinde taşımasını istemem doğrusu.
* Giydiğin gömleğin sana büyük geldiğini düşünüyor olmasın insanlar.
- Ben erkek gömleği giyerim zaten!
* E ne oluyor o zaman, her yaptığın bu kadar batıyor?
- Yaptıklarım benim için normal şeyler, çünkü içimden geleni yapabiliyorum. Bu para içinde yüzdüğümden değil cesaretimin ayarsızlığından. İnanıp istedim mi o iş bende artık. Albümler çıkarıyorum, güzel klipler çekiyorum ve sanırım bazı salaklar bu işlere tonlarca para yatırdığımı falan sanıyor. Halbuki klipleri yönetenler kendi arkadaşlarım, şarkılar desen çoğunu kendim yazıyorum.
* Oh ne güzel hiç masrafın yok...
- Sana öyle geliyor. Sırf çekimler için kıyafetlere harcadığım parayı düşündükçe inan içim yanıyor. Ama bundan sonra Cem Yılmaz olmaya karar verdim.
* Hayırdır bir de
stand-up mı yapacaksın?
- Bir dur da anlatayım. Adamın hiç giyim masrafı yok. Gardırobunu açtığında “Ne giyeceğim” diye zorlanmıyor. Ben de bundan sonra sadece siyah pantolon ve siyah tişörtle gezeyim, bu saçma giyinme meselesini hayatımdan çıkarayım diyorum.

Haberin Devamı


HASTALANDIĞIMDA İLAÇ ALACAK PARAM YOKTU

* Belini biraz olsun doğrultabildi mi bari Minik Kuş?
- Neredeee? Hıncal köşesinde Sevgi ismiyle yazılar yazdırmaya başladı bana. Ardından Aktüel’de de yazmaya ve maaş almaya başladım. Ancak evin kirasına ve yemeye yetiyordu. Saçlarımı kısacık kestirdim, çünkü kuaför muaför hak getire.
* Ah yazık, kuaförden olmuş kızcağız.
- Seni duyan da beni kokoş zannedecek. Resmen dibe vurdum o dönem. Bazı günler makarna alacak param olmuyordu. Hastalandığımda ilaç bile alamıyordum, sigorta desen yok, hastaneye gitmek hayal olmuş. “Akşam işten eve nasıl döneceğim?” diye ağlıyordum. Bunlar yetmiyormuş gibi makarna yemekten sumo güreşçilerine benzemeye başlamıştım. Kabus gibiydi.
* Babanın yanına dönmeyi düşünmedin mi hiç?
- Ne münasebet canım? Sürünürüm ama geri adım atmam ben hayatta. İnadım inat.
* Bugünkü aklınla yine terk eder miydin baba ocağını?
- Tabii, geç bile kalmışım. Anne babaya yaslanarak adam olamazsın. Zordu ama o günler benim için müthiş bir deneyim oldu. Yoksa başka türlü ne kadar güçlü bir kadın olduğumun asla farkına varamazdım.
* Salya sümük de olsa iş hayatına kolay alışabildin mi peki?
- Kolay kelimesi lügatımda yoktu. Gazeteden diyorlardı ki “Gez, seyahat et, mekanları yaz, müzik yaz”... Ulan yemek alacak para yok, nereye çıkıp ne yazacağım?
* Eee ne yapıyordun?
- Ne yapacağım, Hıncal’a gönderilen dergileri, kitapları, CD’leri, davetiyeleri toplar, Sevginin Günlüğü köşesini öyle yazardım.
* Vay be, şımarık bildiğimiz Ayşe meğer neler çekmiş neler?
- Valla herkesin çektiği kendine göre, acıların çocuğu değilim elbet. Günümüz hayatında tutunmak kimse için kolay değil. Herkes nelerden nelerden geçiyor. Bu arada, az önce sen “şımarık” mı dedin bana!
* Niye bu kadar şaşırdığını anlamadım, sana ilk şımarık diyen ben olamam.
- Şımarıklık kötü bir şey değil ama bende pek duran bir şey de değil. Sanırım insanlar deliliğimi şımarıklık zannediyor. İyi bir arkadaşım öyle demişti.
* “Rumuz: Sevgi” döneminden çıkıp Ayşe olarak yazmaya nasıl başladın?
- Gazeteyle birlikte kendi adımla Şamdan Plus’ta moda ve trendleri yazıyordum. O da ayrı bir sit-com senaryosu zaten. Üzerimde Terkos Pasajı’ndan alınmış ütüsüz tişörtle Valentino’nun sonbahar kış koleksiyonu hakkında yorum yapıyordum.
* Canım modadan anlamak için illa markaları üzerinde mi taşıman lazım?
- İşin komik tarafı da o zaten. Ben modadan, markadan falan anlamam ki. Bir gün Vacheron Constantine’e gönderdiler beni. İsmi ilk duyduğumda “Neci ki bu?” dedim. Hemen internete girdim, araştırmacı gazetecilik yaptım, tuttum saatçinin yolunu. Oradakilerle kibar kibar konuşurken, içimden “Manyak bu adamlar, saate o kadar para verilir mi?” diye geçiriyordum.
* Dergi ekürisi çakmıyor muydu bir tane, çakmadığın konuları yazdığın için?
- Çakmadığımı çaktırdığımı sana kim söyledi. Sordukları her şeyi biliyordum. Bilmesem de biliyordum. İşe girmişim, kaptıracak halim yok. Hem sonradan gözümde çok büyüttüğüm o gazete dünyasının pek de öyle acayip donanımlı, üstün zekalı insanlarla dolu olmadığını gördüm. Var öyle özel ablalarımız, abilerimiz ama gazetecilik benim çok hayallerimi kırmıştır.
* Sana ütüsüz tişörtle moda ahkamı kestirdiler diyorsun.
- Yüzde yüz. Sırf buruşuk tişört olsa iyi, parmak arası terlikle işe gidip geliyordum. Bir gün yine böyle plaj modunda asansör beklerken bir adam geldi, o asansöre binerken baktım millet açılıyor, geride duruyor.
* Niye binmiyorlar asansöre?
- Ben de içimden aynı şeyi geçirdim ve hooop atladım asansöre. Adama da dönüp “Hangi bölüme?” diye sordum. Bunu duyunca gülmeye başlamasın mı?
* Hayırdır? Neymiş komik olan?
- Adam Dinç Bilgin çıktı, gazetenin sahibi. O vesileyle tanıştık.
* Bırak vodvil kıvamındaki anılarını da gazetede köşeyi nasıl kaptın onu anlat.
- Bir gün çalışırken o zamanki Sabah Genel Yayın Yönetmeni Ergun Babahan yukarı çağırdı. Tabii üç buçuk atmaya başladım, koskoca genel yayın yönetmeni neden çağırsın beni? “Kovuldun kızım Ayşe” dedim kendi kendime. Kapısını çaldım, heyecandan dizlerim tir tir titriyordu. Meğer yazılarımı beğendiklerini ve bana bir köşe vereceklerini söylemek için çağırmış.
* Kovulacağım diye gittin, köşeyi kaptın.
- Gazetede köşeyi verdiler ama hemen akabinde de dergiden kovuldum.
* Sonunda köşe yazarı oldun ama.
- Ya inan öyle bir hevesim yoktu. Ben gazeteci olmak ve ayakta durmak istiyordum. O ilk zamanlarda bir de sürekli insanlardan “Röportajlara giderken güzel giyin, Ayşe Arman gibi ol” nasihatını dinliyordum.
* Kötü bir nasihat etmemişler ki...
- Tamam da birincisi param, ikincisi Ayşe Arman olmak gibi bir hırsım yoktu.
* Bir ara “Yeni Ayşe Arman” olmak istediğin söylentileri vardı.
- (Gülüyor) Yok sen beni hiç dinlemiyorsun İzzet. Ayşe Arman’la tek ortak noktamız ismimiz. Ayrıca kişiler telefon modelleri değildir. iPhone 4’ü beğendik, haydi yenisi gelsin 4S gibi bir durum yoktur. Kimse kimsenin yenisi olmasın. Ama maalesef iPhone 5 kadar kıymetimiz, 5S kadar bekleyenimiz yok bu hayatta.

Haberin Devamı


TANIŞTIĞIMIZDA BOŞANMIŞLARDI

* Hâlâ psikiyatriste gidiyor musun?
- Hayır gitmiyorum. Beş senedir kullanmadığım ilaç, elimden geçmeyen psikiyatrist kalmamıştı ama Berk’le bunu yendim, geleni yaşamayı öğrenmeye başladım. Anti insan, anti korsan, anti vatandaş, anti alışık olmak istiyorum artık. Fakat bu sefer de başka bir problem var.
* Yine ne var be Ayşe?
- Zaman zaman Berk’i aşırı dozda alıyorum. (Kahkahalar)
* Nasıl tanıştınız kırmızı reçeteli Berk Bey’le?
- Yine bir gün acıların kadını modunda ağlayıp dururken bir arkadaşım kafam dağılsın diye kolumdan tuttuğu gibi beni bir kafeye götürdü. Neyse biz oturduk, yan masamıza da Berk’ler geldi. Meğer benim arkadaşımla önceden tanışıyorlarmış, haliyle bizim masalar birleşiverdi.
* İlk görüşte aşk...
- Yok canım, “Bin tane gönlüm olsa birini bile vermem buna” dedim. Ama biliyorsun en büyük aşklar nefretle başlar. Gel zaman git zaman, biz birkaç kere daha aynı ortamlarda bulunduk ve bir baktım bin gönlümün bini de Berk’in olmuş.
* Kıskanç bir aşık mısın?
- Kıskançlıktan ziyade sevdiğimi kaybetme korkum var maalesef. Her kadın Berk’le olmak, ona mesajlar atmak istiyor gibi geliyor bana. Bir çeşit akıl tutulması yani. Sanki Berk Brad Pitt ama ben Angelina Jolie değil Jennifer Aniston’ım. Her an Angelina bir yerlerden fırlayıp Brad’i elimden alacak gibi geliyor.
* Ne Berk’miş be... Onu geçmiş beraberliklerinden farklı kılan ne?
- Berk’in ağzından laf bir kere çıkıyor. Bana söylediği, söz verdiği her şeyi yaptı. “Bakarız” diye bir söz çıkmaz ağzından.


TANIŞTIKTAN İKİ HAFTA SONRA EVLENİLİR Mİ!
* Babana annenden ayrılıp başka kadınla evlendiği için mi kızgınsın yoksa sana hep “bakarız” dediği için mi?
- Ayrıldığı için babama kızmaya hakkım yok. O onun hediyesi, yaşayacak, tadına varacak. Asıl kızdığım hayatımın en zor günlerinde babamın elimi tutmaması.
* Hangi günlerden bahsettiğin malum... Selma Ann Desmond’ın vefatından sonra hiç vicdan azabı çekti mi Ayşe Özyılmazel?
- Hem çektim hem çekmedim.
* O nasıl oluyor?
- Çekmedim çünkü tanıştığımızda zaten boşanmışlardı. Durumun hiddetinden, şiddetinden, ciddiyetinden kesinlikle haberim yoktu. Tanıştıktan iki hafta sonra evlendim, tek aradığım şey mutlu olmak ve güvendi.
* Bugün dönüp baktığında neler geçiyor aklından?
- Keşke iki nefes alıp soluklansaydım. O kadar kısa zamanda bir insanı tanımana, huyunu suyunu anlamana imkan yok. Tanıştıktan iki hafta sonra evlenilir mi Allah aşkına? Şu an dingin kafamla her şeye dışarıdan bakıyor ve çok üzülüyorum. Çünkü bilmiyordum, bilseydim yemin ediyorum ki yapmazdım. Hakikaten yapmazdım.


KİTABIMI ERKEK ARKADAŞIMA İTHAF EDİYORUM

* Kitabının başında B’ye ithaf var. B kim? B planın mı?
- Berk... Çünkü neredeyse kitabın tamamını onunla ilişkim sürecinde yazdım. Bu arada B planım yok.
* Kitapta “oradaki kız aslında yok” demişsin. Pardon buradaki kim?
- İzzet deminden beri cevap verirken acı çekiyorum çünkü kendimi anlatırken, kendimden hoşlanmıyorum. Ama işin gereği bu. Oradaki kız aslında yok evet. Çünkü kapı kapı dolaşıp “ben aslında öyle değilim” diyemezsin zaten desen de anlamalarının imkanı yok. Herkes seni kendi gözüyle görüyor, göz göz oluyorsun, yabancılaşıyorsun. Buradaki benim ama görmek istendiği kadar, gösterdiğim kadar.
* Sence kimin için önemlisin bu hayatta?
- Kendim için demem gerekir değil mi? Aslında kimsenin gerekliliği yok bu hayatta. Onu anladım. Gereksiziz yani. Yerimiz anında doluyor. En unutulmazlar unutuluyor, en özellerin yerine yenileri geliyor. Millet hayatının aşkını, canını kanını verdiği, tükürüğünü içtiği, ağız kokusunda nefes aldığı kişiyi bile iki günde silebiliyor hafızasından.
* Kızım yok mu bir tane bile seni önemseyen insanevladı?
- Vardır canım, vardır elbet, olmalı, herkesin buna ihtiyacı var. Belki de onlara sormak lazım.
* Ayşe sahi sen neye inanmıştın?
- Aileye inanmıştım. İsteyince her şeyin olacağına inanmıştım. Samimiyetin anlaşılır olduğuna inanmıştım. Seversem sevileceğime inanmıştım. Yazdıklarımın yazıldıkları gibi okunacaklarına inanmıştım.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!