Oluşturulma Tarihi: Ağustos 27, 2005 00:00
İnsan her türlü ortama uyum sağlayabiliyor. Mesela iki gündür sular akmıyor ve ben pet şişeyle yüz yıkama konusunda süper bir teknik geliştirdim.İSKİ’ye kızmıyorum artık. Hatta çok seviyorum İSKİ’yi. Böyle bir potansiyelim olduğunu nasıl fark edebilirdim ki, sular kesik olmasaydı?..Bir ara Topesto’ya telefonda beş litrelik pet şişeden duş yapma projemi anlattım. Ona anlattığımı size de anlatabilirim:‘İki adet beş litrelik pet şişe alıyorum usta; biri dolu, diğeri boş tamam mı? Tamam... Boş olanın alt kısmında duş gibi küçük delikler açıyorum sonra... Boş olanı ağzı tavana gelecek şekilde asıyorum banyoya. Dolu şişeyi de boş olanın ağzına gelecek şekilde, bir çeşit Zihni Sinir aksamıyla sabitliyorum. Kağıt üzerinde güzel oluyor da daha pratikte bir başarı elde edemedim. Neyse efendim, dolu olanın kapağını açıp, boş olanın altında yerimi alıyorum. Burada suyun dökülme hızını belirlemek yani eğimi iyi vermek çok mühim. Dilersen bir beş litrelik daha suyu yedekleyebilirsin. Yani bilimsel bir deneydir ve ilktir sonuçta. Sabunlu vaziyette kalmak da var di mi?’Topesto projemi dinledikten sonra bir süre sustu ve ‘Eskiden yaptığın gibi otele gitsen olmaz mı? Böyle delirmiş insanlar gibi konuşup korkutuyorsun beni birader’ dedi.‘İşte Türkiye’nin en büyük sorunu, bilime ve bilim adamına duyulan güvensizliktir arkadaş!’ diyerek kapattım telefonu.Hayır bana böyle saygısız bir tavırla yaklaşan insanı tanımasam bir şey demeyeceğim. Bu eleman kışın sular kesikken, yağmuru görüp kafayı şampuanlayıp camdan dışarı uzatmış bir insandır yani, o bakımdan...*Halkın arasına böyle ıssız adadan kurtarılmış bahtsız denizci gibi çıkmak istemediğimden eve sığındım tamamen. Mahalle esnafıyla iyi niyet çerçevesinde kurduğum ilişki sayesinde normal normal yaşıyorum.Gazetedekilere ‘Sular kesildi çalışamayacağım’ demek acayip olacağından yazıları da bir şekilde yazıp artık elektronik postayla mı olur, güvercin ayağına bağlamak suretiyle mi olur; geçeceğim işte...Evde çok vakit geçiriyorum ama dışarı da çıkan bir insanım. Böyle üç-dört gün oturunca ne yazacağını düşünmeye başlıyorsun tabii.‘Ne yazayım?’ diye düşünüyorum, bu soru zamanla ‘Nelerle uğraştım ben şu son günlerde’ye dönüyor. Oradan kendime verdiğim cevaplar da uğraştığım şeylerin ne kadar boş olduğunu gösteriyor.Kitapları toplamışım, tuhaf bir duş projesi geliştirmişim, evde birbiriyle karışınca bir mana içermeyen gıda maddeleri biriktiğini fark etmişim ve aralarında Gaira adıyla tanınan (Asıl adı Kazuo Komizu) yönetmenin iki eseri başta olmak üzere sepetle
film seyretmişim.Aslında bu Gaira’nın ‘Entrails of A Virgin’ ve devamı niteliğinde çekilen ‘Entrails of A Beautiful Woman’ adlı filmleri üzerine tahminimce 200 sayfa filan yazabilirim.Fakat 1986’da çekilmiş ve Alien’ın porno versiyonu gibi bir şey olan bu iki filmi anlatmam hem benim açımdan hem de gazete açısından güçlükler yaratabilir. Benden veya Topesto’dan hasta olmasın, hakikaten hasta bir insan çünkü Gaira.Şimdiden rica edeyim ‘Filmleri nasıl bulurum?’ tribine girmeyelim. Bana Topesto getirip bıraktı, ona da kült Asya filmleri meraklısı bir arkadaşı getirmiş. Yani internet kurtarsın diyebilirim sorularınıza cevaben...*‘Hayat böyle geçmez’ diyerek (Aslında bal gibi geçer di mi?) evden çıkmaya hazırlanırken Topesto aradı.‘Senin projeyi düşündüm de...’ dedi. Belli ki takılmış o duş hadisesine.‘Buyur çitlembik! Öksür bakalım’ dedim.‘Bak şimdi sen bu duş için iki tane beş litrelik şişe seçerek hata ediyorsun. Bence bir tanesini, yani altını deleceğini 1,5 litrelikten seçmelisin. Beş litrelik şişenin altı geniş, küçük şişeden daha fazla verim alırsın’ dedi.‘Kevgire çevirmeyecektim zaten beş litreliği de altında birkaç delik açacaktım. Ama vazgeçtim zaten spor salonu bulurum bir tane. Madiden iki dakika koşarım bant üstünde sonra duşumu alırım’ dedim.‘Ya, tabii kevgire çevirmeyeceksin ama suyun şiddeti daha fazla olur daha küçük şişe kullanırsan’ diye ısrar etti.‘Birader sen hakikaten benim öyle bir şey yapacağımı düşünmedin di mi? Yani benim el yeteneğime sahip birinin şişeyi açıp bardağa su doldurması bile alkışlarla karşılanır bizim sülalede’ dedim.‘Ben ciddiye aldım ama gördüğün gibi’ dedi.‘O eskiden basketbol oynadığımız salona hálá girebilir miyiz, sen onu söyle’ dedim.‘Spor Sergi Sarayı’nı söylüyorsan, kongre ve konser merkezi oldu orası’ diye ukalalık yaptı aklınca.‘Çok komik hoho’ dedim kapadım telefonu.Aslında son anda size Ozzy Osbourne’un The Beatles hayranlığı ve nasıl beste yaptığıyla ilgili komik bir hikaye vardı, onu anlatacaktım ama yeri idareli kullanamadım.Yine de nasıl beste yaptığıyla ilgili şu kısmı anlatayım, çok komik. Kaynağımız Uncut Dergisi’nin 100’üncü sayısı. Ozzy ‘She Loves You’ya duyduğu aşkı anlatıyor sonra kendisine geçiyor: ‘Yatakta uzanırken, uykuya dalmaya çalışırken melodi geliyor aklıma. Zihnimde bitmiş bir konçerto gibi çalıyor parça, inanılmaz güzel geliyor... Ertesi sabah uyanıyorum; başucumdaki ses kayıt cihazında hasta ruhlu bir çatlak mırıldanıyor: La, la, la...’Hepimizin derdi bu be Ozzy Baba... Sen bizim perşembe geyikleri sırasında büyükbaş hayvanlar gibi güldüğümüz esprileri ertesi sabah tekrarlayınca ne durumlara düştüğümüzü bir görsen...Koçun hayvanlığı da herkes kadarEvde, bir nevi bahar temizliği gibi her sene tekrarlamam gereken bir iş var: Kitapları düzene koymak. Zevkli yanları da olan, fakat neticede zor bir işten söz ediyorum.Bu sefer, iki yıldır göz önünde olmayan kitapları çıkarıp dizeceğim filan. Yani tuzaklarla dolu bir yolculuk. Çünkü operasyon ‘Aaaa, şu da vardı, bu da vardı’ şeklinde kesilip duruyor.Bu operasyonun en faydalı bölümü, bir kenara bıraktığınız kitapla karşılaşıp gaza gelip bir anda okumaya başlamanız. İş aksıyor ama kitap bitiyor, bu iş de uzadıkça uzuyor.Son harekat sırasında Jacques A. Bertrand’nın ‘Terazinin Hüznü’ kitabına takılmış vaziyette buldum kendimi. Gazete falı okuyan insanlar gibi ‘Aaaa, bakayım
Koç için ne yazıyordu?’ diye girdim kitaba. Malum, Koç burcuyum.Kitap 1990’da Metis tarafından basılmış eğlenceli bir kitaptır. Bulunuyor mu hálá bilemiyorum. Fakat girişinde Alphonse Allais’in de belirttiği gibi ‘Doğru olmasa bile, iyi bulunmuş’ bir kitap!..Bu kadar laf salatasından sonra Koçun Heyheyleri başlıklı bölümden küçük bir parça aktarayım bari: ‘Koç kafasını öne eğer. Koç kafasını çok sık öne eğer. Hálá düşünmekte mi, yoksa çoktan saldırıya mı geçti, bir türlü anlaşılamaz. Çıkışları iyidir ama bitişlerde vasattır. Sonuna kadar doğru çizgide kaldığı pek görülmemiştir. Çıkışları o kadar sever ki; rahatlıkla başka bir yöne gidebilir.Koç sezgili ve hazırcevaptır. Koçun hayvanlığı da herkes kadardır...’
button