Güncelleme Tarihi:
Fikret Kuşkan, Mehmet Günsur ve Nejat İşler, ilk kez aynı projede bir araya geldi. Onları dizi seti dışında bir araya getirmekse hayli meşakkatli iş.
Üçünüz ilk kez aynı projede yer alıyorsunuz. Nasıl oldu bu?
Fikret Kuşkan: 10 ayrı yönetmenin çektiği "Anlat İstanbul" filminin farklı bölümlerinde rol almıştık ama o zaman ayrı ayrı ekiplerle çalışmıştık.
Nejat Ä°ÅŸler: Beraber çalışmayı hep istedik ama bunun düzgün bir ekiple olması için sabrettik. Sonuçta bu proje bizim etrafımızda oluÅŸtu. "Kim çekse?" diye düşünürken menajerimiz AyÅŸe Barım bu iÅŸin anneliÄŸini, Erol Avcı da (TMC Yapım Åžirketi) babalığını üstlendi. Kurgulanan bir ÅŸey deÄŸildi bu proje. Bir anda ortaya çıktı ve aÄŸustosta çekimlere baÅŸladık.Â
Elbette birçok insan, özellikle de genç kız tayfası, diziyi sizin için izliyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
F.K: Böyle bir şeyin arkasına sığınarak nereye kadar gidilebilir ki? Yaptığımız işten mutlu olmalıyız.
N.İ: Güzel giden bir şey güzel de, para kazandırıyorsa kimse onu bırakmak istemiyor. Uzayacak diye de hikáye saçmalaşmaya başlıyor.
F.K: Türkiye’de son 10 yıl içinde yapılmış son derece iyi iÅŸler var. Damakta lezzet bırakmışlar. Bizim dizimizin iskeleti de tıpkı o iÅŸlerinki gibi iyi kuruldu.Â
Yönetmeniniz Selim Demirdelen reklam dünyasından geliyor değil mi?
F.K: Evet, ilk kez bir televizyon dizisi çekiyor. Benim için çok kıymetli bir yönetmen, mutlaka sinemada da var olmalı. .
Mehmet Günsur: Ben diziden teklif aldığım için İtalya’dan kalkıp gelmedim, tam tersine başından beri bu işin peşini kovalıyordum. Yönetmeninden müziğine, yapımcısından yazarlarına kadar her şeyi cezbetti beni.
Dizi setlerindeki çalışma koşullarının gayri insani olduğu söyleniyor. Sizin setinizde de böyle bir durum var mı?
M.G: İtalya’yla kıyaslarsam Türkiye şartları çok farklı ve buranın kendi gerçekleri var, ancak bu dizideki çalışma koşulları rahat. Tabii bizim çalışma koşullarımızı belirleyecek bir gücümüz var artık. İtalya gibi sendika kurup, günde maksimum 10 saat çalışmak gibi bir şansımız yok ama bir bölümün 80 dakika değil de 60 dakika olmasını sağlayabiliyoruz.
F.K: Televizyon artık daha iyi koşulları sağlayacak bir ekonomiye ve reklam gücüne sahip, sinema içinse durum çok daha zavallı. 20 günde film çekilmeye çalışılıyor. Televizyona zaten sanat gözüyle bakmıyorum ben. Bu aptal kutusu, parasını her zaman, her şekilde çıkarabilir. Televizyon dünyanın her yerinde aptaldır. Bizim derdimiz, bu dünyanın içinde nasıl kaliteli projeler yapabileceğimiz.
Milyonlarca insanın tek eğlencesi ve hayatla bağlantısı televizyon. Bu kadar küçümsemeseniz televizyonu...
F.K: Televizyon yüzünden durmadan kıçıyla dünyayı sallayan Paris Hilton’u konuşuyoruz. Oysa çok daha önemli konulardan bahsedebilirdik. Para benim için araç değil amaçtır ve maalesef ben bu aracı sinemadan değil, televizyondan kazanıyorum. Bunun için de en iyi projeleri seçiyorum.
N.İ: Televizyon aslında deterjan, araba filan satılan bir pazar. Sadece reklamlarla dolu olmasın diye araları dizilerle ve programlarla dolduruluyor. Bunda ters olan tek şey, kolaycılığa kaçmak. Sadece parayla pulla da ilgili değil, cesaretli ve akıllı adamlara ihtiyaç var. Ve işini iyi bilen profesyonellere...
CİNSELLİK DE RTÜK’ÜN
KÄ°TABINA UYDURULDU
Peki siz artık mesleki riskler almaktan kaçınıyor musunuz?
F.K: Artık risk almayacağım, karşımdaki adamın ileride Martin Scorsese olacağını bilsem bile, kimsenin ilk filminde oynamayacağım. Bunun çok acısını çektim.
N.İ: Ben inanırsam risk alırım.
M.G: Ben de. Zaten bir işi kabul ettikten sonra risk olmaktan çıkar. Bu matematikle ilgili değil, daha çok bir his. Senaryoyu okurken bir yerine dokunuyorsa tamamdır o iş.
Dizi çekildiği sürece başka hiçbir iş yapmayacak mısınız?
F.K: David Fincher bile elinde harika bir senaryoyla gelse, kusura bakmasın, bekler yani. Bizim sete gelir, iki defa bakar ve "Bunları beklemek zorundayım" der.
N.İ: David Fincher’a hayır denilecek zamanlar da vardır. O zamanlardan biri de bu. Bu sene bir sorumluluğumuz var ve tamamen kapalıyız.
Diziniz bir İstanbul dizisi. Hikáyede nasıl bir yeri var İstanbul’un?
M.G: Bu bir ’İstanbul Vice’ dizisi değil, öyle helikopterlerle filan çekimler yapmadık. Sesli çekiliyor ve bir bölümü altı günde tamamlamak zorundayız.
Osmanlı aristokrasisi de dizinin önemli unsurlarından biri. Osmanlı hanedanı nasıl ele alınıyor dizide?
N.İ: 600 yıllık bir imparatorluğun devamı olduğumuz halde şimdiye kadar hep böyle bir durum yokmuş gibi davranıldı. Osmanlı hanedanı dizinin ilk bölümlerinde önemli bir ağırlığa sahip değil, sadece üstü örtülü bilinmezlik içinde sezdiriliyor izleyiciye. Kamera, "Cumhuriyet daha iyidir" filan gibi bir taraf tutmuyor. Ne yaşamışlarsa, Osmanlılara da normal insanlar gibi davranıyor.
M.G: Aristokrasi meraklısı deÄŸilim ama Ä°talya’da yaÅŸarken tanıştığım bir dolu prens, kont filan var. Bu insanlar 45 yaşına kadar hiç çalışmamış ve aristokrasi bittikten sonra bir anda para kazanmak zorunda kalmışlar.Â
Nejat Bey, bıyığa alıştınız mı?
N.İ: Hálá biraz zorlanıyorum. Elim durmadan bıyığa gidiyor, oynayıp duruyorum.
Dizide bol bol aÅŸk var. Peki, cinselliÄŸe yer verebildiniz mi?
N.İ: Var, ancak bir dizide olabileceği kadar. Cinsellik de RTÜK’le ilgili kuralların kitabına uygun olarak ele alındı.
M.G: Biz dünyadaki dizi standartlarını yakalamak istiyoruz. Mesela "Trainspotting" bir televizyon filmi olarak çekilmiştir.
N.İ: Jim Jarmusch’un "Stranger Than Paradise"ı ve Wim Wenders’in bazı filmleri de öyle. Fikret; "Eve gidince rahat uyuyorum ve aklıma bir şey takılmıyor" diyor bu iş için. Benim standardım da aynı: Rahat uyumak...
Bu bir erkek dizisi deÄŸil
Fikret Bey bu dizinin kötü adamı siz misiniz?
F.K: Bu dizide kötü adam yok. En azından bildiğimiz anlamda yok. Herkesin bir nedeni var. Söylenmiş bir cümlenin, mesela 26. bölümde karşılığı olduğunu görebiliriz. Televizyon dünyasındaki 90 dakikalık diziler yüzünden mantık zinciri koptu. Bizdeyse olaylar hızla değişiyor. N.İ: Yeni bölümler geldikçe "Ulan amma şey olup bitiyor" diyorum.
M.G: Olaylara kimin gözünden bakarsanız ona hak veriyorsunuz.
- Birbirinizin canlandırdığı karakterlerle gerçek hayatta arkadaş olur muydunuz?
N.İ: Mehmet’in karakteriyle olurdum, Fikret’inkiyle de iş arkadaşı olurdum sanırım.
- Daha çok erkekler üzerine kurulmuş bir dizi mi "Bıçak Sırtı"?
F.K: Değil. Belki en baştan beri vitrinde biz olduğumuz için böyle algılanmış olabilir. Çok önemli bir baba karakteri var. Erkan Can var. Vildan’ın (Atasever) canlandırdığı Güneş ve Melisa’nın (Sözen) Nisan karakterleri en az bizimkiler kadar önemli.
N.İ: Dizinin lokomotifi biz değiliz zaten, olayların merkezinde küçük bir çocuk var ve her şey onun etrafında dönüyor.