Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2002 00:00
Ben itiraf ediyorum. Beynimin beton dökülmesi gereken yerleri var. Aklı fevkalade başında olan annemin bile var. Siz itiraf etmeseniz kaç yazar? Sanki sizin yok...Hani çocukların bıngıldak dönemi vardır.Kafalarının üst kısmı yumuşaktır. Hepimiz biliriz ki, o dönem, bebeklerin başını dikkatli ve özenli tutmak gerekir, aman ha, çok çok nazik davranacaksın...Yoksa...Allah korusun!Bir hatada... Bir yanlışta...Anlıyor musunuz?Bu bıngıldak lafı, benim kafamı bulandırıyor.Huzursuz ediyor.Beni değil aslında, beynimin beton dökülmesi gereken yerlerini.Çünkü ne zaman bir bıngıldak görsem, mis gibi koktuğunu da bilsem, korkarım, dokunmaya bile çekinirim, çünkü şimşek hızıyla parmağımın çok da zorlanmadan, oradan, taa derinlere, girebileceğini sezerim.Küt diye zihnime böyle abuk sabuk bir düşünce hücum eder.Beynimin beton dökülmesi gereken bölümünden geçer.*Hayata yalnız olmadığımın kanıtı annem.Benim gibi o da asla hayata geçirmiyor ama biliyorum onun da beyninden böyle tuhaf düşünceler sıkça geçip gidiveriyor.Bir keresinde, yeğenim Ela küçüktü, bıngıldak zamanları, Adana'daki eski evin balkonundayız, 8. kat, kuş bakışı memleketimin sokaklarına bakıyoruz.Birden bire diyor ki: ‘‘Kollarımı açsam, Ela aşağıya düşer. Geçen gün senin elinden yanlışlıkla kayan çay bardağı gibi’’Söylediği şey bu kadar.Suratına şaşkınlıkla baktığımı hatırlıyorum.Torununu bir çay bardağı gibi düşürmeyeceğini biliyorum.Onu çok sevdiğini de.Ama kafasından geçen düşünceyi itiraf etmeyi engellememesini şaşkınlıkla izliyorum.Annemi, annem olmasının dışında bu yüzden de seviyorum, insan onunla, beyninin beton dökülmesi gereken yerlerini ve oradan geçip giden düşünceleri konuşabiliyor.Ela, etrafa gülücükler atarken biz koyu bir sohbete dalıyoruz.Ablam yanımıza geliyor, konuştuklarımıza duyunca da şöyle diyor:‘‘İkiniz de delisiniz. Çocuğumu kucağıma verin de, uçuk kaçık sohbetinize öyle devam edin.’’*Size hiç olmuyor mu?Bir tiyatroda, bir şovda birden bire sahneye çıkıp, mikrofonu elinize alıp, bambaşka bir telden çalmaya başlamak... Saçma sapan bir şey yapmak... Yani hiç mi aklınızdan geçmiyor?Ya da herkesin çok ciddi olduğu bir ortamda, tabii ki yapmayacaksınız ama, birden eteğinizi çıkarmak, üstünüzde en şık, en siyah tayyörünüz, altınızda donla kalmak...Ve hayat tamamen normalmiş gibi davranmak.Valla benim tonla şey geçiyor beynimden.En olmadık zamanda, en olmadık şekilde.Yapmıyorum tabii.Anneme sordum.‘‘Bu normal mi?’’ dedim.‘‘Tabii ki’’ dedi, ‘‘Hepimizin beyninin çimento dökülmesi gereken yerleri var. Ama merak etme o çimento senin içinde var. Döküyorsun. Ki aramızdasın! Hali hazırda o ince sınırı geçmedin. Ama herkesin böyle bir potansiyeli var.’’Onun bunun bilmem, ben hayatta anneme inanırım.*Konumuzla direkt alakasını kurmakta zorlanabilirim.Ama deneyeceğim.Bu aralar Kemal Uluer'in Yapı Kredi Yayınları'ndan çıkmış ‘‘Başucumda Hayat/ Mutlu bir Ölümün Güncesi’’ adlı kitabını okuyorum.Bayılarak, ölerek, ara verince Kemal'i özleyerek.Tuhaf bir kitap.Ama ürkütücü değil.Her satırı gerçek.Sizi hayatta gerçekler korkutuyorsa, onu bilemem tabii.Bana, kitabı Doğan Akın yollamış, ‘‘Kemal'in günlüklerini sizinle paylaşmak istedim’’ demiş. Doğan Akın, onun ‘‘ortak’’ı. İş ortağı değil, çok çok daha ötesi, bir tür aşk aralarındaki, gerçek iki dostun birbirine duyduğunu kardeşlikten bile öte hislerden söz ediyorum. Kitabın girişine de Doğan Akın ilişkilerini anlatan sıkı ve samimi bir önsöz yazmış.Kemal Uluer artık aramızda değil.O çok mutlu bir hayat yaşamış, günlüklerinin her satırından anlaşılıyor bu, kitabında tek bir fotoğraf yok ki, suratı asık olsun, hep ama hep gülmüş, herşeyi dibine kadar ama keyifli yaşamış.MS hastasıymış.Kas erimesi.Tedavisi de yok.Eriyorsunuz yani.Peki Kemal Uluer sonunda ne yapmış?Geçen Aralık'ta, gereği kadar yaşadığına karar verip, intihar etmiş. Çok sevdiği Aborjinler gibi. Bedenine zarar vermeden. Başına soluk almasını engelleyecek bir naylon torba geçirip, oturduğu tekerlekli sandalyeden yüzüstü yere atmış kendini.41 yaşındayken.Yüzünde bir gülümsemeyle.Bilerek, isteyerek.Ardında ‘‘İntihar etsem böyle bir not bırakırdım’’ diyeceğiniz bir not bırakarak.Nokta.*‘‘Başucumda Hayat’’, yani Kemal'in hikayesi, beynimdeki beton dökülmesi gereken yerleri harekete geçiren bir kitap oldu.Tuhaf şeyler düşündüm.Kendime şu soruyu sordum: Hangisi daha çok cesaret istiyor? Kemal'in yaptığı gibi kendini öldürmek mi? Uzun uzun düşünüyorum tabii. Sonra (onun günlüklerini okumaya, hayatına sızmaya, onunla hüzünlenip, gülmeye devam ediyorum ya, Kemal o sırada 10 resimlik bir seriyi tamamlamaya çalışıyor, 10. bitince de hayata elveda diyecek), birden kendimi Kemal'in sevgilisi yerine koyuyorum ve yine düşünüyorum: Ya o benim hayatta herşeyden çok sevdiğim insan olsaydı ve en mahrem düşüncelerini günlükleriyle paylaşmak yerine benimle paylaşsaydı ve benden böyle bir şeyi talep etseydi, yani onu öldürmemi... Yapabilir miydim? Ben katil mi olurdum? Birini öldürmek, kendini öldürmekten daha fazla mı cesaret istiyor yoksa?Söylüyorum size, insanın beyninin beton dökülmesi gereken yerleri sonsuz şeyler düşünebiliyor.Çünkü bir şık daha geliyor aklıma.Stephan Zweig ve karısı.Onlar da birlikte bir ölüm seçmişlerdi.Yoksa bu aklıma gelen son şık, birlikte ölmek, buna karar vermek ve uygulamaya geçmek, daha mı fazla cesaret istiyor?*Allahtan annemin söylediği gibi beynimizin bize ait harcı, betonu var.İşin içinden çıkamayınca, kendime böyle yanıtı olmayan sorular sorunca betonu döküveriyorum, olup bitiyor.Siz de dökün o betonu.Ben Bebek'teki yoğurtçuya gidiyorum. Yodo adı.Ne yoğurt ne dondurma aslında. İkisinin karışımı.Ama şahane.Üzerine bir de kırmızı frambuazlar...Oh be.Ne betonu, ne harcı...Yaşasın hayat.HAMİŞ: Çok ayıp ama 3. İmza Seferi'mi bugün (13:00-15:00 arası) Ümraniye Carrefour'un içindeki İnkilap Kitapevi'nde tertipleyeceğim. Beklerim efendim.Malibu annen seni özlediGeçen gün Fatoş evden kaçmıştı. Anne Selen, yorgan döşek yataklara serilmişti. Her zaman olmaz ama, o zaman, öykü mutlu sonla neticelenmişti. Fatoş evine döndü.Darısı Malibu'nun başına.O benim manikürcü arkadaşım Sezen'in biricik boxer'ı.Ölüp bitiyordu ona.Ne yazık ki bir süredir kayıp.Eşgal veriyorum:5 yaşında.Ön dişi kırık.Sol patisinin üç parmağı beyaz.Bulanların insaniyet namına Sezen'i ya da oğlu Levent'i aramalarını rica ediyoruz: 0536. 697. 66. 62. Fotoğrafta Malibu'nun çocukluk hali görülüyor, şimdi biraz daha iri ama çok iyi huylu.HAMİŞ: Bulunması şundan da acil, rahatsızlığından dolayı Malibu tedavi görüyordu, bu aralar iğne zamanı...
button