Beyni bedeninden ileri yaşayanlar

Güncelleme Tarihi:

Beyni bedeninden ileri yaşayanlar
Oluşturulma Tarihi: Eylül 29, 2003 09:57

Ben küçükken ailemdeki herkesin aklı fikri havalarda dediği bir haylaz çocukmuşum. Yaptığım yaramazlıkların haddi hesabı yokmuş. Oldukça atletik bir bedenim ve olimpiyatlara taş çıkartan sıradışı sportif faaliyetlerim varmış.

Haberin Devamı

Hayal meyal hatırladığım kadarıyla daha henüz üç yaşında iken ilk gülle atma antremanlarıma başladım. Evimizin damında annem rahmetlinin turşu kurmak için hazırladığı salatalık ve acurları yan komşuların bahçesine atmaya başladığımda, adamcağız bir türlü istediği büyüklükte yetiştiremediği hıyarların gökten bir ikram olarak kendisine yollandığını filan zannetmiş. Şaka maka değil, gökten basbaya hıyar yağıyor. Gülle atma antremanını, hedefi 12’den vurma antremanına çevirip, ne oluyor diye bahçeye toplanan ev halkının kaşına gözüne isabet ettirmeye başladığımda ise başka bir spor faaliyeti başlıyordu. Halk dilinde tabana kuvvet diye tabir edilen atletizm yarışı.

Haberin Devamı

 

Bu tip yaramazlıklarım sonucunda oldukça geliştirdiğim, 500 m. engelli atletizm koşusu, bayağı işime yaradı. Ama yarışı kazanamazsam genellikle sevgili babamla (aramızdaki onca siklet farkına rağmen) aynı ringe çıkıp müthiş bir boks maçı yapmaktan kurtulmazdım. Nedense direk, kroşe, aparkat (upper-cut) ve swing şeklinde cerayan eden bu tek taraflı mücadelede, bana da (büyüklere el kalkmayacağı için) düz gard almak kalıyordu.

 

Yaşım ilerledikçe spor faaliyetlerim de gelişiyordu. Hayatı hep gardını alarak yaşamak büyük bir azaptı. Ve ben de babama karşı hiç kullanmasam bile, arkadaşlarla iki taraflı yapabildiğim karate, judo ve tekvando çalışmalarına başladım. Bu tamamen nizami ve tamamen centilmen(!) sportif faaliyetlerimi kıskanan yaramaz çocuklar ise hep beni şikayet ediyorlardı. Aldırmadım tabi. Bu arada salatalık atmayı, tamamen masrafsız bir yöntem olan taş atma faaliyetine çevirdim. Öyle turşuluk hıyar al, yıka, kes, tuzlu suya bastır ve at, itiraf etmeliyim ki epey zahmetli ve masraflı bir spordu.

 

Katıldığım futbol turnuvalarında, rakibe dalmak, çim gibi biçmek, çatur çutur kemik sesleri getirmek, faul vuruşlarında topu tam rakibin hassas bölgelerine nişanlamak ve bu maç karokolda biter abi edalarına bürünmek en gözde hareketlerdi. Eh ne de olsa futbol erkek sporuydu. Ve alt edemeyeciğim bir durumla karşılaşırsam da, erkekliğin onda dokuzu prensibini uyguluyordum.

Haberin Devamı

 

Al Pacino’nun emekli kör bir albayı oynadığı "Scent of a Woman / Kadın Kokusu filmindeki araba kullanma sahnesini aratmayacak, ehliyetsiz araba yarışlarım oluyordu. Allahtan hukuka adına “zaman aşımı” denilen bir güzellik eklemişler de, bunları sizlerle paylaşabiliyorum. Yoksa şimdi sadece ehliyetsiz araç kullanma cezalarını tahakkuk ettirselerdi, para yetiştiremezdim.

 

Sonuçta, ben küçükken ailemdeki herkesin aklı fikri havalarda dediği bir haylaz çocukmuşum. Haylaz bir çocukmuşum da ne olmuş yani. Hıyar atmışım. Ellerime sağlık. Şimdi eğer sağ iseler, bu yazıyı okuyan “gökten hıyar yağma şenliği”ne şahit olan komşularımız bile eminim çok gülüyordur. Hukuktaki zaman aşımı kavramını seviyormuşum. Seveyim. N’olmuş yani.

Haberin Devamı

 

En azından ben zaman aşımını, maçlardan sonra yapılan ve bir ömür çekilen tabancalı magandalıklar için kullanmadım. Banka hortumlama için kullanmadım. İnsanı insanlığından bezdiren yağmalar, tecavüzler ve katliamlar için kullanmadım. Ehliyetsiz araba kullanmışım. O kadar. Sevgili Metin Şentürk direksiyona geçsin, ben de yanındaki Chris O’Dennell olmazsam ne olayım. Hem ehliyet verilen bunca insan araba kullanmaya ehil ise, sadece son 19 yılda meydana gelen 4 milyon 586 bin 82 trafik kazası da neyin nesi oluyor acaba? Ehliyet verilen kişilerin ehilliği sayesinde, sadece son 19 yılda 106 bin 488 vatandaşımız can vermiş, 1 milyon 748 bin 565 vatandaşımız da kazalardan yaralı olarak kurtulmuş. Tamamen araba kullanmaya ehil oldukları onanan bu kişilerin sebebiyet verdiği kazaların maddi bilançosu da sadece son 19 yıl için 3.6 katrilyon Türk Lirasını aşmış. Onun için şimdi öyle ehliyet, ehil olmak safsatalarını yutmuyorum.

Haberin Devamı

 

Başka bir ehliyet işi de, banka kurmaya ehil oldukları devletçe onanan malum zatların bizden, çocuklarımızdan ve geleceğimizden çaldıkları 40 milyar dolara yakın paranın nereye gittiğidir. Ondan sonra da ehillik ve ehliyet edebiyatı yapıyoruz. Şu şu şu evrakları getireceksin… Evraka dayalı bir ehliyet. Tıpkı iş dünyasının CV’lerle yönetilmesi gibi vahim bir şey. CV ehliyete işarettir ama aslolan insandır. İnsanda ehliyet yoksa, insan işinin ehli değilse, herşey boşuna.

Ne demiştim, ben küçükken ailemdeki herkesin aklı fikri havalarda dediği bir haylaz çocukmuşum. Haylaz bir çocukmuşum da ne olmuş. Olmuşum, olmuş bitmiş. Gerçi şimdi de çok akıllı olduğuma tereddütle yaklaşan dostlarım var. Hapishanelerde binlerce düşünce suçlusu olan bir ülkede, kartvizitine “düşünce öğretmeni” yazdırmak ne kadar akıllılıksa o kadar akıllıyız işte.

Haberin Devamı

 

Çocukluk çocuklukta kalmamalı bence. Şimdi sizlerle paylaştığım bu satırları yazarken, yeniden yaşadım tüm anıları birer birer. Geçmişi geri getirdim. Başa sardım filmi. Ve sanki yeniden yaşadım. Çocukken aklım havadaymış. Sanki şimdi yerde. Ama mesele, aklı bedenle birlikte havalandırmak.

 

Kimi insanlar vardır; aklı havada, beyni kafatasında, bedeni yerde. Bu tip insanlar projelerle, hayal alemlerine dalar çıkar ama bir kutup martısının 10 m. derinlere dalıp gagasında bir balıkla dönmesini bile modelleyemezler. Dal-çık, dal-çık. En sonunda hık-mık. Yani ortaya bir sonuç koyamazlar. Ama havalandın mı, aklını beyninle, beynini bedeninle götürmek lazım gittiğin yerlere.

 

Kimi insanlar vardır, aklı bedenlerinden bir karış havada. Toz pembe hayallerle yaşar bu Nalan’lar. “Pembe pancurlu evimiz olacak Nalan” Ve bu söze kanarlar, koca bir ömür boyu. Akıl bir karış havada. Beyne bir girse. İçeride çok iş var. Akılla beynin buluşmasından muhteşem sonuçlar çıkacak belli. Ama bir türlü havalanan aklı beyne indirmeyi başaramazlar.

 

Kimi insanlar vardır, beyinleri önde giden. Hep düşünce hızında yaşar, düşünce hızında ölürler. Fikirlerine bedenleri yetişemediği için, musallada tabut peşe gelince sıfıra sıfır elde var sıfır’ı oynarlar. Yaşamları o kadar hızlı geçer ki, kimseler yetişemez o ulu fikirlerine. Kendileri de yetişemez doğal olarak. Beyni, aklı, düşünceyi önden salarlar ve öyle uçar, öyle kaçarlar ki, yorgun bedenleri o düşünce hızına yetişemediği için, çatlar yok olur.

 

Kimi insanlar vardır, bedenleri önde giden. Yahu senin aklın başında değil mi diye sorduğumuz, aklını başına devşir diye kızdığımız insanlar. Bunların akılları hep geride kaldığı için, yaptıklarını bedenleri ile yaparlar. Bedenleri ile yaşarlar. Bedenleri ile ölürler. Beden dediğin ne ki. Et ve kemik. Şu global dünya da bir deri bir kemik kalana kadar çalışsak bile, sadece bedenleri ile iş yapanlar, cürmü kadar yer dolduruyorlar sonuçta.

 

Kimi insanlar ruhu önde, kimisi ruhu geride yaşar dünyayı. Ruhu ilerde olanlar, vicdan azabından kahrolur, her şeye üzülür, kıyamaz, mahvolur. Ruhu geride yaşayan ise, aldırmaz hiçbir şeye; gaddar, cani ve barbar olur.

 

Sonuçta aklı, beyni, düşüncesi, bedeni ve ruhu önde, havada, geride yaşıyoruz hayatı. Ama size müthiş bir önerim var; Gelin aklı ileri alalım. Akıl! Bir adım ileri! N’olursunuz aman dikkat. Akıl sadece bir adım ileri. Beyin kafanızın içinde. Düşünceler o kafaya tac olsun, bütün güzellikleriyle. Ruhu yükseltin yükseltebildiğiniz kadar. Tam tepenizde olsun. Ve tüm vücudunuzla, bütün hüclerinizle, uygun adım marş! Ve bundan sonra her nereye giderseniz gidin, tüm müfreze tam takım orada olsun, sizinle.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!