Güncelleme Tarihi:
Çok iyi biliyoruz ki yaşlılığın da kendine ait erdemleri var. Ama geriye dönüp baktığında arkanda ‘Rocky’, ‘Rambo’ gibi karakterler olunca 67 yaşına gelsen bile yerinde duramıyorsun, ‘Aksiyonculuk’ oynamak zorunda hissediyorsun. Bu açıdan Sylvester Stallone’yi anlamak lazım ama onun da bizi anlaması lazım; olmuyor, olamıyor… Haftanın ‘Popüler kanat’taki öne çıkan yapımı ‘Kaçış Planı’ (Escape Plan), aynı kuşağa ait bir başka aksiyon yıldızını, Arnold Schwarzenegger’i de kadrosunda barındırıyor.
Önce kısaca hikâye: Güvenlik sistemleri uzmanı Ray Breslin, kaçmanın imkânsız olduğu her türlü hapishaneye girer ve ne yapıp edip oradan firar etmeyi başarır. Mesleğinin ‘Houdini’si konumundaki Breslin, çalışma yöntemleriyle bir anlamda sistemin eksiklerini ortaya koyar. Son işi CIA destekli yeni bir hapishaneyi test etmektir. Lakin içeri girince tuzağa düştüğünü anlar. Breslin, hapishanenin sadist müdürüyle mücadele ederken kader ortaklığı yaptığı Emil Rottmayer’le birlikte firar hazırlıklarına da başlar…
Ülkesi İsveç’teyken çektiği ‘Şeytana Karşı’yla tanınan ama Hollywood’a adım attıktan sonra ‘Derailed’ın dışında çok da kayda değer işlere imza atamayan Mikael Hafström’ün imzasını taşıyan ‘Kaçış Planı’, eski moda hapishane filmlerinin genel rotasını izliyor. Yol arkadaşı ya da husumet sahibi mahkûmlar, ‘Arıza’ bir müdür, hücre cezaları, acımasız gardiyanlar ve bu ortamdan nasıl kurtulacağını merak ettiğimiz bir kahraman…
Başlarken… |
Meslek hayatımda benim için yeni bir sayfa açılıyor. Bundan böyle haftalık bir sinema köşesiyle huzurlarınızda olacağım. Bilenler bilir ama küçük bir hatırlatmada bulunmak gerekirse, ‘Klasik olarak gördüğünü çalan hakem’ tipolojisine yakınımdır, zaten doğrusunun da bu olması gerekmiyor mu? Benim için bir filmin popüler ya da bağımsız olmasının kâğıt üzerinde bir değeri vardır ama eleştiri kriterleri açısından yoktur. İyi ya da kötü film vardır, gerisi hikâyedir. Lakin sinemanın en sübjekitf sanatlardan biri olduğu da malum, dolayısıyla beğenilir uymaz, o da bu işin doğası… |
Miles Chapman ve Jason Keller ikilisinin kaleme aldığı bu klişelerle dolu senaryonun görsel ifadesinde, öyküyü girişte de altını çizdiğim gibi bir zamanların aksiyon yıldızları sürüklemeye çabalamış. Aslında ‘Sly-Arnie ikilisi’, ‘Cehennem Melekleri’ (The Expendables)
serisiyle de huzurlarımıza gelmişti. Hoş orada buluşmanın mantığı bir tür, ‘Beyler, takımı topluyoruz’du ve cümle âlem eskimiş ve eskimeye yüz tutmuş aksiyon yıldızları seride boy gösteriyordu (Sly’le Arnie’nin yanı sıra Jet Li, Jason Statham, Dolph Lundgren, Bruce Willis, Mickey Rourke ve Chuck Norris gibi isimler de kadroda yer alıyordu). ‘Kaçış Planı’ ise öyküyü daha çok Stallone üzerine kurarken ‘Arnie’ye de hacimli bir rol biçmiş. Görsel açıdan da sözde fütüristik bir tasarıma sahip bir hapishaneyi izliyoruz.
Oyunculuk performanslarına göz atarsak Stallone’nin tiplemesi fazla karikatürize. Çünkü kendisini çok ciddiye almış. “Bazılarına yaşlılık ayrı bir yakışır” derler ya, Arnie (eski ‘California Valisi’ de 66 yaşına gelmiş) için çizdiği tipleme böylesi bir yargıyı hak ediyor. Üstelik Avusturya kökenli aktör, sinemasal gemişinde hep kendini ti’ye alan rollerle karşımıza çıkardı, burada
da benzer bir hava estiriyor. Takıntılı hapishane müdüründe Jim Caviezel’i, Stallone’nin yardımcılarından Hush’ta Curtis ‘50 Cent’ Jackson’ı, diğer yardımcı Abigail’de Amy Ryan’ı, doktor Klrie’de Sam Neill’ı, başgardiyan Drake’te ‘futbolcu eskisi’ Vinnie Jones’u, ekibin para-pul işlerini bakan Lester’ta da Vincent D’Onofrio’yu izliyoruz. Nispeten derinlikli çizilmiş karakter Müslüman mahkûm Cavit’te Faran Tahir ise kadronun en iyilerinden.
‘Cehennem Melekleri’ne ilişkin eleştiri yazıma ‘Yaşlılara Yer Varmış’ başlığını atmıştım. ‘Kaçış Planı’, Stallone’nin zorlama karakteri ve hafiften sarkmaya yüz tutmuş kaslarıyla ‘Yaşlılara gerçekten yer yokmuş’ dedirtiyor. Öyküye daha fazla espri serpiştirilse ve Sly biraz kendini ti’ye alsa ‘Altın Kızlar’ tadına varmak bile mümkünmüş.
Her şeyin başı ‘Umut’…
Hafta içinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü, ‘Sinemamızın 100. Yılı’ nedeniyle yabancı konuklara verilmek üzere prestij bir DVD seti hazırladı. Sette Bakan Ömer Çelik’in “Sinemamızın yedi önemli yapıtı” dediği filmler yer aldı. Önce bu filmleri kısaca hatırlatalım: ‘Üç Arkadaş’ (Yön: Memduh Ün), ‘Ateşin Düştüğü Yer’ (Yön: İsmail Güneş), ‘Bizim Büyük Çaresizliğimiz’ (Yön: Seyfi Teoman), ‘Eşkıya’ (Yön: Yavuz Turgul), ‘Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak’ (Yön: Ahmet Uluçay), ‘Neşeli Hayat’ (Yön: Yılmaz Erdoğan), ‘New York’ta Beş Minare’ (Yön: Mahsun Kırmızıgül)…
Listeye bakınca Nuri Bilge, Zeki Demirkubuz, Reha Erdem, Derviş Zaim gibi isimler niye yok denilebilir? Zaten sinema böyle bir sanat, her türlü seçim peşinden sürekli tartışmayı getirir. Benim naçizane tek bir itirazım var: Elinizde Maradona, Hagi ya da Alex varsa, tahtaya önce onların adını yazarsınız. Benzer bir durum Türkiye sineması başlığında Yılmaz Güney için geçerlidir. Önce tahtaya ‘Umut’u yazarsınız. Umarım sinemacı dostlar bu yaklaşımıma kızmaz, bu sanatla ilgili herkes Güney’in değerini teslim eder diye düşünüyorum.
İkinci bahar yaşıyor ömrüm…
Haftanın ikinci ‘Yaşlılık senfonisi’ Şili dolaylarından… Genç yönetmen Sebastian Lelio’nun imzasını taşıyan yapım, 58 yaşında boşanmış, iki çocuk annesi bir kadının, hayata tutunma mücadelesini anlatıyor. Filme ismini de veren ‘Gloria’, kendini gündelik yaşamın ritmine bırakıp güzel günler peşinde koşarken bir gece kulübünde tanıştığı Rodolfo’nun ilgisine mazhar oluyor. Kendi gibi iki çocuk sahibi bir ebeveyn olan Rodolfo’la ilişkisi sırasında gidebileceği sınırları da görmek isteyen Gloria, birlikteliğin tam olarak rayına oturamamasının sıkıntılarını yaşıyor. Aslında ikisi de geçmişin izlerini hayatlarından kolay kolay silemiyorlar. Çocuklar, eski eşler alacakları virajlarda sürekli önlerine çıkıyor. Filmin kilit sahnelerinden birinde Rodolfo, Gloria’nın oğlunun yaş günü dolayısıyla gittiği buluşmada meselenin altını çok iyi çiziyor: “Gözlerine baktığımda senin hayatında kendimi göremedim…” Benzer bir sorun Gloria cephesinde de kıyıya vuruyor; o da kendisini sevmesini istediği adamın bir türlü yetişkinler gibi davranamayan kızlarının sürekli hayatlarına, ‘telefon vasıtasıyla’ da olsa dahil olmasını sineye çekemiyor.
Lelio ekonomik ve ayrıntılarda öne çıkan incelikli anlatımı, yaşama sevincini kaybetmemeye kararlı Gloria’nın öyküsünü coşku ve hüzünle iç içe geçmiş bir şekilde anlatıyor. Hikâyenin samimiliği ve gerçekçiliği, geçen yıl Berlin’de Gloria rolüyle ‘En iyi kadın oyuncu’ ödülüne uzanan Paulina Garcia’nın performansıyla daha bir anlam kazanıyor. Rodolfo rolündeki Sergio Hernandez de benzer şekilde akılda kalıcı bir performans sergiliyor.
Sonuç? Sıradan insanların iyi anlatılmış hikâyelerine ilgi duyuyorsanız ‘Gloria’ son derece uygun bir seçenek. Ayrıca filmin müzikal tonu da gayet keyifli... Mönüde dünyaya, genç yaşta aramızdan ayrılan Laura Branigan’ın şöhrete kavuşturduğu Umberto Tozzi bestesi ‘Gloria’ da var…
Bir dönemin perde arkası!
Bizim mesleğin piri Atilla (Dorsay) abi, üretkenliğini sürdürüyor. Duayenimiz son kitabı ‘EMEK Yoksa Ben de Yokum!’da, bir dönemin tanıklığına soyunuyor. Rantçı zihniyetin aramızdan çekip aldığı, elimizde kalan belki de en güzel mabedin parça parça yok olduğu günlerin bir tür yazılı belgesi konumundaki kitap, sadece ‘Emek Sineması’nın değil, kapakta da vurgulandığı gibi ‘Bir Kültür Semtinin Çöküşü’nün de ifadesi. Fiziksel ve kültürel bir yıkımın aşamalarını merak eden herkese bu değerli çalışmayı tavsiye ederim.
Sine-Anket
Ferzan Özpetek (Yönetmen)
Hayatında izlediğin ilk film:
Liz Taylor ve Richard Burton’lı ‘Kleopatra’
Son film:
American Hustle. Çok beğendim…
Hayatının filmi:
Tek bir film söylemeyeyim, Vittorio De sica’nın bütün filmlerini seviyor ve önemsiyorum.
Bir yönetmen olarak filminde keşke oynatabilsem diyeceğin bir isim istesek:
Meryl Streep ve Ingrid Bergman’ı oynatmak isterdim.
Hayatın filme çekilse seni kimin oynamasını isterdin?
Cem Yılmaz!..