Güncelleme Tarihi:
Ama hayatı hep kaçışlar üzerine kurulmuş, dillere destan güzelliğinin esiri olmuş, yalnızlığın özgürlüğünü yaşamak isterken çevresine duvarlar örmüş ve kendini bunların arasında yaşamaya mahkum etmiş bir Amazon. “Bıktım artık bu Sevda’dan, Sevda olmaktan, bakılmaktan” demesinin ardında da böyle bir ruh hali var işte. Sevda Ferdağ ile söyleşirken kimi zaman Yeşilçam’ın unutulmaz oyuncularıyla kol kola dolaştık, kimi zaman çocukluğundan beri “anlaşılmak” için çırpınan gerçek “Sevda” ile tanıştık. Beni en çok etkileyen de onun deli dolu yaşamının perde arkası oldu. Gelin bu perdeyi birlikte aralayalım.
* Yeşilçam “Sevda”sı nasıl doğdu?
- Sevda’yı bilmem ama ben 1942 yılında Lütfiye olarak doğdum. Babam Priştinalı Şakir Bey, annem de Havranlı Ayşe... Ablamın adı Fikriye olduğundan, uyum sağlaması için Lütfiye koymuşlar adımı.
* Lütfiye nasıl Sevda oldu?
- Bir gün ablam ve arkadaşlarıyla Kalamış’ta sandalla dolaşıyoruz, biri “Bu kız güzelliğiyle ‘lütfediyor’ ama öyle de sevdalı bakıyor ki adı Sevda olsun” dedi. Sonra Sevda ve Ferda takma adlarıyla ablamla o uyumu yeniden yakaladık.
* “Anasına bak kızını al” derler. Bu güzellik anneden mi?
- Öyle güzelmiş ki annem “Kula’nın Tangosu” diye ad bile takmışlar. Ama babamın kıskançlığı ve hovardalığı yüzünden kendisi kadar güzel bir yaşam süremedi.
* Eee seven kıskanır...
- Ama öyle böyle kıskançlık değil. Babamın sobaya attığı ziynetlerini ertesi sabah küller içinden topladığı çok olmuştur annemin. Hiç unutmam, bir gün sokakta fasulye satan seyyar satıcı “Ayşe kadın bu, güzel Ayşe bu...” diye bağırmaya başlayınca...
* Ne var bunda?
- O işini yapıyor da babam kıskançlıktan ne yaptığını bilmiyor ki... Gümüş bir tası kaptığı gibi dışarı fırlayıp adamın kafasına geçiriyor. Üç ay hapis yattı bu yüzden. Yıllar sonra da Yılmaz’ın (Güney) deli doluluğunu ve fevriliğini hep babama benzetmişimdir.
ÇOCUKLUK ARKADAŞLARIM SADECE KORKULUKLARDI
* Kavga dövüş içinde büyüdün yani...
- Hem de nasıl. Babam gece eve içkili gelince kavga başlardı. Ablamla korkudan deve kuşu gibi ocağın içine sokardık kafalarımızı ama popolarımız dışarıda. Sonra babam yanımıza gelir, beni kucağına alıp “Kim haklı?” diye sorardı... Ben onu haklı bulurdum, Ferda da annemi. İşte o zaman tokadı yerdi ablam.
* O da kızıp sana mı tokat atardı?
- Yok, Ferda’nın daha sinsi planları vardı. Bana bez bebekler diker, 25 kuruşa satar, sonra da gelip “Bu bebek öldü, bahçeye gömelim” derdi. Ertesi gün yeni bir bebek yapıp paramı alır, sonra hoop bir cenaze daha. Bebek mezarlığı büyüdükçe ben deli gibi ağlar, o da gidip pastanede benden aldığı paralarla keşkül yerdi.
* Herhalde bez bebeklerden nefret etmişsindir...
- Aksine, tam bir takıntı haline dönüştü. Bu sefer kendim yapmaya başladım. 40 yaşına geldiğimde baktım ki ev dolup taşıyor bez bebeklerle, kafayı yemeden onları Selim İleri ve Ömer Kavur gibi sevdiğim arkadaşlarıma hediye ettim.
* Peki hıncını almadın mı ablandan?
- Almaz olur muyum? Babam eve keyifli geldiğinde Ferda ile beni güreştirirdi. Ben ondan 5 yaş küçük olmama rağmen her seferinde yener ve babamın armağanı olan 1 lirayı kapardım. Böylece hem ablamdan hıncımı hem de bebeklerin paralarını geri alırdım.
* Ablanla hep güreşmiyordun, herhalde evcilik falan da oynuyordun?
- Çocukluğumda arkadaşlarım korkuluklardı benim. Ne zaman canım sıkılsa yanlarına gider, onlarla konuşurdum. Geceleri üşüyüp üşümediklerini sorardım ama cevap alamazdım. Sonra babamın içkisi, kumarı yüzünden İstanbul’a taşınınca onlardan ayrı kaldım.
ANNEM BENİ 12 YAŞINDA EVLENDİRİYORDU
* Korkuluklar olmadan İstanbul’da ne yaptın?
- Cumartesi, pazar sinemada ard arda dört film izlerdik ablamla; sonra da Moda ve Fenerbahçe’de turlardık. Dolaşırken Ferda’ya erkekler laf atınca ben gider onları pataklardım. O da ben mahallenin çocukları ile sinemaya gidince beni buldurur, rezil ederdi.
* O günlerde mi başladı sinema tutkusu?
- Ortaokulda tam bir sinemakolik oldum. Aynı filmi defalarca izler, para bulamadığım zamanlarda yoğurt kaplarını biriktirir, satar, yine giderdim. O günlerde Raj Kapoor’un “Avare”sini izledim. Bir düğünde filmdeki Nargis gibi oynayınca yaşlı bir adam beni beğenmiş.
* Eee, kambersiz düğün olmaz.
- Kamber bununla da kalmayıp ertesi gün eve damlıyor, anneme “Büyük kızınızla evlenmek istiyorum” diyor. Üstelik daha 12 yaşındayım.
* 12 yaşındaki kızı istedi diye okkalı bir tokat yemiştir herhalde...
- Yooo... Annem de “O küçük kızım, ama olsun” demez mi? Anlayacağın, kabul etseydim şimdi evli, 5 çocuklu bir hanımdım. Hatta hanımağaydım.
GEÇMİŞTEKİ SEVGİLİLERİME AZRAİL GİBİ GÜLÜYORUM
* 15 yaşındayken evli ve ünlü bir sporcuya aşık olduğun doğru mu?
- Boşver... Ayrıca hayatım boyunca evli olan hiçbir erkeğe aşık olmadım.
* Ondan intikam almak için mi ünlü olmak istedin?
- Ben sadece yalnız, dik ve özgür yaşamak için meşhur oldum. Geçmişime dönüp baktığım zaman beraber olduğum insanlar arasında saygı duyduklarım da var, duymadıklarım da. Ama hiçbirisine bulaşmak istemiyorum. Şu an evliler belki de...
* Belki de ölmüşlerdir...
- Yok, yaşıyorlar. Onları hâla izleyip dişi bir azrail gibi gülüyorum hepsine. Üstelik beni unutabildiklerini de hiç zannetmiyorum.
İLK FİLMİMDE SETTEN KAÇTIM
* 14 yaşındayken ortaokuldan kaçıp kapı kapı film şirketlerini dolaştığın da yalan mı?
- Aksine Beyoğlu’nda yürürken hepsi benim peşimde dolaşırlardı. Metin Erksan’ından Haldun Dormen’ine kadar on yönetmenden dokuzu yolumu çevirir, “Artist olmak ister misin?” diye sorarlardı. Benim cevabım hep “hayır”dı..
* Ailen de istememiştir zaten artist olmanı?
- Annem hiç karşı çıkmadı. Hatta sinemacıların peşimden koştuğunu öğrenince ablam “Okumuyorsun, çalışmıyorsun, evlenmiyorsun. Boş boş oturacağına git oyna bari” dedi. Zaten maddi şartlarımız kötüydü. Ablam da oyuncu olduğu için işe yabancı değildim. Sonunda evet dedim.
* Hem de başrole...
- Dedim ama bin pişman oldum. Çalışma saatleri bitmek bilmiyor. Bir de boyum çok uzun, kim gelse yanıma ayaklarının altına takoz koyuyorlar, kıkır kıkır gülüyorum “Ne yapıyor bunlar” diye... Sette “Güzellikle oyuncu olunur sanıyor” diye fısıltılar da duyunca bir gün dayanamadım, atladığım gibi taksiye kaçtım.
* Millet artist olmak için kaçar, sen artist olmaktan kaçıyorsun?
- Aynen öyle. Ver elini Moda Plajı... Giydim mayomu, güneşleniyorum. Filmciler deli gibi beni arıyor.
* Yarıda mı kaldı film?
- Daha 14 yaşındayım, çocuğum, ama başladığım işi bitirdim. Filmin adı gibi “O Günden Sonra” da dört yıl hayatımı yaşamak için sinema yapmadım.
OTOBÜS HOSTESİ OLACAKTIM FAZLA GÜZELSİN DEDİLER
* Ne yaptın peki?
- O dönem adımı mum kıza çıkardılar. Mum kız aşağı, mum kız yukarı...
* Ne demek o?
- Dimdik mum gibi yürüyorum ya ondan. Düşündüm hakikaten de mum gibi duruyorum. Bir şeyler yapıp para kazanmam lazım. Gazetede “Otobüs hostesi aranıyor” diye bir ilan gördüm, hemen başvurdum.
* Bu güzellikle seni hemen kapmışlardır.
- Ben de öyle sanmıştım ama “Kızım deli misin, neden gidip artist olmuyorsun? Herifler senin yüzünden otobüsü dağa kaldırırlar” deyip kibarca kapıyı gösterdiler.
* Kader ağlarını örüyor, illa artist olacaksın...
- Gidişat o. Ama ben son çare olarak ailemden gizli güzellik yarışmasına da girdim.
* Neden gizli, artist olmana kızmıyorlar da güzellik yarışmasına katılmana mı kızıyorlar? Bu ne yaman çelişki!
- Onlar benim artist olmamı istiyorlardı, özellikle ablam. Yarışmaya başlamadan önce organizatörler “Birinci olursun” diye bana garanti verdiler. Çünkü o günlerde boyu 1.58 olanlar bile kraliçe seçiliyordu. Yarışma için Hilton’da verilen kokteylde Leyla Sayar’ı görünce “Bu kız birinci olmalı” dedim. O da aynı şeyi benim için düşünmüş.
* Ama senin birincilik garanti. Ondan rahattın herhalde?
- Hiç de rahat değildim. İş ciddiye binince bizimkilerden korkup oradan da kaçtım. Yarışmacılar sahneye çıkmadan kendimi tuvalete kitledim. Herkes kulise doluşunca sessizce firar ettim.
* Güzellik kraliçeliğinden terk bir güzellik, üstüne yetenek... Sophia Loren gibi dünyaca ünlü bir aktrist olmak istemedin mi hiç?
- Avrupa’ya tatile gittim, orada bir menajerle tanıştım. Adam “Burada kalıp altı yıl okursan seni dünya starı yaparım” dedi.
* Ne cevap verdin talih kuşuna?
- Hemen reddettim... İstanbul’a aşığım ben, nasıl kalırım oralarda?
* Sevda’nın İstanbul sevdası...
- Öyle... Ama İstanbul’un bu hale geleceğini bilseydim kalır mıydım buralarda?
BEYAZPERDEDE GÖRÜNEN İLK GÖĞÜS BENİMKİYDİ
* Türk sinemasının en güzel, en çok soyunan kadınlarından biri olmana rağmen kimse sana seks yıldızı gözüyle bakmadı. Milletin ağzını nasıl büzdün?
- Valla en çok soyunan falan değilim. Soyunduysam da kameranın önünde soyundum, başkaları gibi arkasında değil. “Gurbet Kuşları”nı çevirirken yaşanan bir kaza yüzünden geldi zaten bunlar başıma.
* Nasıl bir kaza?
- Yönetmen Halit Refiğ, benim için “Donanma gibi kadın” dermiş. Zaten “Anadolu kadınının doğallığı ve cinselliğini ifade ediyor” diye o rolü bana vermiş. “Gurbet Kuşları”, Türk sinemasının ilk göç filmi olacakken o kaza yüzünden erotik sinema tarihimize hizmet etmiş oldu. İlk kez bir kadın göğsü beyaz perdede gözüktü ve malesef o benim göğsümdü.
* İş kazası mı planlı bir hamle mi, anlayamadım?
- Benim için iş kazasıydı ama yönetmen için planlanmamış bir plan. Çekimler esnasında yatakta dönerken göğsüm açıkta kalmış. Bütün film ekibi “Stop!” diyecek mi diye Halit Bey’e bakmış ama o devam ettirmiş.
* Ne var bunda, montajda keserler?
- Kesmişler ama sadece izin alabilmek için. Sansürden geçince Halit Bey o sahnenin film için çok önemli olduğunu düşünüp vizyona girmeden yeniden filme eklemiş.
SADECE BENİ SEVEN BİR YÜREK İSTEDİM
* Sen o “önemli” sahneyi görünce ne hissettin?
- Onun yüzünden göğsümden yukarı senelerce kimse bakmadı. Gözlerimi, yüzümü çok sonra fark etti insanlar. O sahne ile barışmam yıllarımı aldı, başıma bela oldu. İnanır mısın bıktım bu Sevda’dan! Bakılmaktan sıkıldım. Gözlerin üzerimde olmasından sıkıldım. Çocukluğumdan beri sokakta yürürken...
* “Bir yürüdüm mü trafik dururdu” durumları mı?
- Kazalar bile olurdu. Sevda’yı sadece fiziksel olarak beğenmelerinden sıkıldım. Kimse benim ruhumu, inceliğimi, dürüstlüğümü keşfetmek derdinde değildi. Herkes güzelliğimin peşindeydi. Beni ya fakirken, ya ölürken severler... İş işten geçince anlarlar değerimi.
* Biraz karamsar değil misin? Ne istedin de olmadı?
- Beni gerçekten seven bir yürek istedim. Onu da sadece mahalledeki ciğercide gördüm; o da buzdolabında asılı sallanıyordu.
* Acaba çok bilmekten mi mutsuzsun?
- Galiba... Kendimi bir medyum gibi hissediyorum bazen. Rahmetli Ömer Kavur da “Eğer yoğunlaşsaydın muhteşem bir medyum olabilirdin” demişti. Yıldızlar yağsın üzerine, çok sevdiğim bir dosttu.
“BİR GÜN OLSUN BENİ BEĞENMEDİN SEVDA!”
* Yılmaz Güney ile oynadığın “Yedi Dağın Aslanı” filminde, süt bulamadıkları için seni kireç banyosuna sokmuşlar ve göğüslerin yanmış?
- Bende o göz var mı? Son anda fark ettim ve girmedim. Ama çok severdim Yılmaz’ı. Bir gün Atilla Dorsay, Müjdat Gezen, Selda Bağcan’ın da olduğu kalabalık bir grupla İmralı Cezaevi’ne ziyaretine gittik. Hem rahmetliyi görecektik hem de mahkumlara moral vermek için sahneye çıkacaktık.
* Eee?
- Adaya bir indik, ben hariç herkes Yılmaz’a hediye almış. Bizimki de Onassis gibi bembeyaz giyinmiş, duruyor en önde. Herkes hediyelerini veriyor ama o beni görmezlikten geliyor.
* Neden?
- Çok zekiydi, beni bilerek sona bırakmak istedi herhalde. Sıra bana gelince hediye almadığım için boynumdaki nazar boncuğunu çıkarıp usulca avcuna koydum. “Ooo sen buralara gelir miydin?” dedi ve gülümsedi. “Korkma bana nazar değmez, çünkü sen bir gün olsun bana bakmadın, beğenmedin ki beni” diye kulağıma fısıldadı.
* Beğenmez miydin gerçekten?
- Beğenmez olur muyum hiç? O gün bütün mahkumlara “Sahneye çıkan kimseyi alkışlamayın” diye talimat vermiş Yılmaz. “Kimini az, kimini çok alkışlarlar da dostlarım kırılır” diye düşünmüş. İnceliğe bakar mısın?
* Niye yazmıyorsun bu hikayeleri?
- Anlatırken bile fena oluyorum, ne yazması? Neyse, bir ara kuliste ana salondaki mahkumları göstererek “Bak şu beş kişiyi öldürdü, bu adam karısını kesti” diye anlatmaya başladı. Tam o sırada ismim anons edildi, sahneye fırladım. O kadar mahkumu karşımda görünce bir an sahnede baygınlık geçirmişim.
* Korkudan mı?
- Onca acılı insanın karşısında şarkı söylemek farklı bir duyguydu, çok heyecanlandım. Tam düşerken Yılmaz sahneye fırlayıp beni kucağına aldı. Mikrofona uzanıp “Oyunculardan her şey olur ama sizin karşınızda şarkıcı olamaz” dedi, beni sahneden indirdi. Gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyor.
YILMAZ GÜNEY TEHLİKELİ ADAMDI
* Her kadının aşık olabileceği bir adammış. Sende durumlar neydi?
- Tehlikeli bir adamdı (gülüyor)... Bana devamlı akıl verirdi, müthiş tespitleri vardı. “Makyaj seni çirkinleştiriyor, sabah makyajsız daha güzeldin. Fiziğin çok iyi, güzel kadınsın, yeteneklisin, kamera seni çok seviyor. Durup durup neden kaçıyorsun? Asıl kızım işine, otobüse biner gibi yapma. Geleceğinle oynuyorsun” derdi.
* Doğru söze ne hacet?
- Evet ama altta kalır mı benim gibi bir cadı? “Ben kaçmakla, sen de silahla oynuyorsun. Seninki daha tehlikeli” dedim. Bir gün de hapisteyken Bebek Belediye Gazinosu’na beni dinlemeye geldi.
* Hapisteyken nasıl geliyor?
- İzin alıyordu herhalde... Yanında arkadaşları da var, bana çiçek göndermiş.
Oooo...
- Lafımı kesme de dinle... Şarkı söyleyen tek sinemacı ben olduğum için sadece bana çiçek göndermiş. Şarkının arasında darbuka eşliğinde dans ediyorum. Bir baktım ben oynarken masadaki bir adam da kalkıp oynamaya başladı. Adam hacıyatmaz misali bir oturup bir kalkıyor.
* Yeni bir dans çeşidinin öncülerinden mi amcamız?
- Yok canım... Meğer Yılmaz, her kalktığında ceketinden aşağı çekiyormuş adamı. Sonunda balon gibi söndü, yerinden kalkamaz oldu.
* Yılmaz Güney silah mı göstermiş?
- Ne silahı? “Eğer böyle oynamaya devam eder, bir de yanına gidersen kimse kurtaramaz, öldürür seni Sevda” demiş!
SADRİ ALIŞIK TOPUKLU PABUÇLARIMDAN RAHATSIZ OLDU
* Zeki Müren’le Pakistan’da “Hindistan Cevizi” filmini çekerken neler yaşandı?
- (Gülüyor) Ne Hindistan’ı, ne Pakistan’ı, kafayı mı yedin? O devirde sinemacılar buradan Taksim’e bile gidemiyordu. O yüzden Pakistan’da bir şey yaşanmadı ama bir gün Fuar’da yine hızlı hızlı yürüyorum, arkamdan bir ses “Aman Allah’ım Sophia Loren geçiyor. Sakın dokunmayın yanarsınız” diyor. Bir döndüm, Zeki Müren...
* Zeki Bey’e de mi hava yapıyorsun?
- Zeki Bey ile bir alakası yok. Adamlar yiyecek gibi, kadınlar da kıskançlıktan nefretle baktığı için özellikle sahnedeyken kimse ile göz göze gelmek istemiyordum. Yoksa Zeki Bey büyük sanatçı, muhteşem bir adamdı. Hepsiyle ayrı anılarım var ama rahmetli Sadri Alışık benim için bambaşkaydı. Bir film için Ahmet Mekin tanıştırmıştı bizi. Sadri şöyle bir ayaklarıma baktı, döndü gitti.
* Boşuna “Gördün deli, dön geri” dememişler!
- Deliliğimden değil, boyumdan. Kendinden uzun kadından rahatsız olduğunu anlayınca, hemen öğle paydosunda gidip kısa topuklu pabuçlar aldım. İçine de “Sadri Alışık pabuçları” yazdım. Acayip hoşuna gitti. “Ooo şimdi aramıza hoşgeldin Sevda Ferdağ” dedi.
AYHAN IŞIK’IN GÖZLERİNE DALINCA LAFIMI UNUTTUM
* Ayhan Işık’la da çok film çektin.
- Tabii... Bir gün karşılıklı uzun bir sahnede oynuyoruz; o repliklerini söylüyor, ben dalmış gitmişim. Yönetmenin “Neden lafını söylemiyorsun Sevda?” diye bağırmasıyla kendime geldim.
* Neden dilin tutuldu?
- Adamın gözlerinin güzelliğinden... Tabii bunu söyleyemeyeceğim için “Ayhan Bey’in gözleri ne renk diye merak ettim. Ondan bakıyordum” diye cevap verdim. İnanılmaz yakışıklı bir adamdı.
* Hep yakışıklı “esas oğlan”lar... Peki ya karakter oyuncuları?
- Onlar sinemanın gerçek emekçileriydi. Vahi Öz’ler, Necdet Tosun’lar olmasa Türk Sineması eksik ve yalnız kalırdı.
* Vahi Öz, özünde de o kadar komik miydi?
- Çok daha komikti, şeker gibiydi. Onu görünce sarılıp yanaklarından öperdim. “Kız sen nasıl biliyorsun zarar gelmeyecek adamı? 20 sene önce beni böyle öpseydin görürdün gününü” derdi.
DENİZ GEZMİŞ’LER GELİP SIĞINSIN DİYE PENCEREMİ AÇIK BIRAKIRDIM
* Biraz da 12 Eylül dönemini konuşalım...
- Çok acı günlerdi. Yemek masasının altına saklanırdım silah sesleri duyduğumda. Politik hiçbir şey sorma bana... Zaten benim için solculuk Deniz Gezmiş’lerle bitti...
* Tanışır mıydınız?
- Hiç tanışmadım ama o kadar hayrandım ki Deniz Gezmiş’e, bir dönem pencerelerimi açık bırakırdım “Belki benim eve kaçarlar, sığınırlar Denizler” diye. Bunlar evin yanındaki konsolosluğun etrafında dolaşırlarmış.
* Nereden biliyordun bunu?
- Böyle ihbarlar varmış, arkadaşlarım anlatmıştı. O zamanlar ben Maksim’de çalışıyorum, her gece işten dönüyorum, evin içini kontrol ediyorum büyük bir umutla “Geldiler mi Denizler? diye...
* Geldiler mi peki?
- Denizler gelmedi ama hırsız girdi eve! İnanılmaz bir saygım var onlara, fikirleri uğruna canlarını verdiler.
YÖNETMEN DEĞİLİM Kİ TÜRKAN ŞORAY KANUNLARINI BİLEYİM
* Maksim’de çalışıyordun... Fahrettin Aslan senin de canına okudu mu?
- Sadece onunla değil, üç büyük patronla çalıştım. Luna Park’ta Osman Kavran, Bebek Belediye’de Asım İslamoğlu, Maksim’de Fahrettin Aslan. Fahri Bey’in söylediklerini takmayan tek sanatçısı bendim herhalde. “Öyle bir yürüyorsun ki, gazinonun sahibi sanki ben değil sensin” derdi.
* Fahri Bey yakın markajına almış seni galiba?
- Ajda’nın şarkısındaki gibi “Kimler geldi, kimler geçti” onun hayatından. Ama ben o kurallara uymadım.
* Biz Türkan Şoray Kanunları’nı biliyorduk da Sevda Ferdağ kurallarını hiç duymamıştık...
- Herkesin kanunları kendine. Yönetmen değilim ki onun kurallarını bileyim.
HAMAM DEĞİL BURASI MAKSİM!
* Gazino kulislerinde kavga dövüş olmaz mıydı?
- Valla ben etliye sütlüye karışmazdım. Bornozla gelirdim gazinoya, işim bitince de bornozla çıkar giderdim.
* Sahneye de bornozla mı çıkıyordun?
- Hayır canım. Sahne elbisemi kuliste giyerdim, sonra onu çıkarıp tekrar bornoza sarınıp giderdim. Hatta Fahrettin Aslan bir gün dedi ki; “Kızım sen karıştırıyorsun galiba, hamam değil burası Maksim!”
BU RÖPORTAJ SEVDA’NIN SON VURUŞU
* Karşımda oturan Sevda, zamanında setlerden kaçan küçük kıza kasıl bakıyor?
- Bunu en iyi Ara Güler’in objektifi yakaladı. 60’lı yıllarda bir gün beni görmüş, habersizce siyah beyaz fotoğrafımı çekmiş. 30 yıl sonra telefon etti ve o fotoğrafları bana yolladı. Hayatımda aldığım en güzel hediyeydi. Sonra bir kez daha karşılaştık, “Artık gözlüklerini çıkar da bir de öyle çekeyim seni” dedi. Ben de iki farklı Sevda’ya o fotoğraflardan bakıyorum.
* Her şey iyi hoş da hep sınırlarla yaşamışsın. Ara Güler bile zar zor çıkarmış gözlüklerini...
- Hayatım kilitler ve duvarlarla dolu zaten.
Bu Amazon gibi kadın da aşamıyor mu o duvarları?
*- Artık çok geç, bir inşaatçı ve buldozer lazım onları yıkmaya (gülüyor). Yeter artık çok sıkıldım. Seni savcı, kendimi sanık gibi hissetim. Bir daha da röportaj yapmam zaten. Bu Sevda’nın son vuruşu...