Güncelleme Tarihi:
Lee Arkin, Steve Arkin, George Arkin ve Fahrettin Cüreklibatur... Hepsi de aslında aynı kişi, yani Cüneyt Arkın. Türk Sineması'nın en renkli simalarından biri olan Cüneyt Arkın anılarını ‘‘Adını Unutan Adam’’ adlı bir kitapta topladı. Arkın'ın anılarında ilk dikkati çeken şey, yüksek dozdaki ironi. Kült film mertebesine erişmiş ‘‘Dünyayı Kurtaran Adam’’ filminin afişinin altına ‘‘Dünyayı kurtardık, patronu batırdık’’ yazması, bu ironinin dozunu göstermeye yeter de artar bile herhalde... Kendi ifadesiyle ‘‘beş numara bakışlı yeşil gözlerini’’ kitabın ilk sayfalarına koyan Cüneyt Arkın, kadınlarla yaşadıklarından tutun da, canı çektiği için karate yaptığı adamlara kadar her şeyi kitabına almış.
Bir yıl önceydi, İstanbul'a dönüyordum. Havaalanında onlarca güzel kız. Hepsi birer fıstık. Birkaçı beni tanıdı. İltifat, takdir dolu gülümsediler. Ayılıp bayıldım tabii. Yeşil gözlerime beş numaralı bakışımı yerleştirdim. Hayatımda bu beş numaralı bakışa dayanan bir kıza daha rastlamadım. Derken gözlüğüm aklıma geldi. O alçak gözlük gözümde durduğu sürece, kimsenin beş numaralı bakışımı çakmaz. Şöyle hafif yana kasılarak yana döndüm, gözlüğümü çıkardım. Sonra aklıma saçlarım geldi, arabanın camı açık olduğundan darmadağınık olmalıydılar. En haşin gülümseme ağzımda, yeşil yeşil klark çekiyorum. Fıstıklar da kıkır kıkır. Ama ben ayna derdindeyim. Aklıma yüz numara geldi. İçeri girdim aynayı buldum. ‘‘Kız olsam bu herifi kaçırmam’’ diye böbürlenirken farkettim ki kadınlar yüz numarasına girmişim. Beş numaralı bakış sıfıra inmiş, boynu bükük, acele kapıya yöneldim ki hanımlar yolumu kestiler. Ve dediler ki ‘‘Tüymene gerek yok. Cüneyt Arkın bu yaştan sonra ha kadınlar yüz numarasına, ha erkekler yüz numarasına, ne fark eder ki?’’
Devrimci oyuncu vatan kurtarıyor
Filmde oynayacak genç kız şöyle bir ağzını büzdü. ‘‘Senaryo, sosyal içerikli mi?’’ diye sordu. ‘‘Olmaz mı kızım. Senin gibi yavru bir devrimciye sosyal içerikli olmayan bir senaryoda rol vermeyecek kadar enayi mi sandım beni’’ dedi patron. ‘‘Yoksa oynamam’’ diye nazlandı kızımız. ‘‘Oyna yavrucuğum, oyna ki şu baht-ı kara vatanı kurtaralım’’ diyen patron hergelenin tekiydi. Patron senaryoyu önüne attı. ‘‘İşte vatan kurtaran senaryo ve de öylesine sosyal içerikli ki tarih böylesini ne görmüş ne de yazmıştır’’. Cici oyuncu senaryoyu aldı. ‘‘Görüyorum ki’’ diye lafa başladı. ‘‘Geleneksel lumpen kültürün halka ait kısmında, tarihsel diyalektiğin çizgisinde oluşmamış sanayinin sonucu gelişmiş feodal yapılanmadaki kapitalizmin en iyi kirılma noktasına geldiğimiz şu günlerde, halkın emeğin piyasasındaki durgunluğun materyalist ...’’, patron atıldı. ‘‘Gözünü seveyim, dur benim cici kızım, dur ki aklımızda başımıza toplayalım ve bu lafları yazalım, vatanı hakkıyla kurtaralım.’’ Yönetmen yazdı, kız söyledi. Hepimiz bitap düşmüştük. Patron omuzlarından tutup kızı kaldırdı. Alnından öptü. ‘‘Vatanı kurtardık ki o kadar olur’’ dedi. ‘‘Şimdi sen bu gece yönetmenin evine gideceksin. Yeni senaryoyu orada tartışacaksınız.’’ Kız, ilk defa yönetmene alıcı gözle bakıyordu. Patron onu yönetmene iteledi. ‘‘Unutma yavrucuğum, şöhret yönetmenin yatağından geçer.’’ Kız hiç tereddüt etmeden yönetmene sokuldu. ‘‘Saat kaçta geleyim?’’ diye sordu. ‘‘Sosyal içerikli bir gece olması için elinizden geleni yapın yavrucuğum’’ dedi ve uzanıp yeniden alnından öptü.
Beni o biçim sanıyorlarmış
Evlenince, her türlü acayip kadın durumlarıyla ilişkilerimi kesiverdim. Kalça oynatmalara, dört nala sevişme ihtirası yaratan laflara hep ‘‘nayır’’ dedim. Derken karımla boşandık. Bir gece arkadaşım davet etti. İçerisi kadın doluydu. Tanımadığım birini seçtim. Olağan bir başlangıç yaptık. Bir ara sinsi sinsi güldü. ‘‘Niye sırıtıyorsun’’ diye sordum. ‘‘O biçim değilmişsin’’ dedi. Doymamış gözlerinde hain bir ifade vardı. ‘‘Yıllardır kadınlara hep hayır demişsin, seni öyle sanıyorlar.’’ Yüreğimden vurulmuş vahşi bir av hayvanı gibi inledim. Atıldım. Kan ter içinde, ölümlerden dönerek erkekliğimi ispat ettim. Bir süre sonra yine başka bir partide yanıma bir kadın yaklaştı ve ‘‘arkadaşlar senin için öyle diyorlar’’ dedi. Bir kahkaha attım. ‘‘Yemezler abla’’ dedim. ‘‘Bu numarayı artık bana yediremezsiniz. Bu laf yüzünden bir kere öylesine bir hamallık yaptım ki’’
Neriman'la yattık, sonra bacımız oldu
Adı Neriman'dı. Eskişehir Lisesi'nin yan sınıfından mezun olmuştuk. İlk günler Neriman'la hepimiz yattık. Çok güzel kınalı saçları vardı. Ama hep peruk takardı. Neriman'la sonraları yatmadık, bacımız oldu. Evimizin bütün işlerini görüyordu. Her gün ‘‘işe’’ çıkardı. Her akşam ‘‘iş’’ dönüşü anlatırdı. ‘‘Bugün iki askere rastladım, onlara verdim, biraz da ceplerine para koydum.’’ Öğrencilere hep bedavaydı. Neriman işte böyle bir hayat kadınıydı. Sonra bir gün geri gelmedi. Aradan yıllar geçti. Cüneyt Arkın oldum. Bir akşam paltom sırtımda, etrafımda dört şık hatun Beyoğlu'na gittik. Gözlerim bir karaltıya takıldı. Elimde olmadan ona doğru yürüdüm. Dehşetli heyecanlıydım. Neriman'dı. O sıra yanıma kadınlar da geldi. Neriman kaçtı, öylece kalakaldım. Sonunda onu Tarlabaşı'nda terk edilmiş bir harabade bulduk. Eve getirdim, yıkadım, giyindirdim. ‘‘Niye benden kaçtın’’ diye sordum. ‘‘Nasıl gelebilirdim ki, koskoca bir Cüneyt Arkın'ın eski bir dostu olduğunu öğrenselerdi, senin için ne kötü şeyler düşünürlerdi.’’ Gençliğimin bir parçası olarak içimde hala yaşatıyorum onu.
Cüneyt Arkın Tarık Akan olunca
Geçen yıl, alkol ve uyuşturucu konferansları için Almanya'ya gitmiştim. Havaalanına iner inmez Türkler etrafımızı kuşattı. Ben acele tarafından taksi arıyordum, derken bir araba yanımızda durdu. Adam bodoslama üzerimize geldi. Tarifsiz bir neşeyle iki elini uzattı ve ‘‘Hoş geldin memleketimize Tarık Akan abi’’ dedi. Elini mi sıkarsın, karate mi yaparsın; ben bunları düşünürken elimi hararetle sıktı. ‘‘Sizi istediğiniz yere ben götüreceğim’’ deyince, ‘‘nayır’’ diyemedik.
Direksiyona geçince ‘‘Nereye Tarık Akan abi’’ diye sordu. ‘‘Şu memleketi bir dolaştır’’ dedim. Hem zaman hem benzin harcatarak, Tarık Akan dediği için intikam alacaktım. Sekiz saat memleketi dolaştırdı. Öğlen, akşam yemeklerini de ondan yedik. Öfkem dinmemişti, en olmayacak şeyleri istiyordum. ‘‘Emrin olur Tarık Akan abi’’ diyor, koşturuyordu. Bu şekilde bir hafta emrimde çalıştı durdu. Ayrılacağımıza yakın adamı sevmeye başlamıştım. Memet, ‘‘Yengenizin yemeğini yemeden sizi bırakmam’’ deyince evine gittik. Karısı ve çocukları bizi karşıladı. ‘‘Size Tarık Akan abimi getirdim’’ dedi. Televizyonda Cüneyt Arkın'ın filmi oynuyordu. bir ara Memet bana döndü, ‘‘Tarık abi’’ dedi. ‘‘Sen Cüneyt Arkın'ı tanır mısın, nasıl bir heriftir?’’ Bir yıldır Memet'i düşünüyorum; dünyası ne kadar sanal ne kadar gerçekti. Cevabını da bulmuş değilim.
Yabancı dil bilmemenin faziletleri
Roma'da İtalyan, Fransız, Türk ortak yapımı bir film çekiyoruz. Tekme, tokat, havada uçarak, parandeler atarak herkesi saf dışı bıraktım. Birinin gırtlağına öylesine fena basıyorum ki adamın pes etmesi gerekirken ‘‘bastır, bastır’’ diye bağırıyor. O ‘‘bastır’’ dedikçe, ben de imanına kadar ‘‘bastırıyorum’’. Kırk yıllık hayatımda hiç böyle bastırmamıştım. Derken ortalık karıştı. Adamı elimden zor aldılar. Bir ara gözüm ‘‘bastır’’ diyene takıldı. Adama suni tenefüs yapıyorlar. Sonra da oksijen çadırına soktular. İtalyanca'da ‘‘basta’’ yeter demekmiş. Adam ‘‘basta’’ dedikçe, ben ‘‘bastır’’ anlamışım. İtalyanca bilmiyorsam suç benim mi?