"Berrin Menderes'i canlandırmak isterdim"

Güncelleme Tarihi:

Berrin Menderesi canlandırmak isterdim
Oluşturulma Tarihi: Kasım 24, 2012 15:14

Türk Sineması’nın kilometre taşlarından Hülya Koçyiğit’le, filmler, kadınlar, sevgi, politika ve hayat hakkında bir sohbet...

Haberin Devamı

Röportaj için sözleştiğimiz saatte evinde buluşuyoruz Hülya Koçyiğit’le. Sade ve hoş haliyle karşımda. Onu görünce bir an oynadığı filmlerdeki karakterleri gözümün önünden geçiyor kare kare.  Hoşbeşten sonra başlıyoruz röportaja. Kah eskilere gidiyoruz, kah röportajda olduğumuzu unutup koyu bir sohbete dalıyoruz. İşte röportajımızdan ekranlarınıza düşenler ve gözlerinize değenler…

Berrin Menderesi canlandırmak isterdim

En son bundan birkaç yıl önce Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik ile ‘Altın Kızlar’ dizisinde rol almıştınız. O dizi çok uzun sürmedi. Neden?

Sevenlerimiz bizi çok uzun yıllar ciddi dramalarda ve bayağı önemli rollerde izlediler. Zannediyorum, bu hafif komedi ve üstelik Amerikan komedisi adaptasyonunu pek de yakıştırmadılar gibi geldi bize. Biz de seyirciye saygımızdan o projeyi bitirdik.

Haberin Devamı

Dizi ya da sinemada izlemek için çok bekleyecekler mi, sizi sevenler?

Benim bu kadar yıl birikim, bilgi ve tecrübeden sonra muhakkak doğru olan bir şeyi yapmam gerekiyor. Halkın ilgisini çeken bir şey yapmam ve mümkünse onlara bir şey söylemem gerekiyor.

Bir mesaj vermek…

Evet… Bunun için de doğru zaman ve doğru proje… Çok şeyler geliyor ama tereddütlerim var.

SİNEMA SEYİRCİSİ İLE İLGİLİ TEREDDÜTLERİM VAR!

Ne gibi tereddütler?

Sinema seyircisi ile ilgili tereddütlerim var! Balon filmler çekiliyor. İnsanlar kolaycılığa alıştırılıyor. Sadece eğlenecek birkaç saat geçirebilecekleri filmler yapılıyor. Bu durum da yapımcıların işine geliyor. O filmlere sinema eseri dememiz mümkün değil. Ben bu saatten sonra o tarz bir şeyler yapmayayım. Çünkü kalıcı bir şeyler söylemek istiyorum. Gönlüm, söyleyeceğim şeylerle insanlara dokunabilmeyi, onların hayatlarını değiştirebilmeyi istiyor. Yapmayı istediğim işler böyle hikayeler. Bu yüzden de bekliyorum.

Sinemaya başladığınız yıllarda çok film çekiliyordu. Günümüzde tam tersi… Şimdiki çekilen o üç beş filmde de kaygılar yüzünden gereği bile olmayan sahnelere yer veriliyor. Fantezilerin yer aldığı, gerçek dışı dünyaların söz edildiği filmler… İki yüzden fazla film çekmiş bir oyuncu olarak sinemada o yıllardan bugüne nedir değişen, nedir sinemayı bu noktaya getiren?

Haberin Devamı

Bu tamamen sosyal psikoloji ile ilgili bir şey. Bence hayat giderek çok ağır, çok zor, insanları çok yoran bir tempoda ilerliyor. Dünyadaki olaylara anında ulaşabilmek, hızla gelişen teknoloji, nüfus yoğunluğu, eğitim yetersizliği, iş bulamamak, geçim sıkıntısı, insanların gelecek korkusu, vs… Yaşamın getireceklerinden, zorluklarından korkmaları, etkilenmeleri, insanları korku toplumu haline getirdi. Ayrıca zorluklarla kendilerini baskı altında hissediyorlar. Dolayısıyla insanlar, kendilerini deşarj olabilecekleri, rahatlatabilecekleri bir sosyal yaşama atıyorlar. Yani bu bir eğlence… Bu sinema yoluyla…  Kolaycılıkla, gülerek deşarj olmayı seçiyorlar. Bir filmi düşünmeden izlemek, sadece eğlenme amacıyla… Ve bu arayışla… İnsanlar diziler izliyorlar, bu diziler de çoğunlukla insanların duygularını sömüren diziler.

Haberin Devamı

BİR İNSAN DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLİR!

Ama bu durum sinemayı, toplumu nereye götürüyor, bunu kimse sormuyor.

Aynen… Her şeye bu kadar çok kolay sahip olmanın toplumu iyi bir yere götürdüğünü düşünmüyorum. Çünkü kimse emek sarf ederek, araştırarak, merak ederek hayatını yürütmüyor. Herkes hazıra konuyor. Yaşam günübirlik ve anlık yaşanıyor. Öğrenmek, emek vermek yok kimsede. Bunun da insanlığı nereye götürdüğünü görüyoruz.

İnsanlığın, toplumun nereye gittiğini göz göre göre, değişmek, öğrenmek için harekete geçen çok değil ne yazık ki. Nedeni ne olabilir?

Teslimiyetten! Teslim olmuşlar. ‘Aman sen de! Ben mi değiştireceğim’ mantığı… En azından referandumda bile oy vermeye gitmeyen insanları düşün. Onların düşünceleri ‘Ya ben mi değiştireceğim’ düşüncesiyle… Ama bilmiyorlar ki, bir insan dünyayı değiştirebilir, bir insan.

Haberin Devamı

FATİH AKIN İNANILMAZ HEYECANLANDIRIYOR BENİ!

Sinemaya dönelim tekrar. Yine sinemaya başladığınız yıllarda Lütfi Akad’la çalışmayı çok istemişsiniz. Ve ne mutlu ki; Osmanlı tarihinden söz eden ‘Gökçe Çiçek’te beraber çalışmışsınız. Peki günümüz yönetmenlerinizden çalışmak istediğiniz yönetmenler? Ve neden bu isimler? Çağan Irmak, çalışmayı çok istediğiniz yönetmenlerden…

Çünkü Çağan (Irmak) Türk Sineması’yla halkın buluşmasına çok saygılı. Çok yetenekli, çok verimli, insanlara dokunacak işler yapıyor. Kendini aşmak için, kendini tekrar etmeyeceği türde filmler yapıyor. Sürprizler yaratıyor. Sorumluluğunu biliyor. Kendisini tanıyorum, izliyorum ben onu. Dolayısıyla ilk olarak o geliyor aklıma yönetmen olarak. Ama bunun yanında dünya çapında tanınan Ferzan Özpetek’imiz var. Onun, zerafeti, ince duyguları, düşünceleri nasıl filme aktardığını görüyorum ve bu çok hoşuma gidiyor. Keşke Türkiye’de film çekse… Fatih Akın inanılmaz heyecanlandırıyor beni. Müthiş heyecanlandırıyor. Olağanüstü bir sinemacı o. Büyük bir enerjisi var. O enerjiyi, şeffaf olarak hissettiriyor bize. Çok etkileyici bir yönetmen. Ve bu isimler kalıcı yönetmenler. Çünkü düşünceleri,  hayat duruşları çok sağlam.

Haberin Devamı

Siz aslında bale eğitimi alırken Muhsin Ertuğrul’un tavsiyesiyle konservatuarda tiyatro eğitimine başlıyorsunuz. O yıllarda Metin Erksan’la tanışmanız sizi tiyatrodan sinemanın ilk basamağına çıkarıyor. Öyle bir basamak ki; ‘Susuz Yaz’ Berlin’de Atın Ayı Ödülü alıyor. İlk filminiz ve 15 yaşında bu kadar büyük bir sorumluluk… Şöyle bir dönüp baktığınızda; o sorumluluğun getirdiği, düşündürdüğü kaygılar ve endişeler nelerdi?

Bir kere 15 yaşındaki bir genç kızın, her ne kadar bir meslek ve çalışma hayatına girmiş olursa olsun, hayatla, dünyayla, yaşamla, tarihle, insan ilişkileriyle ilgili bilgilerinin olması mümkün değil. Öylesine büyük bir ödülün ne olduğunu anlamam bile mümkün değildi. Tabii ki o herkesin kutlamaları neticesinde annem, bana hatırlattı. ‘Hülya, bu çok büyük bir sorumluluk, bunu taşıyabilecek misin?’ diye sorarak.

Bu sorumluluğun altında ezilmemek için neler yaptınız peki?

Annem ‘Bunu taşıyabilmek için kendini sürekli eğitmen, toplumunu daha iyi anlaman, toplumun içinde olman, dünyayı izlemen gerekir. Ve bu mesleği en doğru şekilde yapman gerek. Bunun sorumluluğu çok ağır, taşıyabileceksen her zaman destek olacağım, yanındayım’ dedi. Ve annemin o destekle sorumluluğumu taşıyabileceğimi gözüm kesti sanırım. Yoksa gerçekten başka türlü tek başına altından kalkamazdım. Çünkü insanın başını döndürecek şeylerdi. Ama annem beni frenlemesini ve yönlendirmesini bildi. Sürekli bir eğitim olanağı sağladı bana.

POLİTİKA, TEK BAŞINA YAPILABİLECEK BİR İŞ DEĞİL!

Bir ara politikayla da ilgilendiniz. Neydi sizi politikaya yönlendiren?

Öncelikle kabul ettiğim ekip; Türkiye’de bir büyük değişimin, vizyonun, dünyaya açılmanın, AB ilişkilerinin, emekli haklarının telif haklarıyla ve sinemayla dünyaya açılabilme ile ilgili meselelerin çözümüne dair fikirler üreten bir ekipti. Bunun yanında mesleki heyecanlarımın yanında bir kadın olarak kadının geleneksel rolünde, bir birey ve bir vatandaş olarak hak ve özgürlüklerin korunmasına, kadın haklarına, toplumsal bir duyarlılık gösterme ve bir şeyler yapabilme ihtiyacı hissettim. Sadece mesleki heyecanlarımla değil, bir vatandaş ve bir birey olarak da elimden geleni yapmak istedim. Bir değer olarak, Hülya Koçyiğit olarak, beni ben yapan bu topluma bir şeyler katmak istedim. Madem bu yürekteydiniz de neden devam etmediniz diye soracak olursanız, bu bir ekip işiydi ve tek başına yapılabilecek bir iş değildi.

KADINLARA CESARET VERMEK, YÜREKLENDİRMEK GEREK!

Kadınlardır aslında topluma yön veren. Gerek ülke ekonomisine katkılarıyla, gerek evi çekip çevirmeleriyle gerek yetiştirdikleri çocuklar ile… Filmlerde ayakları yere basan, yaşayan kadınlara hayat veren biri olarak bundan sonrasında kadınlar için yapmak istediğiniz bir şeyler var mı? Neler mesela?

Kadın benim için çok önemli. Toplumun en temel yönlendiricisi. O kadın eğitimli olmalı, kültürlü olmalı, yönetici ve üretici, sağduyulu olmalı ki; bir çocuğu yetiştirecek niteliklere sahip olabilmeli. Toplumu ve yarınları yaratacak olan o çocuk. Her şey o tanımladığımız kadının, o çocuğu yetiştirebilmesine bağlı. Yarınlarımız onlara bağlı. Bu anlamda çok kıymetli. Kadınlara cesaret vermek, yüreklendirmek gerekir. Bunu da ben kendi adıma sanatla yapabileceğimi düşünüyorum.

YÖNETMENLİK YAPMAMI ÇOK İSTİYORLAR!

Filmler, dizler… SODER başkanlığı, milletvekili adaylığı… Yapmayı çok istediğiniz neler var? Mesela yönetmenlik?

Yönetmeliği benden çok çevrem istiyor. Bu birikimi aktarmam konusunda teklifler var. Bunu da yönetmenlik yoluyla yapmam gerektiğini düşündüklerinden birçok kez teklif aldım. Yönetmenlik çok büyük sorumluluklar gerektiren bir meslek. Başka bir göz gerekiyor. Teknik anlamda yapabilirim ancak denemiş olmak için ya da bir kereliğine yapmış olmak için yapmak istemem. O başka bir kararlılık gerektiriyor.

ŞARKICILIK SERÜVENİM 11 YIL SÜRDÜ!

Sizin bir ara şarkıcılık deneyiminiz de olmuştu. O nasıl gelişti?

Bir dönem şarkılı türkülü filmler furyası fazlaca popülerdi. Birçok oyuncu bu anlamda teklifler alıyordu. Batı’da da bu böyleydi. Film yıldızları plak da dolduruyor, konser de veriyor, bazı yerlerde sahneye de çıkıyorlardı. Bu tip insanlar zaten bu yeteneğe sahip insanlar oluyorlar. Bir aktörün, şarkı da söylemesi, dans da etmesi ve diğer tüm sanatlarla da ilgili olması gerekli zaten. Batı’da bu eğitimlerin hepsi veriliyor bu insanlara. Dolayısıyla onların işi bize göre daha kolaydı. Ancak benim diğer arkadaşlarıma göre şöyle bir avantajım vardı; bale eğitimi almış olmamdan kaynaklanan ritim duygusu, nota ve solfej bilgileri bunlara aşina olduğumdan dolayı bu işi de yapabilirim diye düşünsem de bunun kararını veremedim. Bana yapılan teklifler çok ciddi paralardı. İstediğim filmleri yapabilmem için birikim yapabilirim düşüncesiyle kabul ettiğim şarkıcılık serüvenim 11 yıl sürdü.

‘Dünya sinemasından kimsenin yerinde olmak istemezdim ama Jane Fonda’yı kıskanıyorum’ diyorsunuz. Neden Jane Fonda?

Jane Fonda sadece çok güzel bir kadın ya da çok iyi bir oyuncu değil. Aynı zamanda yaşadığı çağın gerektirdiği sorumlulukları fazlasıyla taşıyan bir kadın, bir yurttaş. Korkusuz ve cesurca, savaşa karşı olması, barış savunucusu olması, kararlı bir yüreğe sahip olması, kadınlar için yaptıkları, kadın sağlığıyla ilgili yaptıkları ve bana göre örnek alınması gereken duruşu ona olan sevgimin en önemli nedenleri. Ben de bu sorumlulukları taşıdığıma inanıyorum. Elimden geldiği kadar sosyal sorumluluk projelerine destek vermeyi istiyorum.

BERRİN MENDERES’İ CANLANDIRMAK İSTERDİM!

‘Berrin Menderes’i canlandırmak isterdim’ diyorsunuz. Nedir onu canlandırmak isteyecek kadar sizi etkileyen?

Berrin Menderes önemli bir figür. Demokrasi hayatımızda ve tarihimizde yer edinmiş bir karakter. Nerden geldik, nereye gidiyoruz? Türkiye demokrasiyi seçti ve bazı bedeller ödedi ve bu bedelleri ödeyen insanlar var. Bu ülkenin gerçeği. O dönemi anlatmak gerekiyor. Bu nedenle canlandırmak isterim.

Yıllar önce çekilmiş Türk filmlerinin tekrarlarının bile ilgiyle izlenmesi neyin göstergesi?

İnsanlar o yıllardaki o doğallığı ve sahiciliği yeniden yakalamak için izliyorlar. O güzel hisler ve nostalji duygusu, o samimiyet… O kadar içtendi ki her şey, insana yakışan şeyler. Keşke şimdi de yaşansa bu duygular.

OYUNCU SADECE DUYGULARIYLA VAR OLAMAZ!

Filmlerde canlandırdığınız aşklarda hiç kendinizi kaptırdığınız oldu mu?

Yok, öyle bir şey olmuyordu. İnandırıcı olması için öyle bir duyguda olmanız gerekmiyor. Bir oyuncu sadece duygularıyla var olamaz çünkü teknik de gerekli. Sadece duyguyla giderseniz, repliği unutursunuz, yanlış resim verirsiniz, yüzünüz karanlıkta kalır ve dekoru da devirirsiniz. Teknik ve bilinçli oynamak, ona göre bir disipline sahip olmak çok değerli. Yüzde elli kontrol altında olmalısınız. Orada sadece iki kişi yok çünkü. Bir kamera var, ışıklar var, bir sürü insan var. Sizden beklenilen duygularınız değil hikayeye hizmet etmek. Orada bir yönetmen var, durumun yaratıcısı siz değilsiniz. Oradaki yönetime ve hikayeye bağlı her şey kısacası.

Festivallerde en çok ödül alan sanatçısınız. Bu anlamda başarıyı getiren kıstaslar neler?

O filmi seyreden kimse için ‘Hülya Koçyiğit ne güzel oynamış’tan ziyade, orada canlandırılan karakterin adını ezberletmek. Yani gerçekçi olmak, iş ahlakı, saygı, sözünde durmak, yönetmene teslim olmak, farklı karakterler canlandırmaya meraklı olmak, okumak, gezmek, görmek ve çokça gözlemlemek.

GDO’DAN ÇOK KORKUYORUM!

‘Ben sevdiklerime nazlanırım, sitem ederim, dertleşirim ve anlayış beklerim’ diyorsunuz. Peki bunlardan başka bilmediğimiz bir özelliğiniz var mı, duyunca şaşıracağımız?

Şaşıracağınız bir özelliğim yok. Her şey doğal gelişiyor. Şu sıralar organik tarımla ilgileniyorum. Kendim ekip biçiyorum bir şeyler. Bu beni besliyor bir anlamda. Her şeyin doğalını seviyorum. Ne yiyip, ne yetiştiremediğimizi bilmeden, bilinçsizce beslenmek çok yanlış ve tehlikeli. GDO’dan çok korkuyorum.

BİRİNİN YÜZÜNÜ GÜLDÜRMEK BÜYÜK BİR MUTLULUK!

Ruhunuzun bahçesinde çiçekler açtıran mutluluk tomurcuklarını en çok neler oluşturuyor?

Torunlarım benim tomurcuklarım. Onların çok güzel şeyler yaşamasını istiyorum. Hakiki insan olsunlar, duyarlı ve bilinçli olsunlar istiyorum. Onlar bizim geleceğimiz. Bunun dışında herhangi bir insan için iyi bir şeyler yapabiliyorsam o da çok büyük bir mutluluk kaynağı çünkü. Birinin yüzünü güldürmek, onun duasını almak büyük bir mutluluk kaynağı.

Mutlu olan, ayakları yere basan Hülya Koçyiğit’in aynı zamanda çok duygusal olduğunu biliyorum. Bir olaya üzüldüğünüzde ya da hüzünlendiğiniz bir durum sonrasında düze çıkışınız nasıl oluyor?

Kararlarımı çok da duygusal vermeyen biriyim esasında. Kendi iç dünyamda duygusal bir insan olmama karşın işlerimi seçerken mantık ve sağduyumla hareket etmeyi ve kararlarımı akıl çerçevesinde vermeye özen gösteririm. Duygular insanı hevese getirip, yanlışlara sürükleyebiliyor. Bunun sonucunda da büyük üzüntüler doğurabilirler. Bununla baş edebilmek için düşünerek ve sabırla bir şeylerin kararına varabilmek en güzeli. Ayrıca hayatta bazen çok kötü şeyler de olabilir, önemli olan iyi şeylerin de olduğunun ve yaşanabileceğinin umuduyla hayata sarılabilmek. Bu durum, insanı çok ayakta tutan bir anlayış. Her şeye rağmen iyiye ve güzele odaklanmalıyız.

DEĞİŞMEKTEN KORKUYORUM!

Estetikten korkmasanız boynunuzla ilgili hain planlarınız varmış. (Kahkahalar…)

Değişmekten korkuyorum aslında. Aynaya baktığımda değişik bir ben görmekten!

BAZI İNSANLAR VE DURUMLAR NE YAPARSANIZ YAPIN DEĞİŞMİYOR!

‘Sevilmeyi seviyorum. Sevgi budalasıyım’ diyorsunuz. Sevginin yaptıramayacağı şey yoktur değil mi?

Çok yaşamış olunca insan buna bile temkinli yaklaşabiliyor. Diyor ki insan, ‘Sevgi bile bazı şeyleri değiştirmeye ve iyileştirmeye yetmeyince…’ Anlıyorsunuz ki değiştiremeyeceğim şeyler de varmış hayatta deyip bir kabullenişe teslim oluyorsunuz. Bazı insanlar ve durumlar ne yaparsanız yapın değişmiyor.

İNSANIN, DUYGULARINI AÇIKÇA YAŞAYAMAMASI YANİ TAM KABIZ OLMASI YAZIK!

Günümüz insanının duygularını belli etmemesi, insanların birbirine sevgisini söyleyememesi, kimsenin kimseye zaman ayırmaması, kalplerdeki duyguların görmezden gelinmesi teknolojinin etkisi mi yoksa başka nedenler mi?

Bir insanın duygularını dile getirememesi ve duygularını açıkça yaşayamaması yani tam kabız olması yazık denilebilecek bir durum. Bir de bu insanı bu duruma getiren etkenler nedir diye sorgulandığında değişen hayat şartlarının zorlukları, gelecek korkusu ve birçok değişik faktörler olabilir. Hayatta insani duyguları hiçe sayarak da yaşayanların sayısı hiç de az değil, karşı tarafı yok sayarak, birilerini duygusal anlamda öldürerek, birinin üstüne basarak yaşamını sürdürmeye çalışanlar... Bunlar insanların oluşturduğu bir dünya ortamından çok, basit kanunların hüküm sürdüğü vahşi ormanları andırıyor. Daha güçlü olanın ya da öyle görünenin ayakta kaldığı güçsüzün hep ezildiği… Sevgisizliğin ve ağır şartların yarattığı duygusal şiddet ortamları…

‘Kendimi sürekli yeniliyorum’ diyorsunuz. Nelerle mesela?

Tevazu çok önemli. Ben oldum dememek hiçbir zaman... Bu anlayış insanı yenileyen bir şey. Doğal yaşamak, seyahat etmek. Doğa müthiş bir terapi.

Liseden sonra konservatuarda tiyatro eğitimine başladınız ama ‘Susuz Yaz’la sinemada yıldızınızın hızlı parlamasıyla yarım kaldı. Peki tiyatroda rol almayı düşünmediniz mi hiç? Şimdi tiyatrodan teklif gelse kabul eder misiniz?

Tiyatro teklifi geliyor. Düşünüyorum aslında ancak doğru bir proje olması gerekiyor. Çok uzun zaman geçti üzerinden. Yapmış olmak için değil hakikaten seyirciye doğru geçecek bir proje olursa olabilir. Oyuncu ‘Ben sinema oyuncusuyum ya da tiyatro oyuncusuyum’ diye bir ayrım yapmamalı. Tiyatroda da, sinemada da performans olarak kendini gösterebilmeli. İkisinin farkı sadece tekniktir. Oyuncunun role hazırlanışı, yönetmenle olan iletişimi gibi etkenler göz önüne alındığında tiyatro ve sinemayı ayıramayız bence.

OEDİPUS’TA OYNAMAK İSTERDİM!

Tiyatroda oynamak istediğiniz roller…

Oedipus’ta oynamak isterdim. Shakespeare’in metinlerinden herhangi birisi olabilirdi, klasiklerden daha birçok oyunda rol almak isterdim. Gencay Gürün bana Vişne Bahçesi’ni teklif etti ancak o ara dizi yaptığımdan ikisi bir arada yürümez diye olamadı. Tiyatro isterim ama sinemayı daha çok isterim.

Hayatın size öğrettiği en önemli tecrübeler…

Her şeyden önce dürüst olmayı, kendini olduğundan farklı göstermemeyi, tevazunun ne kadar kıymetli bir şey olduğunu, hiçbir şeyin sonsuz olmadığını, hayatta birçok şeyin geçici olduğunu… Daha bir çok renk öğretti ama en önemlisi umudu ve insanları anlamaya çalışmayı, empati kurabilmeyi, hoşgörüyü öğretti.

HER ŞEY GELİP GEÇİCİ!

Peki ya olmazsa olmazlarınız?

Yapılan işe gösterilen özen ve kalite. İlke, prensip, kararlılık, sözünde durabilme… Bunlar insanı kaliteye yaklaştırabilen ölçütler. Bunun dışında aile, çocuklar, torunlar… Kendini bir aileye ait hissetmek çok önemli. Bunlar önemli şeyler ama olmazsa olmaz diye de bir şey yoktur hayatta. Çünkü netice itibariyle her şey gelip geçici!

YILMAZ GÜNEY AFİŞ KURŞUNLADI!

Feyzan Ersinan kaleme aldığı ‘Hülya Koçyiğit: Film Gibi Yaşadım’ kitapta, Yılmaz Güney’in ismi alt sırada yazılmış diye film afişi kurşunladığını da anlatıyorsunuz. Nedir bunun hikayesi?

Yılmaz Güney çok önemli bir isim Türk Sinemamızda. Yılmaz Güney’in çok büyük bir fenomen olduğunu hepimiz kabul ediyoruz. İlk yıllarda, siyasi filmler yapmadan önce, kabadayı rollerini kahramanca canlandırdığı, amatör filmler deriz biz onlara. Hatta Çirkin Kral adıyla anılmaya başlanması dönemini içeriyor bu durum. O dönem popüler olabilmesi için bizim tanınmışlığımızda (Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik gibi) oyunculardan biriyle oynaması gerekiyordu. Yapımcı herhalde senin adın önce yazılacak gibi bir söz verdi ona. O da çok saf duygularla böyle bir tepki vermiş olabilir diye düşünüyorum.

Son olarak eklemek istedikleriniz…

Şimdi her şeyden önce yaşam akarken yaşamın farkına varmalıyız diye düşünüyorum. Sadece benim aile sevgim yok, bu yurdun tüm insanlarını da ailem gibi hissediyorum çünkü. Birinin başına bir şey geldiğinde bu benim kardeşim, benim çocuğum, benim amcam, benim öğretmenin diye duygusallaşabiliyorum. Onların hak ve özgürlükleri, en önemlisi de insanca yaşayabilmeleri beni derinden ilgilendiriyor. Herkesin huzurla ve sahip oldukları hakları korunarak yaşaması gerekiyor. Yıllarca hizmet ediyorsun örneğin ama karşılığını göremiyorsun. Herkesin emeğinin karşılığını alabiliyor olması gerekli. Kadınlar şiddete uğruyor mesela, bunu eğitimli kesimde yaşıyor. İnsan onurunun sarsılması; kadın, çocuk, yaşlı ya da genç o kadar üzücü ki… Keşke bunları engelleyebilsem. Her şeyin adaletli ve hakkaniyetli bir ortamda varlık bulduğu bir dünyayı ve ülkeyi düşlüyorum. Umuyorum ki bu iyi dileklerim gerçeğe dönüşür.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!