Benim sevgili ortağım

Güncelleme Tarihi:

Benim sevgili ortağım
Oluşturulma Tarihi: Eylül 13, 2004 00:00

‘Harry Potter filan gibi geçtiği çocukluğum...’ diyor.‘Atıyorsun!’ diyorum.Diyorum ama...Karşımdaki adamın, herhangi bir şeyi abartma huyu olmadığını bildiğimden, kulaklarımı fil kulağı gibi dikip, pür dikkat onu dinliyorum...İyi bir hikaye geliyor, hissediyorum...‘Bir kalenin içinde büyüdüm ben...’ diyor. ‘Böyle de şanslı bir herifim! Bir çocuk için nasıl büyük bir zenginlik düşünsene, nasıl büyülü bir ortam. Evimiz, o kalenin içindeydi. Şaka gibi. O kalenin gölgeli koridorlarında saklambaç oynardım, haşmetli surlarına tırmanırdım, güneş batarken duvarlarını okşardım, o sıra sıra taşlarının arasına büyüyünce gelip almak için birtakım şeyler saklardım, şifreli notlar yazardım, daha önce orada yaşamış hanedanlarla ilgili hayaller kurardım, benim adım da o hanedanlardan birinin adı, adını aldığım o Osmanlı Hanedanı’nı düşünürdüm: ‘Nasıl bir adamdı acaba? Ben ileride nasıl biri olacaktım acaba?’ Sık sık annemden azar işitmek pahasına kalenin tepesine çıkıp uzun uzuuun denize bakardım; Akdeniz insanın içini açardı, bir kuş gibi insanda uçma hissi uyandırırdı. Çok güzel zamanlardı. Tabii Harry Potter gibi uçamıyordum, o ayrı...’‘Hangi kale bu sözünü ettiğin?’‘Magosa Kalesi...’***İnsan, ortağının nasıl bir çocukluk geçirdiğini bilmez mi?Bilemeyebiliyor demek ki.Üstelik benim gibi meraklı bir karı!Kendimden utanmam gerekiyor!Güya, herkese her şeyi sorarım, herkesin seceresini çıkarırım...Demek ki biricik arkadaşımın, pazar röportajlarımın becerikli fotoğrafçısının, birlikte beş bin türlü badire atlattığım iş ortağımın, bu kale hikayesini atlamışım.Utan Ayşe!‘Eeee?’ diyorum.‘E’si mutlu bir çocukluktu. Bol denizli, fakir bir çocukluktu. Ama çok güzel hatırlıyorum. Babam balıkçıydı. Gözlerimi kapattığımda onun bisikletinin sesini duyuyorum. Her gün limandan bisikletle gelirdi eve. O eve yaklaşınca, sadece biz 4 kardeş ve annem değil, mahalledeki bütün kediler heyecanlanırdı. Tam bir kediciydi babam. 30 kediyi filan beslerdi...’‘İl Postino filminden görüntüler geliyor aklıma... Havada iyot kokusu... Ada, bisikletli adam, balıkçı, kediler, deniz... Peki annen sinir olmaz mıydı babanın bu kadar çok kedi beslemesine?’‘Yok. Çünkü annem de başka bir alemdi: O da tanımadığı insanları beslerdi! Hala hayatta. Hala o kalenin içinde yaşıyor. Kimse koparamıyor onu oradan. Annem okuma yazma bilmez benim. Ama nasıl iyi, nasıl bilge, nasıl da insan bir kadındır. 70’li yıllarda sizin oralardan, Adana’dan bohçacılar gelirdi Kıbrıs’a, mal alıp Türkiye’ye dönerlerdi. Bu bohçacıların bir kısmı çok fakir olurdu. Kalenin içinde bir yerlerde yatarlardı, mağara gibi pis ve izbe deliklerde. Anneme ne, değil mi? Değil! Kıyamazdı, o tanımadığı insanları gidip eve getirirdi, onlara yiyecek ve yatacak yer verirdi. Her akşam başka bir bohçacı misafirimiz olurdu. Bazıları da ahbabımız oldu sonradan, Şevket Amca mesela. Ben de çok severim...’***Çaktırmam ama...Ben çok bağlı bir kadınım. Acayip bağlanırım. İş ortağıma da bağlıyım. 10 seneye yakındır Kutup Dalgakıran’la birlikte çalışıyorum, hemen her röportaja onunla birlikte gidiyorum. Sadece yaptığı işe hayranlık duymuyorum, onu insan olarak da çok seviyorum. Komplekssiz sıfatı, yeryüzünde, Allah belamı versin bu adamı tanımlıyor! Bazen ‘Acaba adalı olduğu için mi böyle?’ diyorum. Mesele, Kıbrıslı olması değil, bunu kastetmiyorum; mesele, belki de adalı olması. Belki de bir adada büyümek, insana başka bir açıklık, ferahlık, hafiflik ve başka bir göz veriyor. Onun gözü gerçekten başka türlü görüyor. Başka bir yumuşaklık, başka bir hoşluk, Gülriz Sururi gibi bazı sanatçılar boşuna ‘Kutup’tan başkasına fotoğraf çektirmem’ demiyor.Diyeceğim bir iyi bir ikiliyiz!Bazı röportajcılar için, fotoğrafı, kimin çektiği hiç önemli değildir, fotoğraf çekiminde bulunmazlar bile, fotoğraf onlar için bir ayrıntıdır, önemli olan karşılarındaki insanlara sordukları sorular ve haliyle aldıkları yanıtlar. Ben öyle bakmıyorum meseleye. Ben dünyanın en iyi sorularını sormuşum, ama iş, görsel açıdan bomb.k, kaç yazar? Ben size söyleyeyim, yazmaz! Artık görsel bir çağda yaşıyoruz. Belki de o yüzden her hafta ‘Aman röportaj da iyi olsun, fotoğraflar da, sayfa mizanpajı da!’ diye popomuzu yırtıyoruz. Bazen beceriyoruz, bazen beceremiyoruz...Bazen düşünüyorum: Kutup’u çok sevdiğim için fotoğraflarını bu kadar beğeniyorum, yoksa fotoğraflarını çok sevdiğim için mi onu bu kadar çok beğeniyorum?Bilmiyorum bu sorunun cevabını...Sadece bugün içimden, iş ortağımla ilgili yazı yazmak geldi onu biliyorum...HAMİŞ: Kutup, Çingenelerle ilgili bir fotoğraf sergisi hazırlıyor, hafta sonu bana Türkiye’nin dört bir yanında çektiği Çingene fotoğraflarını gösterdi, aklım uçtu. Emir Kusturica’nın filmlerine taş çıkaracak fotoğraflar. Bu yazıyı döşenmemde o fotoğrafların mutlaka etkisi vardır. Sonra, müzayedeci arkadaşlarının resim aldığı Gaziosmanpaşa’daki bir depoya götürdü. İçeride 4000 resim vardı. Suluboya, yağlıboya, aklınıza ne gelirse. Türk ve yabancı ressamların eserleri ve nasıl makul fiyatlara. Deliye döndüm. Dubai’deki ev için dolu resim aldım. Ama ‘Buranın adresini yazarsan seni öldürürüm!’ dedi. Ben ölmek istemiyorum. Kutup’la bu hafta yeni işler yapmak ve hafta sonu resimlerimle birlikte sevgilimin yanına Dubai’ye gitmek istiyorum...
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!