Benim mesleklerim

Güncelleme Tarihi:

Benim mesleklerim
Oluşturulma Tarihi: Haziran 03, 2003 18:58

İnsanlar vardır, sanki doğdukları gün yollarını bilirler, yumurtadan çıkan su kaplumbağası yavruları gibi, daha topraktan kafalarını çıkarırken bir ışık bulurlar, ha babam o tarafa doğru koştururlar. Boylarından büyük taşlara, tepelerinde uçan katil kuşlara, onları kandırmaya çalışan neon lambalarına rağmen...

Haberin Devamı

Beş yaşında türkü söylemeye başlayandan, kundaktayken saz çalandan, yahut mahallede top koşturandan bahsetmiyorum. Gencecik yaşında “Tüccar olup para kazanacağım” diyenleri bilirim. Ömür boyu dini imanı para olan. Yahut doktor olmak isteyip de olan, resme kafa takan, üniforma hayaliyle yanıp tutuşan... Ve istediğini yapan!

*

Yeşilköy’de, yanımızdaki ahşap ev yandığında, kırmızı çelik miğferli itfaiyecilere hayran olmuştum. Ama itfaiye aşkım saman alevi gibiydi. Zaten maymun iştahlı bir çocuktum ben. Meslek seçimim mevsime göre değişirdi.

İki baharda Yeşilköy cennet gibi olurdu. Kestane, akasya, çitlembik ağaçlı yollar, erguvanlı bahçeler... Her yer yemyeşil olur, denizden ılık bir rüzgar eserdi, Yeşilköy mis gibi kokardı ilkbaharda. Sohbaharda da aynı güzellik, bu sefer sarı-taba renklere bürünürdü.

Arkadaşım Koko’nun babası (toprağı bol olsun) faytoncu Tanik Efendi beni yanına alırdı, öne. “Şoför mahalline” yani. Ve hayvanlarına vurmamam kaydıyla kamçısını ve – inanmayacaksınız – dizginleri de verirdi elime. Bu satırları yazarken bile hâlâ, o kalın deriden kaygan dizginlerin ağırlığını hisseder gibiyim ellerimde.

Ya Rumeli m’aciri Niyazi Efendi’nin Leyla ve Mecnun’u? Biri doru, biri kır, iki dünya güzeli soğukkanlı at...

Ben, her bahar faytoncu olurdum.

Yeşilköy’de, hat boyunda bir küçük kulübe alırdım kendime. Yanında ahır. Mavi boyalı, çiçek resimli, yaylı da bir fayton. İki yanında, far niyetine, iki tane fener. Sivri vazolarda plastik çiçekler.

Baharda faytonla gezmenin tadına doyulmaz... Üstelik indi-bindi 2,5 lira. İyi para!

*

Ama kışın, yağmurda rüzgarda... çekilmez. Adamın yüzü donar, elleri donar ayazda.

Kışın... mevsimine göre bir meslek seçerdim.

Yorgancı olurdum.

Yeşilköy çarşısında küçük bir dükkan. Bir köşede küçük bir gaz sobası. Yeter, yeter. Zaten dizlerimin üstüne çekip, yorgan dikeceğim bütün gün. Muşamba kaplı ahşap zemine oturarak. Sıcacık. Konu komşu esnaf gelecek çay içmeye, duvarda bir etajerde lambalı radyom, Grundig marka, sabahtan akşama açık. Artık Allah ne verdiyse, programda ne varsa... zaten dinlediğim de yok ki!

Ama, yorgancılık da yazın çekilmez. Sıcak olur içerisi çok sıcak. Kasap boncuklu kapı sürekli açık dursa da... Zaten işler de kesat bu mevsimde...

*

O zamanda, yazları balıkçı olurdum. İzmit Değirmendere’de. Rahmi Kaptan’la sabahın köründe ağ çekmeye giderdik. Sonra döner, güneş ortalığı ısıtmaya başlarken, meyve iskelesinin yanındaki kahvede oturur, ağları örer, tamir ederdik. Fırından aldığımız sıcak poğaça ve çay eşliğinde.

Akşamüstü, bu sefer balığa çıkardık ikimiz. Terk edilmiş fabrikanın çifte bacasıyla Yüzbaşılar’ı nirengi alır, indirirdik oltalarımızı. Ben kâh kürek tutar, kâh olta sallardım. Küçük karagözler, boy boy, kırmızı kırmızı mercanlar, tek tük lapina, bazen trakonya... Rahmi Kaptan yerinden fırlar, ben zehirli iğnelere elimi değmeden kapar oltayı, yekeyle vura vura kurtarırdı iğneyi.

Arada, bir iki cukka iş de çıkardı bize. Motörü basar, ta Karamürsel’e, hatta Hereke’ye gider, kasa kasa Tekel birası taşırdık Değirmendere’ye...

*

Haberin Devamı

Başka işler de tuttum tabii ki, hepsi bu değil...

Başarı, çocuklukta hayal ettiğinizi büyüyünce yapmaktır, dedikleri doğruysa eğer...

Fena halde ıskaladım hayatımı ben!

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!