Oluşturulma Tarihi: Aralık 11, 1997 00:00
Sevdiğim kadın gibiKimsenin yanında çalışmamak için mimar olmaya karar verdi. 15 yıldır aynı ofise aynı saatte geliyor. Ortaköy'de geçen yüzyılda yapılmış bir baharatçı dükkanını mimarlık bürosuna dönüştüren Reşit Soley, yaşam biçimimin tezahürü olarak görüyor ofisini. Sakar insanların uzak durması gereken bir yapı. Ne cam, ne de kapıların olduğu bölümlerde geçişi mermer merdivenler sağlıyor. Çalışma masasının sadece iki ayağı var. Diğer ucu ise dört katlı boşluğa bakıyor. Ofis dendiğinde ağzından ilk çıkan cümle ise ‘‘Çok sevdiğim bir kadın gibi bağlıyım ona...’’DUVARDAKİ MEKTUPLARBeyza Avcıoğlu (Solda) eviyle ofisini birbirinden ayrı tutmayan bir iş kadını. ‘‘Seçtiğim eşyalarda sıcak renklere ağırlık verip, ofisimi fonksiyonel bir şekilde düzenlemeye çaba gösterdim’’ diyor. Büroda en önemli eşyanın kendisi olduğunu söylüyor gülerek. Vazgeçemedikleri arasında duvarına astığı mektuplar var. ‘‘Yirmi yıldan bu yana arkadaşlarımlardan gelen kart ve mektupları masamın arkasındaki duvara astım. Mutsuz ve sinirli olduğum günlerde birkaç tanesini okuyup pozitif enerji alıyorum.’’ YAŞANAN BİR MEKAN OLMALI Cemil İpekçi'nin şimdi kullandığı ofisi (Üstte) 20 yılda değiştirdiği altıncı mekan. Her seferinde ev sahipleriyle mahkemelik olan İpekçi, sonunda kendi ofisine kavuşmuş. Çalışmak onun için dokuz altı arasında sınırlandırılmış bir mecburiyet değil. ‘‘Ben hiçbir zaman para kazanmak için çalışmadım’’ diyor. Ofisi oldukça dağınık: ‘‘En sevmediğim şey, bir yere bir objenin dekor gibi konmasıdır. İş yeri yaşanan bir mekan gibi olmalı’’. Ofiste moda ve yeni trendlere uyulması da onu sinirlendiriyor. O kendi tabiriyle nazar dediği negatif enerjiye çok inanıyor. Bu yüzden ofisi nazar boncuklarıyla dolu. TEATRAL BİR ATMOSFERYılın ortalama iki bin saatini ‘‘ofis’’te geçiriyoruz. Bugünün kısa sürede ‘‘geçmiş’’ olduğu bu hız çağında, ofislerimizle aramızda daha özel bağlar kuruluyor. Ajans Ultra'nın ortaklarından Hakkı Mısırlıoğlu, dekorasyonu sevmiyor ancak ofisinde kendiliğinden ‘‘teatral’’ bir atmosfer olması hoşuna gidiyor: ‘‘Reklamcılık mesleği çok hızlı. Bu yüzden ofisime girdiğimde zamanı yavaşlatmak istiyorum. Çalıştığım mekanda gerginliği azaltan bir atmosfer olması şart.’’ Bir Boing'den sökülen koltuklar, onun vazgeçilmez eşyalarından. Köpeği ‘‘Cinci bir’’ bu koltuklarda kestirmeye bayılıyor. Yapılan bir araştırmaya göre Avrupa'da kişi başına günde yedi iskemle düşüyor! Ofisteki koltuğu, arabasının koltuğu, evde uzandığı koltuk vesaire... Yani insanlar, işyerlerinde, evlerinde, yollarda, gittikleri yerlerde daha fazla oturuyor. Türkiye'de ise kişi başına düşen günlük iskemle sayısı sadece dört! Bu durumda Türklerin günlerini evle iş arasında geçirdiğini söylemek yanlış olmaz. Bu durumda, yılın ortalama iki bin saatini geçirdiğimiz iş yerleri ister istemez evimiz kadar önemli oluyor. Hatta birçoğumuz için sabahın erken saatlerinde gelip akşam hava karardığında terkettiğimiz ofisler, evimizden çok daha ‘‘özel’’ yaşam mekanları. İş tatmininde yaşanılan mekanın önemi yadsınamaz. Bu yüzden birçok kişi günlük iş pratiğini kolaylaştırmak, daha zevkli bir çalışma ortamı yaratmak için ofislerinde değişiklikler yapıyor. Zamanla bu çalışma mekanları, giderek işyeri havasından uzaklaşarak kişisel tercihlerin öne çıktığı yaşam alanlarına dönüşüyor. Çoğu zamansa farkında olmadan ofisleriyle insanlar arasında duygusal bağlar kuruluyor.17 yıldır reklam sektöründe çalışan Ajans Ultra'nın kurucu ortaklarından Hakkı Mısırlıoğlu, ofisinde ışık ve atmosfere önem veriyor. ‘‘Kendi odamda loşluğu seviyorum. Ama bütün ofis için bunu söyleyemem. Ortak çalışma alanında kişisel zevklerin ağır basmaması gerekiyor. Bu yüzden insanların, masalarına kişisel eşyalarını koymamaları için baskı kuruyorum. O zevki evlerinde tatmin etsinler. Bu yasak ajansta dinlenen müziğe kadar yansır.’’ ARABAM İŞYERİNE SIĞMALIOfisinde genellikle arya ve klasik müzik dinliyor Mısırlıoğlu. Ajansta ise bir maç sesine, bir de pop müziğine tahammülü yok. Ofisinde dağınıklık hoşuna gidiyor ama o düzenli bir dağınıklıktan yana. ‘‘Mekan konusunda obsesif olduğumu söyleyebilirim. Mesela gazeteleri sıralı okur ve sıralı dizerim. Bir kitabın habersiz alınması, yerine konmaması, bir eşyanın yerinin değiştirilmesine tahammül edemem.’’ Ofisine bakarak nasıl bir evde yaşadığını düşünemeyeceğiniz insanlardan. ‘‘En büyük sıkıntılarımdan biri bana ev ya da ofis hediyesi alınması. Çünkü hediye geldiği zaman o hediyeyi mutlaka bir yere koymam gerekiyor. Bu da üzerimde baskı yaratıyor.’’17 yıldır kendi yaptığı işyerinde çalışan Mimar Reşit Soley'in ofisi Hakkı Mısırlıoğlu'nunkinden oldukça farklı. Kendini anlatan nesneleri çalışma masasının yanındaki duvara asmış. Sinirlendiğinde, köpek gibi havlayıp ısırabileceğini anlatan bir köpek kartpostalı, gizemli kişiliğini temsil eden X Men resmi ve bir yürek insanı olduğunu anlatan Benetton reklamı! Soley, müziksiz çalışamadığı için hergün bürosuna 20 CD getiriyor ve her akşam onları geri götürüyor. Dikey çalışan, yatay yaşayan bir insan olarak tanımlıyor kendisini. 15 yıl önce satın aldığı Ortaköy'deki 12 metrekarelik mekanı dikey olarak kullanıyor. ‘‘Risk almayı seviyorum. Farklı kişiliğimi ofis yaşantısına yansıtmaktan zevk duyuyorum.’’ Ofisteki tek takıntısı ise ‘‘toz’’. Bu yüzden toz tutmayan malzeme kullanmaya gayret gösteriyor, Reşit Soley: ‘‘Yaşamımda önceliği her zaman ofisime ayırdım. Evimi ise gece yaşanacak bir mekan olarak düzenledim. Ama artık bu ofis ekibime ve bana çok küçük geliyor. Bu yüzden yakında şehir dışına taşınıyoruz. Arabamı, motorumu, köpeklerimi getirebileceğim büyük bir ofis tasarlıyorum...’’ BUARADAKİ HERŞEY BANA LAZIMSon iki yıldır iş dengesini sağlamayı başaran Cemil İpekçi her ay 10 gününü Bodrum'da, 20 gününü İstanbul'da geçiriyor. İş yerine 13.00'te geliyor. ‘‘Mart'tan Eylül sonuna kadar gece 11.00'e kadar atölyedeyiz. Kış aylarında akşam yediye kadar buradayım. Her zaman oturduğum mekan ofisimden ayrıydı. Zaten evime gece karanlıkta gidiyorum. Otelde yaşıyor gibiyim. Bazen bakıyorum ki salona girmeyeli bir ay olmuş.’’Ofisine girer girmez hoş bir dağınıklık çarpıyor gözünüze. Düz insanlardan ve düzenli mekanlardan nefret ettiğini söylüyor. ‘‘Ben kimsenin bu kadar düz olduğuna ve bu kadar düz olan insanların da iyi çalışacağına inanmıyorum. Şu masanın üstündeki herşeyin nerede olduğunu çok iyi bilirim ve herbiri de bana lazım. Biri hayal kurmama, biri bakmama, biri işime lazım... Ben kitapları duvarların arkasına sıralı sıralı koyup, kırk saat açıp, oradan alıp yine sırasına aynı şekilde koyamam. Düzenden nefret ediyorum. Ancak kimi zaman bomboş gibi bembeyaz birkaç eşyanın bulunduğu mekanlara özeniyorum. Ama biliyorum ki 15 gün sonra orası yine pazar yeri gibi dolacaktır.’’İpekçi'nin ofisinde vazgeçemediği iki eşya var. ‘‘Biri ilk maaşımla Kuledibi'nden aldığım ve çalışırken bana bakan o kadın heykeli, diğeri ise 26 yıldır üzerinde oturduğum koltuk. Bu koltuğu da bir arkadaşım hediye etmişti.’’ Ofisinde tahammül edemediği davranışlardan biri de randevusuz gelinmesi. ‘‘Randevusuz gelindiğinde o kişiyle ilgilendiğiniz vakit, diğer kişinin randevusundan çalmış oluyorsunuz. Hiç adil değil.’’ Onu en çok sinirlendiren bir diğer davranış ise ‘‘Merhaba nasılsın’’ deyip boş vaktini onda değerlendirmeye gelen arkadaşları. ‘‘Ofisimde olduğum zamanlar o benim hayal kurduğum, tasarladığım, yarattığım saatler. Bu yüzden gereksiz telefonlara artık hiç çıkmıyorum. Bu tutumu çok laubali buluyorum...’’ Bir de eşyalarının karıştırılması, yerlerinin değiştirilmesi onu delirtiyor. ‘‘Temizlikçi geldiğinde, bir hafta gerilmiş bir keman gibi dolaşırım...’’
button