Güncelleme Tarihi:
Birçok dizide ve sinema filminde rol olan Dolunay Soysert, babasına inat başladığı oyunculuk yolunda son sürat ilerliyor. Buna rağmen "popülarite" denince irkilen oyuncu, "Hayır, popüler olmak istemiyorum" diyor.
Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,/belini sarmayalı,/gözünün içinde durmayalı,/aklının aydınlığına sorular sormayalı,/dokunmayalı sıcaklığına karnının./Yüz yıldır bekliyor beni/bir şehirde bir kadın./Aynı daldaydık, aynı daldaydık./Aynı daldan düşüp ayrıldık./Aramızda yüz yıllık zaman,/yol yüz yıllık./Yüz yıldır alacakaranlıkta/koşuyorum ardından."
Nedense beynimin içinde Nazım Hikmet’in "Hasret" şiirindeki bu dizeleri dolaşıyor. O kadın Piraye... Piraye, Dolunay Soysert. Ve doğal olarak aklım güzel bir oyun oynuyor bana, Piraye rolündeki Dolunay’la.
Piraye’ye mi gidiyorum? Dolunay nerede? Dolunay kim?
"Aslında çok gezmiş bir ailenin çocuğuyum. Babamın işi sebebiyle üç-dört yaşındayken Adana’dan ayrılıp Ankara’ya yerleştik. Bütün genç kızlığım Ankara’da geçti. İstanbul’a gelirken çok isyan ettim. Çünkü Ankara’da artık bir yere ait olma duygusu vardı" diyor kendini anlatırken Dolunay... Şimdi de çok değişmediğini söylüyor sohbetimizde. Çocukluktan başladığını anlatıyor bu huyunun, hálá da sürüyormuş: "Tam ’ben buralıyım’ diyorum, ama oradan kopuyorum. Hayat bana oyun oynuyor."
Aslında tek ideali resim yapmak olsa da o sırf babasına inat olsun diye seçmiş oyunculuğu, iyi ki seçmiş, iyi ki kafasının dikine gitmiş Dolunay! Şimdi o da memnun, izleyenler de... Televizyon ekranlarında "Benim Annem Bir Melek" dizisindeki Ece rolüyle bu kararın ne kadar da doğru verildiğini kanıtlıyor. Ama ah o Piraye rolü!
Kendini resim ve yazı ile ifade eden bu "asi" çocuğun yaşam çizgisini kesinleştiren biraz da hayal kırıklıkları olmuş: "17 yaşındaydım. En büyük hayal kırıklığımdı. Hayatım boyunca çok başarılı bir öğrenciydim. Akademi sınavlarını kazanamadım. Yeteneğe dair bir şeyden sınava tabi tutulup da alamamak hayatımda ciddi bir dönüm noktasıydı. Sanki tüm dünya bana karşıymış gibi geldi. İçe kapanık, okulda kendini göstermeyen çocuk, evin içinde asi ve çok çığırtkan birine dönüştü. Babamı resim yapmaya, yurtdışına gitmeye ikna edemeyince onu acıtacak bir şey yapmak istedim. Oyuncu oldum. Babam bunu bir türlü kabul edemedi."
BENİ BEN YAPAN AMERİKA’DIR
Bastırıldıkça daha da hırslanmış Dolunay. Ardından dört yıllık bir İstanbul Şehir Tiyatroları macerası olmuş. İyi oyunlar oynamış, iyi rollere çıkmış. Sınır yine önüne geçmiş. Dört-beş senede bir şehir değiştirme ve yeni bir şeyler arama takıntısı gelişmiş ve Londra’ya, oradan da Amerika’ya gitmiş: "Beni şu anki halime getiren şey, Amerika... Hayata bakışım değişti, törpülendim. Ailemin eli oraya ulaşamadı. Çok işte çalıştım. İnsanların ve kendimin ne istediğini anladım. Bir yandan da oyunculuk eğitimini sürdürdüm."
"30 yaşımda Türkiye’ye geri döndüm. Galiba o kültürü arıyorsunuz. Birileri ile geçmişten konuşamamak, birilerinin kapını çalmaması, hasta olduğun zaman birilerine şımaramamak acayip ağır gelmeye başlıyor. Gençken sorun olmuyor ama sonra bir anda aile, gelenek, kültür önem kazanıyor ve kendi topraklarıma kök salmak zorundayım noktasına geliyorsunuz. Döndükten sonra da artık hedeflerim çok netti: Ben eğitimci olacağım, iyi bir oyuncu olacağım, kalıcı bir oyuncu olacağım."
ŞÖHRET GELİP GEÇİCİ BİR ŞEY
Hiçbir zaman tam olduğunu düşünmüyor Dolunay Soysert, hep bir yanı eksik, yarım kalmış gibi. Ama o bu soruma yanıt verirken bunu ısrarla da sürdüreceğinin altını çiziyor. Çünkü bu eksikliğin onu geliştirdiğini düşünüyor: "Hemen tembelleşebilen bir yapıya sahibiz. Biz öyle yetiştirildik, ezber kültürü ile büyütülmüş çocuklarız. Çok düşünmeye, çok yapmaya, çok yaratmaya zorlanmadık. Kendimi olabildiğince ritmde ve ayakta tutmaya çalışıp, hep yeni gelişim noktaları arıyorum."
Kalıcı olanın yetenek, gerçekten işine inanç olduğunu söyleyen Dolunay Soysert "Şöhret gelip geçiyor" diyor ve ekliyor: "Bu bir çark; çarkın altında olduğunuz, üste çıktığınız veya yarıda kaldığınız oluyor. Hep tepede kalacağım zannediliyor. Halbuki çarkın yuvarlak olduğunu ve sürekli dönmekte olduğunu görmek lazım. Siz alta gireceksiniz ki, birileri yukarı çıksın."
Onun için mutluluk her şeyden önemli: "Hayat kısa. Mutluluk bu yüzden çok önemli benim için. Mutlu olmadığım ya da beni üzen şeyler eğer beni bir yere götürecekse savaşmaktan yanayım. Kurtaramayacağım durumlar için savaşmaktan yana değilim. Mesela kişileri değiştirmek buna bir örnek. Kişilerin yarattığı ve kanser olmuş durumları çözmeye uğraşmak. Her zaman için kan, kanserden iyidir. Onun tedavisi için zamanımı harcamıyorum. Kimseyi
HER YAŞAMA DALABİLME İMKANIM VAR
Bu sözleri söylerken ruhundaki "isyan"ın hálá dinmediğini biraz hissediyorum. Yanılıyor muyum, bilmiyorum. Belki biraz da bu isyankarlık onu mesleğinde başarılı kılan. Komedide kahkaha attırıyor, dramda ağlatıyor. Çünkü oyunculuk sayesinde pek çok insan oluyor. Ama o en çok Dolunay’ı seviyor.
"Aslında o bahsettiğim merakın devamı. İşte o camların içerisinden bakıp da merak etme... Belki o hayatları göremediğim için hayatları canlandırmaya çalışıyorum ya da parçası olmaya çalışıyorum. Ne kadar çok insan olursam o kadar çok hayata ziyaretçi olmuş oluyorum ve hiçbir meslekte böyle bir imkan yok. Bizim ömrümüz boyunca süren bir evcilik oyunumuz var, bir de üstüne para alıyoruz. "
Eşim ve ben tartışmayı seven ateşli insanlarız
Dolunay’ın eşi de kendisi gibi oyuncu olan Sinan Tuzcuoğlu... "Eşinizle ilişkiniz nasıl, egolar çatışıyor mu?" diye sorduğumda şu yanıtı veriyor:
"İtişen ve birbirimizi kıran bir tartışma sistemimiz yok. Sadece tartışmayı seven ateşli insanlarız ikimiz de. İlişkimizin bu dinamiğini çok seviyorum. Yani benimle konuşan bir eşim var. Ego çatışmamız? Zaten birimiz kadın, birimiz erkek. Makul olan insanlar bu konuda ego çatışması yapmazlar. Biz çok film izleriz. Kendimizi bu konuda bir çizgide tutmaya çalışıyoruz. Sinema kültürümüzü beraber geliştirmeye özen gösteriyoruz. Sosyal bir ikiliyiz. Arkadaşlarımızla birlikte olmayı seviyoruz. Popülerite mi, hayır!"