Güncelleme Tarihi:
Sinir olup nefret ederek izlemekten, ilgi göstermekten kendinizi alamadığınız insanlar var mı? ‘‘Hayır, ikisi bir arada olmaz, sevmiyorsam ilgi de göstermem’’ deseniz bile toplum olarak yaşadığımız örnekler bunun aksini gösteriyor. Türk toplumu olarak, marazi sevgilerle öyle bir içli-dışlıyız ki özel bir araştırma konusu. Hem nefret ediyor hem de seviyoruz. En azından ilgimizi eksik etmiyoruz. Kısacası biz, birilerine hem sinir olur hem de ne yapıp ettiğini, yakından takip eder, yaşamımızın içine sokarız. TEMPO Dergisi de bu haftaki sayısında işte bu gerçeğin örneklerini sergiliyor. Elif Yılmaz’ın haberinin ayrıntıları TEMPO’da...
Reha Muhtar
Bulaşıcı hastalık gibi
Muhtar Bey, bu dünyayı merdaneli çamaşır makinesine koyup iyice sıkarak karşımıza getirenlerden. Ana haber bültenlerinde bir karşı-devrim yaptığını söylemek hiç de yanlış olmaz! Malum, Muhtar Bey, bulaşıcı bir hastalık gibi... Kısa sürede başka kanallarda da kopyalarını türetti. Muhabirleri onun, ‘‘haber unsurunu ağlatmazsanız, haberi unutun’’ vecizesini her daim hatırladıkları için olsa gerek haber unsurunu soğan soyup ağlattıkları söyleniyor. Ameliyatla kadın olmuş insanlara -Örneğin Bülent Ersoy’a- ‘‘Nasıl yani, siz şimdi kendinizi kadın mı hissediyorsunuz’’ gibi zor ve anlamlı sorular sormakta bir numara. Kendisi gibi olmayanları anlamakta oldukça zorlandığı her halinden belli, başka türlüsüne inanamıyor, ayrıca inanmak da istemiyor, şaşkınlığını asla ve asla gizlemiyor. Oldukça objektif... O, önceliği hep üçüncü sayfa haberlerine vererek ‘haber atlatıyor’! Millet ona hem sinir oluyor hem de seyrediyor.
Sibel Can
Ben güzele güzel demem
Bir göbek dansı, iki göğüs, üç kalça şovla karşınızda. Her gece ana haber bülteninde, her yaptığıyla birinci haber! Saçı siyah haber, gözünün maviliği haber, alışverişe çıktı haber, altında Orkid’le balkonda çıplak dolaşmış haber! Türk halkının sanal cinsel bebeği gibi. Evli ve iki çocuklu olması hasebiyle ‘en kutsal kavramımız aile kurumuna’ ters düşen tavırları olsa da o seviliyor. Güzelin önünde eğiliriz, parmağımıza dolar çeviririz, elimize alır okşarız. Biz hem kızar hem severiz; hem nefret eder hem bağrımıza basarız. Biz böyleyiz...
Kenan Erçetingöz
Olay adam
Aygın baygın, alanında ‘müthiş profesyonel’ edalarıyla tam bir olay adam. Magazin basınının forever’ı. Hem arkasından çekiştirilip kızılır hem de programına çıkmadan edilmez: Ne seninle ne sensiz! Ondan hiçbir şey kaçmaz: Kim kiminle, ne maksatla ne zaman, nerede, nasıl, ne yapıyor? Kim kimin yatağında? Ne hakla? Gerektiğinde yargıç, gerektiğinde kuzu. Hem kurt hem kuzu da denebilir.
Bülent Ersoy
Olay kadın
Sesinin güzelliği, Türk müziğini makamına uygun okumasıyla kendinden söz ettirdi önce. Bir de kadınsı tavırlarıyla... Sonra yılların çelişkisine son vermeye soyundu; kendini kadın olarak hissettiğinden bedenini ruhuna uydurmak için ameliyata yattı. Ve 1981’de kadın oldu, eline kapı gibi pembe nüfus kimliğini aldı. Sonunda, çektiği sıkıntılardan, duygularını bastırmaktan, ‘rol yapmaktan’ kurtulacaktı işte. 12 Eylül’ün gazabına uğrayıp uzun yıllar sahnelerden uzak kaldı ama ‘dönüşü muhteşem oldu’. Abartılı makyajını, giyinişini beğensek de beğenmesek de işini güzel yapıyordu. Gizlenmedi, açık oynadı. Nişanlandı, ayrıldı ve sonra genç bir çocuk çıktı karşısına. Yakışıklıydı, onu çok beğeniyordu, sevildi, sevdi, karar verdi ve evlendiler. Bir gazete ‘Rezalet’ diye manşet attı.
Hülya Avşar
Hep gözde
Şımarık, küstah, cahil, kendini beğenmiş. Ama Allah için güzel. Bizim için önemli olan da bu zaten. Sinemadaki oyunculuğuyla ne kadar da umut vermişti oysa. Sonunda Türk sineması güzel ve farklı bir yüzü olan iyi bir oyuncu kazandı demiştik. Dağarcığı dolu olmayan, bir şeylere yaslanmayan, kendini geliştirmeyen, bir süre sonra balon gibi söneceği için geçti gitti. Asıl yüzü çıktı ortaya. Olmayan sesiyle şarkı söyledi, televizyona program yaptı, konuklarını güzel ve seksi kıyafetleriyle karşılayarak beş çayı içirip pişpirik çevirdi. Konuklarıyla birlikte güldü, eğlendi, bir sohbet bir sohbet etti ki anlatılmaz. Attığı her adım olay oldu: Tenis oynadı olay, bakkala gitti olay, tuvalete gitti olay... Karnı burnunda, şişmiş memelerini göstere göstere program yapıp halkına kendini özlettirmedi sağolsun. Doğurdu, haliyle yine olay oldu. Yaşamının en mahrem kıvrımlarını sunmaktan kaçınmadı. Kimileri sinir oldu, arkasından konuştu ama ne yapıp ne ettiğini merak etmekten mahrum edemedi kendini.
Sadettin Teksoy
O bir fenomen
Postmodern seyyah, gazeteci, araştırmacı, dinbilimci, antropolog ve daha pek çok şey! Eşi benzeri yok. Türkiye değil ölçeğimiz, dünya! Her hafta kargaların bile güldüğü o çok ‘özel’ programlarını Türk halkı deli gibi izliyor. Dipfrizden yeni çıkmış bakışına, kazık gibi duruşuna, zekanızdan şüphe edermiş gibi ağır çekim konuşmasına sinir oluyor herkes. Olsun, Teksoy her programıyla adeta Amerika’yı yeniden keşfediyor. Bin bir kere işlenmiş ve suyu çıkmış konuların içine o ebleh bakışını ve bilgi bile denemeyecek kırıntıları ekliyor, yutturuyor. İlginç olan, belgeselciliğin zerre kadar gelişemediği ülkemizde, koskoca bir TV kanalı, bu adamın cebine para koyup uzak diyarlara yolluyor, ‘Görevimiz Tehlike’deki gibi, belgesel kavramını imha edip ‘Sadettinsel’lerle geri döndürüyor.
Aydın
Kadınların sevgilisi
‘Gelinler ve Kaynanalar’ ile yıldızı parladı. Kaynanalar gelinlerin suratına suratına pasta atarken millet gülmekten, içindeki hıncı yansıtmaktan öldü bitti! Ağzını yaya yaya konuşması, antipatik tavırları, abartılı kadınsı hareketleri ve kırıtmasıyla izleyenleri rahatsız etmedi desek yalan olur. Öncelikle erkekler rahatsız oldu, kadınlarsa ya anlamamazlıktan geldiler ya da müthiş eğleniyor olduklarından umursamadılar. Zaten, kırıtsa da o ‘eşcinselim’ demiyordu ki. ‘‘Neden evlenmediniz’’ sorusuna ‘‘Bugüne kadar karşıma tam bir ev kızı çıkmadı’’ diye cevap verdi. Herhalde ev kızının bu kadar bol olduğu başka hiçbir ülke olmadığından haberi yoktu, ne yapsın! Aslında sesi müsait olmasa da kaset sahibi olmasında elbette sakınca yoktu!