Güncelleme Tarihi:
Yeri gelmişken söyleyeyim çünkü ben genelde yeri gelmemişkene konuşurum, elime bir fırsat geçmişken kullanayım, kıt Osmanlıcam ile, zevât, zât’ın çoluğudur, şahıslar, kişiler demektir. Bizim konumuzda olduğu gibi önemli, sayılı kişiler ise, bunlara zevât-ı ma’dûde denilir. Eğer daha da önemli veya tanınmış kişilerse, hani ÇÜK veya ÇÖK misali, bunlara da Osmanlıca’da zerzevât derler, zer altın demektir, zevât da gibi zaaaart’ın çoğulu, yani şahıslar. (Göveri de denilen hıyar, acur, patlıcan misali sebzevat ile sadece bir isim benzerliği söz konusudur.)
VİP’i böyle uzun uzun anlattıktan ve herhalde siz de anladıktan sonra, Cem Yılmaz’ın dediği gibi, zihnimizde yer etsin diye, bir de cümle içinde kullanalım.
BEN VİP’TEN GEÇTİM!
Oldu mu?
Olmadı. Çünkü yukarıda VİP dediğimizde (veri important persın yahut da çoğul oldu mu pipıl yani) canlılar söz konusu iken, buradaki VİP, bu canlı türünün uçağa binmek için kullandığı salondur. ŞEREF Salonu!
BEN VİP’TEN GEÇTİM!
İlk defa ve muhtemeldir ki son defa, uçağa VİP kapılarını kullanarak bindim ve indim, Allah’a şükür ki indim çünkü hepinizin de bildiği gibi, bir uçağa ister ayak takımıyla birlikte ekonomik klastan, ister parasını bastırıp CİP’ten, ister de benim gibi önemli (ÇÖK) bir Türk büyüğü sıfatıyla VİP’ten binin, bindiğiniz uçaktan inmemek genelde pek hayra işaret değildir ki tavsiye edilmez.
BEN VİP’TEN GEÇTİM!
Van’a uçacağım, epey oldu. Atatürk İnterneyşınıl Eyrport’un VİP salonuna, sanki bin senedir bu kapıdan geçermiş gibi kendinden emin bir edayla dayandım. N’olur n’olmaz diye lacileri de çekmişim ki, görevli polis kültür şoku yaşamasın. Çantamı iks-rey cihazına attım, hep VİP’ten geçmeye alışık ve de büyüklerine saygılı küçüklerine sevgili bir ÇÖK edasıyla “Günaydın memur bey!” dedim.
- Birine mi baktınızdı?
Ulan dışarıdan belli oluyor mu be?
- Evet, Türkan Saylan Hocam’la birlikte seyahat edeceğiz de...
- O zaman dışarıda bekle, hocanızla beraber geçersiniz kapıdan. Refakatçılar tek başlarına geçemezler.
- Aaa, (En cici sesimle) Türkan Hocam gelmedi mi?
- Hamzaaa, bak bakiim Profesör Doktor Sayın Türkan Saylan giriş yapmış mı?
- Ben şu kapıda beklerim!
BEN HÂLÂ VİP’TEN GEÇEMEDİM !
Derken Türkan Hoca geldi, “Beyefendi benim misafirim” deyince akan sular durdu, sadece el çantamız iks-rey’den geçti, biz geçerken cayır cayır ötmesine kimse ses etmedi, çok önemli (ÇÖ) ve / veya çok ünlü (ÇÜ) kişiler (K) bellerinde makinesiz gezmez ve kimse de üstlerini felan arayamaz ya malum...
Bir tek ben geçerken kapı sessizliğini korudu ki, artık bir iks-rey cihazını da muhatap almadım kendime...
BEN VİP’TEN GEÇTİM!
İstanbul’da geçtim, BİR.
Van’da geçtim, İKİ.
Van’da tekrar geçtim (yok eğlenceli oluyor diye değil, dönüşte), ÜÇ.
Ankara’da geçtim, DÖRT.
İstanbul’da çıkış yaptım, BEŞ.
BEN BEŞ KERE VİP’TEN GEÇTİM!
Yunanca’da Pentavip, Latince’de Çinkovip, Farsça’da Pencüvîp, Arapça’da Hamsivip denilen, Hermes Tresmegistros’a bile fark atan BEŞ KERE ÇOK ÖNEMLİ KİŞİ var yani karşınızda.
*
Hangi salona otursanız, duvarda koca bir pano, Bilmem ne kanunu gereği Şeref Salonlarından yararlanabilecek kişiler listesi. Göğsüm kabararak okuyorum, çünkü ben de :
Cumhurbaşkanı
Önceki Cumhurbaşkanları
TBMM Başkanı
Önceki TBMM Başkanları
Başbakan
Önceki Başbakanlar... diye uzayıp giden listedeki TÜRK BÖYYÜKLERİ ile aynı salonu paylaşmaktayım şu anda. (Bu anda değil, listeyi okuduğum O anda...)
Onlarla aynı havayı soluyor, aynı deri koltuklara kıçımı koyuyor, garsonun getirdiği aynı bir ince belli bardaktan çayımı içiyorum. Hatta aynı pisuvara işiyorum...
Düşünebiliyor musunuz!
Benden önce buradan kimler kimler geçmiş.
Ne Zeynep ve Efe Özallar, ne Özer ve Mert Çiller’ler, ne kapatılan Refah Partisi'nin yasaklı lideri Necmettin Erbakan'ın balayına giden küçük kızı Elif Erbakan ile Çırağan Sarayı'nda düzenlenen törenle evlenen Bursalı mobilyacı damat Mehmet Altınöz’ler, ne Semra Özal’dan icazetli şarkıcı Fatih Ürek’ler, ne şarkıcı Muazzez Abacı'nın ABD'de yaşayan altı aylık torunu Sera’lar, ne Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz’ler... daha neler kimler!
*
Ohooo, 3’üncü sayfayı ve başlık hariç 106’ıncı satırı tecavüz etmişim yahu! Çok uzadı. Anlatmak istediklerime yer kalmadı.
Ama şu kadarını söyleyeyim en azından...
Ankara’daki Şeref Salonu’nda bir köşede ben oturuyorum (BEN VİP’TEN GEÇTİM!) Diğer koltuk havuzunda tanımadığım bir ÇÖK hanımla kocası. Garson elinde bir tepsi çayla geliyor, benim önüme bir bardak bırakıyor, ama o hanımla kocasına ilişmiyor hiç. Derken kapıdan içeri genç bir garson giriyor, çakı gibi, önce hiç kimsenin olmadığı karşı duvara doğru üç adım atıyor, sonra topuklarının üzerinde 90 derecelik sert bir açı çizerek sağa, yüzünü o ÇÖK hanımla sessiz kocasının oturduğu koltuğa doğru çeviriyor, topuklarını tak diye birleştirirken hızını alamayıp öne doğru bir gidip geliyor, sonra başıyla şrak diye bir selam veriyor:
- Çay emreder misiniz Komutanım?
- Getir!
- Emredersiniz Komutanım!
Anlıyorum ki söz konusu koca aslında eylemli veya emekli bir yüksek paşadır ve yanındaki ve Esenboğa’yı çevreleyen irili ufaklı dağları yaratmış olan hanım da bizzat ÇÖK değilse de bir ÇÖK PAŞA’nın “ailesi” sıfatıyla ve en az “beyi” kadar ÇÖK’tür ve fena halde hotorogort bir yengemizdir. (Komutan eşlerine subay astsubay ‘Yenge’ der)
Üçüncü bir köşede ise, beni gençlik kollarına vurdurtacağı için adını veremeyeceğim ama yakın geçmişteki hükümetler döneminde köşeyi dönmüş, bayındırlığı hamuduyla yutmuş bir tanıdık bakan gazete okuyor ve bir yandan telefonla iş bağlıyor. O esnada kapıdan içeri iki bakan eskisi daha giriyor kol kola. İtişerek. Birbirine rakip olmuş, biri güya solcu, diğeri güya liberal iki partinin iki eski bakanı. Biri, hatırlıyorum, Sağlık Bakanlığı’nın kanını emmiş, diğeri de bir b.klar yemişti ama şimdi çıkaramadım, bunlardan o kadar çok var ki...
Pişmanım ama!..
Pişmanım çünkü ŞEREF SALONU’ndan bakıldığında, manzara hiç de iç açıcı değil.
Muasır Medeniyet diye çıktığımız yolda, galiba Muacciz ile yetineceğiz!