Güncelleme Tarihi:
Oyunculuktan önce halk oyunlarıyla uğraşıyormuşsunuz, doğru mu?
- Evet, Ege Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Halk Dansları mezunuyum. Türkiye’deki halk danslarının yanı sıra bale, modern dans, müzik, oyunculuk gibi komple bir eğitim aldım. Okulumu bitirdikten sonra da İstanbul’a gelip oyunculuk okudum.
Aileniz destekledi mi İstanbul’a gelmenizi?
- Çok desteklediler. Zaten İzmir’deyken bu yolun İstanbul’a gideceğini biliyorlardı. Aslında hiç ayrı yaşıyormuş gibi değiliz. Annem sürekli benimle. O yüzden burada hiç yalnız kalmadım. Konservatuvardaki arkadaşlarım da benden bir yıl önce İstanbul’a taşınmışlardı zaten. Biraz İzmir’e benzediğinden Erenköy, Bostancı tarafını tercih ettiler oturmak için, ben de onların yanına yerleştim. Yalnız İstanbul, sonradan gelen herkesi bir bir üzerinden atmak istiyor. Sosyal statünüz, aileniz, kimliğiniz, etnik kökeniniz ne olursa olsun, ruhu olan bir şehir olduğu için, İstanbul sonradan geleni hissediyor ve onu göndermeye çalışıyor.
İSTANBUL’A GELİR GELMEZ SOYULDUM!
Size ne yaptı İstanbul?
- Yeni geldiğim günlerden biriydi. Taksim’de arkadaşım Aydan’la buluşacağım. Çantamı koltuğuma astım, meydana doğru yürümeye başladım. Çantamın içinde de hafta sonu döneceğim için aldığım uçak bileti, evimin anahtarı, bankaya saatinde yetişemediğim için bankaya yatıramadığım kiram ve cep telefonum var. Hava soğuk olduğundan “Şu meşhur hamburgercide bekleyeyim” dedim. Sonra Aydan geldi, buluştuk. Bir baktım çantam yok! Hemen Aydan’ın telefonundan kendi telefonumu aradım, kekeme biri çıktı. “Ben çantanızı buldum, şu yerin önüne gelin, vereyim” dedi. Biz iki kız, verdiği adrese gittik. Bekledik bekledik, gelen giden yok. Sonra arkadaşım kendine geldi, “Hırsızın randevusunu bekliyoruz, yürü karakola!” dedi. Hayatımda ilk defa karakola düştüm! Üzerimde de yakaları yünlü beyaz bir mont, beyaz yünden örülmüş alttan bağlamalı şapkam ve onunla takım eldivenlerim var. Başkomiser “Böyle Pamuk Prenses gibi gezersen İstiklal’de, tabii çalarlar çantanı” dedi. Bir de azar işittim! İstanbul’a geldiğimin ilk haftası elimde bir torba ve tutanakla kalakaldım!
İLK DİZİM ‘ÇAPKIN’DI
Geçmiş olsun diyelim... Dizilerde rol almaya nasıl başladınız?
- Sekiz yıldır İstanbul’dayım. İlk olarak Ayla Algan’ın okuluna yazıldım. Bir zaman sonra hocalar yeterli görünce, bazı dizilerin deneme çekimlerine gönderdiler. Oradan cast ajanslarıyla bağlantı kurdum, o şekilde başladım. Yani hep adım adım ilerledim.
İlk diziniz hangisiydi?
- “Çapkın”. Başrolde Okan Yalabık oynuyordu, Özlem Conker’le birlikte.
Nasıldı ekranda kendinizi izlemek?
- Mesleğin başındayken nasıl göründüğümle çok ilgileniyordum. “Saçım şurada güzel olmamış, makyajımı güzel yapmamışlar” diyordum sürekli. Şimdi o algım değişti. Nasıl göründüğümle ilgilenmiyorum, duyguyu verebilmiş miyim diye bakıyorum.
Halen heyecanlanıyor musunuz rolünüzü canlandırırken?
- Genelde heyecanlı biriyimdir ama heyecanıma yenik düşmemeyi başarabiliyorum. Kalbimde bir kuş vardır hep benim. Kan dolaşımımı hızlandırır ama o kuş pozitif gelir bana. Mesela şimdi “Karadayı”da oynuyorum ve bu benim hayatımda çok önemli. Çünkü uzun zamandan beri ilk defa istediğim bir karakteri oynuyorum. Aslında tipten kaybediyorum ben. Sarışın ve kötü kadın tipi var bende. Başta çok itici görünürüm insanlara, bunu sonradan itiraf ederler. O yüzden beni tanıdıktan sonra çok şaşırırlar.
YETKİN, ARAMADIĞIM BİR ANDA GELDİ
Uzun süredir Yetkin Dikinciler’le birliktesiniz. Oyunculuk anlamında Yetkin Bey’in desteği oluyor mu size?
- Sadece oyunculuk değil, hayatımın her alanında desteği oluyor. Şimdi ondan bahsedince heyecanlandım. (Gülüyor) Gerçi ben onu gördüğüm ilk günden beri heyecanlanıyorum. O da bana karşı öyle.
Eskiden de beğendiğiniz bir oyuncu muydu?
- Çok fazla beğenirdim hem de.
Nasıl tanıştınız?
- “Aile Saadeti” dizisinde. Daha önce konuştuğum, sohbet ettiğim biri değildi. Onu tanıdıktan sonra derinliğiyle karşılaştım. Dizimiz beş bölümde kaldırıldı ama arkadaşlığımız devam etti.
Onda ne etkiledi sizi?
- Hiçbir şey ama çok şey! Kadınlar bir erkekle tanıştıkları zaman mutlaka kılık kıyafetine, eline, ayağına, jestine, mimiğine, hesabı ödeyip ödemediğine, kolundaki saatine, statüsüne bakarlar. Bu kadın grubuna girmeyen biri var karşınızda! Gerçekten hayatımda genel geçer bir şey aramadım. Zaten aradığınız zaman bulabileceğiniz bir şey değildir diye düşünüyorum. Aramadığım bir anda geldi Yetkin. Yalnızlığımdan mutluyken, keyfim yerindeyken, arkadaşlarımla sosyalken... İkimiz de birbirimizi hiç aramazken denk geldik. Böyle bir kavuşma yaşadık. Aramadığınız zaman buluşmalar daha kıymetli. Ne benim ona ihtiyacım vardı ne de onun bana...
Şimdi düşününce; neler ruhunuza hitap ediyor?
- Bir tatilimizde, bir yerde yemek yiyoruz. Önümüzde çiftler var. Hiç ışık yok, sadece mum ışıkları. Ortamı ay aydınlatıyor. Her şey taze, güzel. Önümüzdeki iki çift, ne yedikleri yemeğin tadıyla ilgilendi, ne kaldırıp kafalarını gökyüzüne baktı ne de dalgaların sesini duydu. İstanbul’daki meseleleri almışlar, gelmişler! Yetkin’le birlikteyken onlara çok üzüldüm. “Şundan yiyin, ne kadar lezzetli değil mi? Çok güzel bir hava var. Gökyüzünde birçok yıldız deli gibi kayıyor” demek istedim. Bu duygumu besleyen de sevgilim.
OYUNCULUK, YAŞAM TARZINIZLA İLİNTİLİ
Sekiz yılın sonunda “oyunculuk ne menem bir şeymiş” dediniz mi?
- Heves edilip başarılabilecek bir şey değil oyunculuk. Yaşam tarzınızla, içinizdekilerle, ailenizle, tüm yaşadıklarınızla ilintili bir şey. Şimdi diyeceksiniz ki; 6 yaşında çocuk da iyi bir performans yaratabiliyor. İşte içinde kaç tane ruh barındırdığıyla ilgili bence. O 6 yaşındaki çocukla konuştuğunuzda diyorsunuz ki “Sen 6 yaşında olamazsın”. Ruhu zaten 6 değil aslında. Yoksa yapamaz