Ben Tanrıça Tut, sen eskiden kimdin?

Güncelleme Tarihi:

Ben Tanrıça Tut, sen eskiden kimdin
Oluşturulma Tarihi: Nisan 01, 2003 17:55

Size sözüm vardı, bir okurum da hatırlattı zaten, galiba reenkarnasyondan bahsettiğim bir yazıda, “Geri götürücüleri anlatırım bir gün” demiştim. Sözümü bugün tutuyorum. Gerçi yazı uzamasın diye biraz hızlı geçtim işin o kısmını ya... Evet, sağımda Tanrıça Tut, karşımda Firavun Tutanhamon, Paris’te bir yemekteyiz.

Haberin Devamı

1980’li yıllarda astroloji modaydı. 1990’lardaysa “möst” artık tenasuh etmekti (bu lafı kaçıramazdım herhalde) yani reenkarne olmaktı. Ama öyle sıradan birinin reenkarnasyonu değil tabii ki.

Paris’te, zengin bir işadamının evinde, monşer bir yemekteydik, sohbet döndü dolaştı misafirlerin “geçmiş hayatlarına” geldi.

Sağımda oturan iri memeli, kızıl postişli ve kocaman dişli kadın, eski hayatlarından birinde Tanrıça Nut olduğunu ifşa ederek, Eski Mısır panteonundan yakası açılmadık dedikodular anlatmaya başladı haziruna...

Ben zaten böyle davetlere alışık değilim, gelmişler, şaka ediyorlar sandım. Kimse gülmedi.

Karşımda oturan, hem konuşurken suratıma tükürdüğü yemekleri ağzı açık çiğneyip, hem de kesintisiz iğrenç kokulu Gitanes içmeyi başaran sosyoloji hocası, yeni tanıştığı butikçi kadının Tanrıça Nut olduğunu öğrenince sevinç çığlıkları attı:

- Tanrıçam, hazır sana rastlamışken sorayım, geceleri rüyama giriyor zaten, arkamdan sessizce yaklaşıp, enseme küt diye vuran o alçak kimdi Osiris aşkına?

Haydaaa, şimdi bu kim?

Tutanhamon’muş meğer, katilini araştırıyor...

Yahu, masada herkes önemli birilerinin reenkarnasyonu, sıra şimdi bana gelecek, ter bastı, “Bakırköy Tapu Sicil Muhafızı Ruhi Bey’in torunuyum” diyeceğim, ama rahmetli ne bir Babil tanrısı, ne peygamber, ne giyotinde ölmüş bir kral...

Ben tenasüh etmiş Hazreti İsa’yım desem, ağır kaçacak. Napoléon desem, eleman ayağa düşmüş. Bir Mısır tanrısı yahut firavunum desem, masada zaten bir tanrıçayla bir de çocuk-kral var, bir ortak tanıdığımızın adını filan sorurlar, mahçup oluruz.

Ulan vakit de yok, hadi Serdar, sıra sana geliyor!

Aklıma ilk geleni salladım, “Engizisyon ateşinde ölmüş Ortaçağ’lı bir büyücüydüm!” Sessizlik. Herkes bayıldı. Gözleri nemli nemli dinlediler trajik sonumu. Hatta, işi biraz abartıp, baldırımdaki yanık izini bile gösterdim onlara.

Ortak tanıdıklardan da bahsettim. Fransa’nın Albi kentinden, mapushane arkadaşlarım, şimdinin meşhur modacısı Paco Rabanne ve oyuncu Shirley MacLaine ile nasıl tatlı tatlı yakıldığımızı anlattım Kilise Meydanı’nda.

Bak, Paco Rabanne deyince kulak kesildiniz. Geçmiş hayatlarını anlattığı kitapları milyon sattı, bilmiyor muydunuz? (Bir daha dünyaya geldiğinde, Hürriyet’te köşe yazarı olacakmış.)

Sonra, sizin tanıdığınız oyuncu Shirley MacLaine de, siz deyin 140, ben diyeyim 145’inci reenkarnasyonudur o kızın. Ben, Budist rahibi, çöllerde yaşamış Moğol savaşçısı, tanrılara kurban edilmiş İnka çocuğu hatta Romalı lejyoner olduğu günleri bilirim onun.

Shirley, 15-20 senedir, gizemcilik adına ne saçmalıklar yaptı bilseniz. “Öteki dünya”dan dedikodular getiren sefil medyumlara bir sürü para kaptırdı. Hani, deliğine para attınız mı transa geçen ve – ½ saatlik seans boyunca – İsa’nın bir mahalle arkadaşına, Atlantis’li bir generale, bir meleğe ya da Büyücü Merlin’e (ki şu sıralar ruhu Paco Rabanne şeklinde reankarne olduğu için meşgul çalmaktadır) bedenini ödünç veren kadınlı erkekli fetbazlar var ya...

Shirley’in, bu maceralarını 6-7 kitapta topladığını, bu kitapların da en az ½ milyon dolara reenkarne olduğunu da mı bilmiyordunuz sahiden?

*

Edouard (37) çocukluğundan beri saçma sapan bir korkunun kurbanıymış. Gece gündüz, boynunda sıkı sarılı bir eşarpla yaşıyormuş. Bir bıçak, bir makas yani bir kesici alet gördü mü, soğuk soğuk terlemeye başlıyor, paniğe kapılıyormuş. Tamamen tesadüf, bir “şuuraltına geri götürme seansı”na katılmış. Hipnoz altındayken, kendini, 18.yüzyıl Paris hapishanelerinin karanlık bir hücresinde, bir sağa bir sola yürüyen bir asilzade olarak bulmuş. Kapı açılmış, bir takım adamlar üstüne atlamış ve onu, ite kaka, kalabalık bir meydana götürmüşler. Tam giyotinin keskin bıçağı ensesine düştüğünde, çığlıklar atarak uyanmış derin uykusundan. Kan ter içinde, boynundaki fuları çıkarıp atmış. Ve hayretle fark etmiş ki, fobisi tamamen geçmiş.

*

1960’lı yıllarda, Hintli bilge Sri Swami Prajnanpad’ın öğrencisi olmuş Denise ve Arnault Dujardin çitfi, şimdi Avrupa’nın en meşhur lying uzmanlarından. “Hipnoz altında eski hayatlara götürme metodu” diyebiliriz buna. 15 senelik meslek hayatında, Dujardin yaklaşık 2.500 kişiyi “geri götürmüş” ve tabii, ortalama 100 $ aldığı üçer seanstan, şöyle böyle 750.000 $’ı da kendi götürmüş.

Bir başka uzman, yazar Patrick Drouot “Benim ve yetiştirdiğim diğer geri götürücülerin sayesinde, her sene 10-12 bin Fransız, eski hayatlarına bir tur atıp geliyorlar” diyor.

*

Marjorie Montgommery, Geçmiş Hayat Terapi Derneği’nin müdürü, ilk “geri gidişini” dün gibi hatırlıyor. Daktilo yazarken, dirsekleri ve bilekleri müthiş ağrıyormuş. Romatizma ilaçları da fayda etmemiş. İlk “geri gittiğinde” meseleyi çakozlamış Marjorie. Meğer, 18.yüzyılda İngiliz armadasına ait bir savaş gemisinde subaymış. Tayfalar isyan etmiş ve elini ayağını bağlayıp denize atmışlar onu. İşte bu yüzden bilekleri böyle ağrıyormuş, özellikle de yağmurlu havalarda.

(Gülmeyin, insanların % 27’sinin reenkarnasyona inandığı Amerika’da, “geri götürme” seansları, sigara bırakma ve zayıflama kürlerinden sonra üçüncü sırada geliyor.)

*

“Sohbetinize doyum olmuyor, ayrıca sizleri tanımaktan şeref duydum!” diyerek izin istedim. Sağolsun Tanrıça Tut “Ben de çıkacağım, seni otele bırakırım, beş dakika otur” diye ısrar etti. Ama kalamadım. Sabah erken kalkacaktım, Hannibal’le randevum vardı.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!