Ben soru soran ürünüm

Güncelleme Tarihi:

Ben soru soran ürünüm
Oluşturulma Tarihi: Kasım 04, 2001 00:56

Frederic Beigbeder, Doğan Kitap tarafından yayınlanan ‘‘3.900 TL’’nin (bir sonraki baskısının adı enflasyonla 4.900 TL oldu) ve ‘‘Aşkın Ömrü Üç Yıldır’’ın yazarı.

18 Temmuz 2000'de, Paris'teki ünlü reklam ajansı Young&Rubicam'dan tazminat bile alamadan kovuldu. Nedeni 12 yıl boyunca içinde bulunduğu reklam dünyasının ve çalıştığı şirketin iç yüzünü anlatan 99F adlı kitabıydı. Kitap büyük bir yankı uyandırarak bestseller oldu. Reklam dünyasına açtığı savaşla en büyük reklamı kendisi için yapan Beigbeder, kitabının adı için şöyle diyor: ‘‘99 F benim fiatım. Ben Avrupa'nın en ucuz orospusuyum.’’

Size soru sormak çok zor. Çünkü kitaplarınızda söylediğiniz bir şeyi, bir yargıyı, birkaç sayfa sonra değiştiriyor, çelişkiye hiç yer bırakmıyorsunuz...

-Her şeyi, tam tersiyle birlikte söylemeyi istiyorum. Yani hep haklı olmayı seviyorum. Kendimle hiçbir zaman aynı fikirde değilim. Bir şey söylediğimde, bunun tam tersinin de mümkün olabileceğini görüyorum. Bu korkunç bir şey. Çünkü kesin fikirlerim olmadığı anlamına geliyor!

Bir gazeteci size ne sorsun isterdiniz?

- Niçin bu kadar mükemmelsiniz diye sorsun isterim! Belki de sizin sorunuz iyi bir soru. Çünkü gazeteciler hep çok orijinal sorular sorduklarını sanıyorlar ama hep aynı soruları soruyorlar. Soru-cevaptan nefret ediyorum, çünkü sıkıcı. Keşke şimdi sizinle doğal bir konuşma yapsaydık, çıkalım, bir yerlere gidelim, yere düşünceye kadar içki içelim, o arada da konuşalım. İyi olmaz mıydı?

Biz yine de soru-cevap olarak devam edelim. 99F (4900 TL) adlı kitabınızın kahramanı ne ölçüde sizsiniz?

- Octave benim aşırı versiyonum. Çok daha megaloman, çok daha zengin, çok daha sevimsiz, çok daha yetenekli. Ben sıkıcıyımdır, oysa Octave renkli, çelişkilerle dolu biri. Kitabın kahramanında yazarı arar insanlar, ya da tersi; bu da düşkırıklığına yol açar. Yazar, kahramanı kendisinden çok daha ilginç olsun diye yazmalı. Ama Octave aynı zamanda benim tabii.

Peki reklam dünyasında ait anlattıklarınızın tamamı doğru mu?

- Yüzde 99'u yaşanmış, gerçekten olmuş şeyler. Yüzde 1'i ise roman sanatı gereği.

Octave da sizin gibi kovulmak istiyor ama tam tersine, yükseltiliyor. Siz ise tazminatsız kovuldunuz. Nasıl oldu?

- Çünkü komik ve küçük bir kitap bekliyorlardı benden. Bu kitap komik ama aynı zamanda çok angaje ve radikal. Patronlarım bunu beklemiyorlardı. Müşterilerinin tepkisinden korktular. Ve hemen benden kurtuldular.

Kitabınız Ellis'in ‘‘Amerikan Sapığı’’nı hatırlatıyor. Ama sizin dünyanızda şiddet yok...

- Ellis, Wall Street dünyasında çalışan birinden bir seri katil yarattı. Onun kitabı çok güçlü. Tam anlamıyla bu yüzyılın romancısı. Büyük şirketler hiçbir zaman bir romanın malzemesi olmadı. Oysa bugünün gerçeği bu. Benim kitabımda fiziksel şiddet yok, bendeki şiddet daha çok reklam dünyasının insanı nasıl elinde oyuncak yaptığını anlatırken ortaya çıkıyor.

Kitabınız için ‘‘içimdeki kinden kurtulmanın bir yolu’’ diye söz ediyorsunuz. Bu kin kişisel bir kin mi?

- Evet, bu açıdan zaten kitap da çok net değil. Aslında Octave bir yandan fikirlerini patronlara satamadığı, beğendiremediği için mutsuz. Çünkü o dünyanın içinde olmak istiyor. Ama öte yandan o kadar aşağılanmış ki, sonunda isyan ediyor. Ve gördüğü, yaşadığı bütün iğrençlikleri bu kitapta anlatıyor. Atılmak pahasına. Ben de böyleyim, bir yandan bu dünya beni herkes gibi çekiyor. İyi giyinmek, güzel kızlarla çıkmak, çok para kazanmak. Ama öte yandan bu dünya beni tiksindiriyor, beni hasta ediyor.

Fikirleriniz kabul görseydi, bu kadar tepki duymayacaktınız belki de.

- Hayır, yine de tiksinecektim. Çünkü bir an geldi, kendimi, reddettiğim her şeyin suç ortağı gibi gördüm. Bu an, er ya da geç gelecekti. Daha çok para, daha çok iktidar elde etseydim de, sonunda gidecektim. Daha fazla tüketmek, daha fazla tahrip etmek demek. Kitabım bu açıdan biraz ahlakçı. İktidar beni ilgilendiriyor, çünkü günümüzde iktidarın nerede konumlandığıyla ilgilenmek yazarın görevidir. İktidar artık siyasetçilerin dünyasında değil, ekonomide, reklam dünyasında. Artık romanın bile malzemesi finans dünyası. Bu yüzden kontrol edilemeyen bu iktidar alanı üzerine çok yazmak ve çok düşünmek gerekiyor.

Bu kitap bir savaş ilanıdır diyorsunuz. Savaş sonrası bir şeyleri değiştirebildiğinize inanıyor musunuz?

- Bu çok iddialı olurdu. Ben hep okuyucunun gözünü açmasını sağlamak istedim. Bir şeyi değiştiremiyorsak hiç değilse anlatalım.

Edebiyat reklamın yer almadığı tek alan diyorsunuz. Kitap da sonuç olarak bir ürün değil mi? Siz de kitabınızın reklamı için buradasınız.

- Haklısınız, kitap da bir ürün, zaten kitabımın adı bu yüzden 99 F. Kendimle dalga geçiyorum çünkü. Ürünü eleştiriyorum ama ben de bir ürünüm. Benim ürünümün özelliği soru soran, kuşku duyan bir ürün olması. Çamaşır tozuyla edebiyat arasındaki fark da bu. Ben kitabımda ‘‘ben bu sistemin parçası mıyım, kurbanı mıyım’’ diye soruyorum. Çamaşır tozu bunu sormuyor.

Peki ne olacak? Gün gelir bu sistem de değişir gibi bir ümit mi taşıyorsunuz?

- Tabii ki ümitliyim. En azından hükümetlerin ekolojik alanda çok daha bilinçli olacaklarına inanıyorum. Çünkü 2050 yılında 10 milyar olacağımızın, su kalmayacağının, petrol bulunamayacağının farkına vardılar. Belki şu anda Afganistan'da yaşananlar, İkiz Kuleler'de yaşananlar bu inanılmaz dengesizliğin, bu tehlikenin, gitgide saçmalaşan bu yaşam biçiminin sonucu. Globalleşme denilen şeye artık biraz da toplumsal ve insani açıdan bakmanın zamanıdır diyorum.

Aşkın ömrü 3 yıldır çocukla 4'e çıkar

Aşkın Ömrü Üç Yıldır’ın Marc’ı ne yapıyor, hálá Alice'le birlikte mi?

- Ölmüştür herhalde derim. Aslında eğlenceli bir kitap bu, ama inanılmaz da kötümser. Sürekli kaçmaya çalışan ama bir türlü beceremeyen bir adamın öyküsü çünkü.

Herkes aşkın uzun ömürlü olmadığını biliyor da, niye her seferinde yeniden, yeniden deniyor ve umutlanıyor?

- Çünkü varoluşumuzun tek nedeni aşk. Aşk da aşk acısı da bizi biz yapan tek anlam. Aşk sürekli yakalanmaya çalıştığımız bir hastalık. İyileştiğimiz zaman, yeniden hasta olmak istiyoruz. Aşkın Ömrü Üç Yıldır adı çok iyimser. Çünkü üç yıldan daha az sürdüğü çok oluyor aşkın.

Sonra da, dediğiniz gibi, insan daha kırılgan ve korumacı oluyor.

- Ben bu kitabı 34 yaşında yazdım, bu nedenle çok naif bir kitap. Şimdi yazsaydım çok daha nihilist olurdu. Çünkü acı çektikçe koruyoruz kendimizi. Kadınlar aşktan kaçıyor, erkekler aşık olmak istemiyor. Ama hiç belli olmaz. ‘‘Tehlikeli İlişkiler’’deki Valmont gibi bir adam bile sonunda aşık oluyordu. Kendimizi en korunaklı sandığımız anda bile gelebilir aşk. İyi ki de böyle.

Şu sıralar aşık mısınız?

- Hem de nasıl. Yeniden hastalandım işte.

Bir söyleşide 4 yıldır aynı kadınla olduğunuzu söylüyordunuz. Kitabınızın adına ters düşüyor bu durum.

- O ilişki çoktan bitti. Şimdikiyle 3 aydır birlikteyiz. O ilişkiyi, 3 yıl yerine 4 yıl yürütmeyi başardım çünkü çocuğumuz oldu. Bu da şu demek: Aşk 3 yıl sürer, çocuk olursa 4 yıla uzayabilir! Ayrıca yanılmış olmayı çok isterdim. Ben de herkes gibi aşkın sonsuza dek süreceğine inanmak istiyorum.

Bu kitap bir boşanma öyküsü aslında. Kendi boşanmanızı niye anlatmak istediniz?

- Bir tür terapi için. Çünkü boşandığımda çok öfkeliydim. Beni kandıran karım değildi, aşk da reklam gibi satılıyordu, buna öfkeliydim. Bizi bir peri masalına, beyaz atlı prenslerin varlığına inandırıyorlardı. Herkes aşkının çok değişik olduğuna inandırılmış, oysa hepsi sıradan. Böyle bir kitabı yazarsam, aynı hatalara düşmem diye düşündüm. Bugün mükemmel insanı değil gerçek insanı aramanın doğru olduğunu öğrendim. İdeal kadını değil, hataları zayıflıkları olan gerçek kadını bulmak önemli.

Kitabımla savaş açtım

Reklam dünyasını ‘‘utanç verici bir kabus’’ olarak tanımlıyorsunuz. Bu başka sektörler için de geçerli değil mi?

- Tabii... Ama reklam dünyası her yeri kaplıyor ve bütün kontroller onun elinde. Ben de bu dünya içinde yer aldım, yer almak istedim ama bu dünyayı eleştirme hakkım yoktu. Eğer bir sektörde karşı çıktığınız şeyi dile getiremiyorsanız, orada diktatörlük var demektir. Özgürlük görüntüsü arkasında bir diktatörlük dünyası. Ben kitabımla, bu dünyaya savaş açtım.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!