Güncelleme Tarihi:
5N1K programı, 28. Altın Kelebek ödül töreninde ‘‘En İyi Kültür Sanat Programı’’ ödülünü aldı. Biz de, CNN Türk'te hafta içi her akşam yayınlanan programın editörü ve sunucusu Cüneyt Özdemir ve ekibini bir arada yakalayıp, programın içeriğini ve habercilik anlayışını konuştuk...
Cüneyt Özdemir ile konuşmamız sırasında Altın Kelebek ödülü masasında duruyordu. Özdemir, bu ödülle gece gündüz delice bir tempoyla çalışmanın semeresini topladıklarını anlatırken, bir yandan da boyumuz kadar tebrik aranjmanlarını kabul ediyordu. O esnada gözümüz odadaki rahat görünüşlü kanepeye kaydı ve kalbimizde bir kötülük olmadığı için, bütün ekibin işkolik olduğuna kanaat getirdik. Herhalde çalışmaktan yorgun düşüp sabahladıklarında o kanepenin bir köşesine kıvrılıveriyorlar. Bu arada çiçeklerin kimden geldiğini de öğrendik ama söyleyemeyeceğiz!
Her gün yayınlanan bir program hazırlamak nasıl bir şey?
Ayrı bir stres. Farklı bir şey yapmak kolay değil, gazetecilik yapmak da kolay değil. Ben yıllarca 32. Gün'de çalıştım, Atv Haber Merkezi'nde çalıştım, Soner Yalçın'ı artık biliyorsun, kitaplarıyla, yaptıklarıyla. Yani biz ana haber bülteni nedir, bilen insanlarız. Böyle bir temponun içinde program yapmak çok parlak bir şey değil. O kadar kaygan bir zemin ki ve öyle farklı dengeler var ki, insan bu zeminde ayakta durmaktan yoruluyor. En büyük sıkıntımız bu bizim. Türkiye'de kimse kalkıp da ‘‘özgür habercilik’’ yapıyoruz demesin, çünkü çok zor şartlar altında çalışıyoruz.
CNN Türk'ün reytingleri ölçülmüyor, peki programınızın seyredilirliği hakkında ne biliyorsunuz?
Herhalde izleyici araştırmaları yapılıyor, tek ölçü reyting değil ki. Reyting günlük bir şey. Bu programın izlenip izlenmediğini çevremizden öğreniyoruz. Program hakkında bir şekilde konuşuluyorsa izleniyor demektir. Seyircilerimizin daha genç bir kitle olduğunu düşünüyorduk ama gelen telefon ve mail'lerden orta yaş ve üzerinden çok büyük ilgi varmış gibi anlaşılıyor. Kimler daha çok seyrediyor, daha çok şehirli diyeyim ve yıllardır aynı şeyleri seyretmekten bıkmış, olaylara biraz daha farklı bakabilen bir kitle. Bizim hedefimiz her kesime ulaşmak. Hiç ayrım yapmadan solcusuna da sağcısına da, Kemalist'ine de haber yapıyoruz. Mesela Güneydoğu'dan bayağı mesaj geliyor. Programın orada çok sevildiğini de biliyorum.
Bunda dilin de etkisi var, konuklarına karşı fazla kibar davranıyorsun. Hatta benim kişisel görüşüm biraz alttan aldığın...
Belli bir uslüp var, çünkü televizyon dili diye bir şey var. Ben kendimi ona ait hissetmiyorum. Nasıl biriysem, televizyonda da öyleyim. Çağırdığım konuklara ‘‘dur şunun bir haddini bildireyim’’ diye bir endişem yok. Sonuçta biz sıradan gazetecileriz. Ayrıca konuşturmaya çalıştığınız birine saldırmaya başladığınızda iletişimi kesiyor. O zaman da üzülüyorum. Televizyona egomuzu tatmin etmek için çıkmıyoruz.
Peki ne için çıkıyorsunuz?
O bir iş. Ben on yıl boyunca 32.Gün'ü yaptım, bizim farkımız da bu. Her haber merkezinin bir uslübu vardır, bizim odada da bütün muhabirler kamera kullanır, montaj yapar. Yeni başlayan bir çocuk da benim gibi her şeyi biliyor ve kimse ‘‘aman sen çıktın, ben çıkmadım’’ gibi şeylerden gocunmuyor. Stand-up çekim yapılmayan tek haber bülteni bizimki. Bizde, muhabir değil haber konuşsun istiyoruz. Hem televizyonculuk sadece kamera önüne çıkmak demek değil ki. Bambaşka profesyonellikleri var. Beni en çok sevindiren şey kameranın önünde durmak değil iyi bir montaj, iyi bir tanıtım. on yıldır bu işin içindeyim, sekiz yıldır ekrana çıkıyorum ama ben hala kendimi seyredemiyorum.
Niye?
Utanıyorum.
Bir haber programı olduğunuzu üstüne basa basa söylüyorsunuz ama Kelebek okurları sizi ‘‘En İyi Kültür Sanat Programı’’ olarak algılıyor.
Televizyonda kültür sanat programı olarak ne var ki? Yani hangisi var?
Birkaç tane TRT 2'de ve NTV'de var. Televizyon dünyasının içinden biri olarak nasıl buluyorsun diğer kültür sanat programlarını?
Arada bir ‘‘ne oluyor, ne bitiyor?’’ diye göz atıyorum (Karşısında üç tane televizyon sürekli açık. Bir tanesi sadece CNN Türk'ü gösteriyor). Kültür sanat programlarında sadece belli bir kitlenin anlayabileceği bir dille sohbet edilmesine ve sadece onların ilgisini çekecek konuların ele alınmasına karşıyım. Kültür ve sanat dediğimiz zaman televizyonun başka bir işlevi de devreye giriyor. Asla eğitici rolüne soyunmuyoruz ama insanları bilgilendiriyoruz. Kendi entelektüel merakımızdan Susurluk olayını yakından takip ettiğimiz gibi kültür ve sanat dünyasını da yakından takip ediyoruz. Bazı şeyler anlaşılmadığı için mesela tiyatroya, avangard sanatçılara yer açmaya çalışıyoruz, ne anlatmaya çalıştıklarını cidden anlamaya çalışıyoruz. Bienal haberi de, filmler vizyona girmeden çıkan promosyon amaçlı tartışmalar da, kültür sanat haberidir. Ya da işte Banu Alkan vakasında ‘‘Banu Alkan çok kötü, biz kültürlü insanlarız, o değil’’ gibisinden bir tavrımız yok. Biz Banu Alkan'la konuşuyoruz, maymun oynatır gibi dalga geçmiyoruz. Ona ‘‘Acaba bir kişilik bölünmesi yaşıyor musunuz?’’ diye soruyorum çünkü evde Afrodit olarak mı, Banu Alkan olarak mı dolaştığını merak ediyorum. Ama bazen de öyle bir şey oluyor ki, mesela Hakkari'de üç tane insan öldürülüyor ve hiç kimse görmüyor. Bir tek biz görüyoruz. Zor görüyoruz ama görüyoruz.
Ne tür bir zorluk bu?
Türkiye'de her haberi yapamıyorsunuz, yaptığınız zaman farklı tepkiler alıyorsunuz, biri solcu biri sağcı ilan ediyor. Ben ne solcuyum, ne sağcı. Slogan haberciliği yapmıyoruz, gazetecilik yapıyoruz. Kitleye dönük bir iş yaptığınız için illa herkes bizi sevsin beğensin diye bir şey yok. Açıkçası ben medyanın cici çocuğu olmak istemiyorum. Talk-show'cuların Beyaz'ı olmak da istemiyorum ama kötü çocuk olmak da istemiyorum. Önemli olan eve gittiğimiz zaman rahat uyuyor muyuz? Kendimize karşı dürüst müyüz?
Çok politik konuştun, daha doğrusu diplomatik.
Tabii politik konuşuyorum. Ne dememi istiyorsun? Skandal şeyler mi? Kafana yatmayan bir şey varsa, sor yani!
Ama sizinkisi bir haber yorum programı, belli bir perspektifiniz yok mu yani?
Tabii ki belli bir bakış açımız, duruşumuz var. Ama bu duruşumuzu mümkün olduğu kadar habere yansıtmıyoruz ve mümkün olduğu kadar sade haber veriyoruz. Ben sadece sıradan, zavallı bir gazeteciyim. Ne benim, ne de programın kanaat lideri olmak gibi iddiası yok. Yola çıkarken en büyük isteğimiz hayata bir dipnot düşmekti.
Peki 5N1K'nın günlük çalışma programını ve tarzını anlatır mısın?
Genellikle düzenli bir gündem toplantımız yok ama her sabah dokuzda burada oluyoruz. Bir akış yaparak genel gündem hazırlıyoruz, zaten ekipte belirli insanların belirli görevleri var. Sabah ilk işimiz o günkü programın tanıtımını yapmak oluyor. Muhabirler konu önerirler, zaten birçok konu önceden önerilmiştir ve işe gidilmiştir. Her zaman elimizde paketler olur, günübirlik hazırlık yapmak yerine birkaç gün önceden planlı gidiyoruz, o da programa özel dosyalar koymaya çalıştığımız için. Sonra tanıtım yazıları yazılıyor, tanıtım biter bitmez dosyaların montajlarına başlanıyor. Saat beşten sonra ben kiminle neler konuşulacak gibi genel şeyleri yazmaya başlıyorum. Bir kişi sadece konuk koordinasyonuyla ilgileniyor. O kişi aynı zamanda uydu bağlantılarını yapıyor. Saat yedide başka bir ekibimiz devreye giriyor ama rejide bütün ekip oluyor.
Bu program başlangıçtan itibaren yapmak istediğiniz şey miydi?
Pozisyonumuzu ilk başta NTV'ye göre yapmıştık. Onların ‘‘Gündemdekiler’’ programına alternatif olabilir miyiz diye yola çıktık. Programın adı 5N1K, gazeteciliğin uluslararası temel sorularıdır. Güçlü bir aidiyet duygusu olmasın diye bu ismi seçtik. İki ay sonra yanlış bir pozisyon aldığımızı düşündük ve diğer kanalların ana haber bültenlerine göre pozisyon aldık. Çünkü ‘‘Biz sizin programınızı izliyoruz ama bu arada haberleri kaçırıyoruz’’ diye tepkiler alınca günlük haber de vermeye başladık. Bu sezonsa süremizi uzattık ve bir tanesi gece yayınlamak üzere programın iki ayrı versiyonunu hazırlıyoruz. Ana haber bültenlerinde 30-35 haber yer alırken bizim gündem bölümümüzde 25-30 haber oluyor. 5N1K bir kültür sanat programı değil, haber programı. Kültür sanat kötü bir şey değil ama bu bir haber programı. İçinde araştırma dosyaları olan ‘‘hard news’’ bir haber programı.
‘‘Biz bir haber programıyız’’ derken, kültür sanat programı ödülü almak nasıl bir duygu?
Valla çok iyi bir duygu, arkadaşlara çok iyi motivasyon oldu.
Sana olmadı mı?
Yani, bana da oldu. Ama ödülü sadece ben almış olmuyorum, bu ödül günlerini gaz odası gibi küçücük bir odada geçiren bütün arkadaşlarımızın. Soner Yalçın ve ben bu programın editörleriyiz, programı birlikte hazırlıyoruz ama ben sunuyorum. Yönetmenimiz Rengin Güner bizim annemiz, Belinda Karaca görüntü yönetmenimiz, Emira Yılmaz, Aylin Atasoy, Özgül Apaçe ve bu yıl aramıza katılan Emrah Cengiz muhabirlerimiz. Burcu Cankurtaran koordinatörümüz, Atilla Abicikoğlu ile Gökhan Aral kameramanlarımız, Mehmet Kartal hem muhabirimiz, hem gündem müdürümüz. Bu yıl aramıza katılan stajyer arkadaşlarımız Ebru, Cihan, Sinem ve Kerem asistanlarımız.
Söz uçtuğu yazı kaldığı için mi programı ayriyeten kitaba da dönüştürdünüz?
Evet. Yazın üç ay zorunlu bir tatil yaptık, o arada ben askere gittim geldim. Ayrıca Kızkulesi ile ilgili bir belgesel yaptık. O kadar emek harcayıp bir sürü söyleşi yapıyoruz, bir sürü araştırma dosyamız var. Bunların hepsi uçup gidiyor, oysa hepsi araştırmacılar için referans olabilecek şeyler. Kitaptaki tüm söyleşileri sanki o insanlar kendi kendilerini anlatıyormuş gibi düzenledik. Söyleşilerin deşifresi üç-dört ayı buldu, iki ay boyunca da redakte ettik. 2000 yılına girerken bir Türkiye mozaiği sunup ‘‘İşte popüler kültürün ikonları bunlar’’ demek istedik.