Güncelleme Tarihi:
Altın Portakal’ın en renkli konuklarından olan Lambert, Antalya günlerinde Hürriyet'in sorularını yanıtladı.
- Amerika’da doğup, Avrupa’nın farklı ülkelerinde büyüdünüz. Bu sizce oyunculuğunuzu nasıl etkiledi?
New York’da doğdum, sonra İsviçre’ye taşındım. Farklı ülkelerde yaşadım, farklı kültürlerden arkadaşlarım oldu. Böylece insanların farklı düşünce yapıları, farklı yemek kültüleri, farklı inanış ve dini uygulayış şekilleri olduğunu gördüm. Bu da haliyle oyunculuğuma çok şey kattı ve katıyor. Bu anlamda zengin olduğumu düşünüyorum.
- Türkiye’ye ilk gelişiniz değil herhalde?
5 yıl önce Antalya’ya gelmiştim. Buradaki film stüdyosunu gezdim. Gerçekten çok büyük ve etkileyici bir yer olarak hatırlıyorum. Sonra İstanbul’a geldim ve o büyüleyici güzellikle karşılaştım. Çok yoğun bir şehir ve farklı kültürlerin birleştiği büyük bir mozaik. Sürekli hareket halinde ama aynı zamanda son derece de sakin.
- Burası Avrupa’dan ne kadar farklı sizce?
Farklı, çünkü sadece kendisine odaklanmış, bencil bir yapısı yok. Dünyaya açık. Zenginler, fakirler, doğulular, batılılar aynı yerde yaşayıp, ortak bir çaba içinde adapte olmaya çalışıyorlar gibi geldi bana. Pozitif bir hava vardı ve bu çok hoşuma gitti.
- Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle ilgili olarak Fransa’nın aldığı tavır ortada. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben olsam Türkiye’yi hemen Avrupa Birliği’ne alırdım. Ama şu da bir gerçek ki Türkiye AB için bir tehlike!
- Neden?
Çünkü zengin bir ülkesiniz ve zenginliklerinizin sömürülmesine izin vermiyorsunuz. Politik konularda çok konuşmam ama AB sizi, zenginliklerini kullanabileceği diğer doğu bloğu ülkeleri gibi görmüyor. Sanırım sorun burada. Ama inanıyorum ki Türkiye bir gün tüm engelleri aşıp AB üyesi olacak.
İSKOÇYALI’DAN GÜNÜ YAŞAMAYI ÖĞRENDİMLambert, Ömür Gedik'in sorularını yanıtladı.
- "İskoçyalı" (Highlander) filmleri, kariyerinizde nerede duruyor?
Her oyuncuya yapışan bir rol var. Harrison Ford "Indiana Jones", Mel Gibson "Madmax", Clint Eastwood "Dirty Harry" filmlerindeki rolleriyle konuşulur. Ben de "İskoçyalı" ile özdeşleştirildim. "İskoçyalı"da imkansızın peşinde koşan bir adam var. Kendisi ölümsüz, her aşık olduğu kadın sonunda ölüyor ama o hayata devam etmek zorunda. Şansı yok. Bununla baş etmek çok zor. İskoçyalı gibi günü, anı yaşamak zorunda olan bir adam, güçlü olmalı.
- Kariyerinizde pişmanlıklarınız var mı?
"İskoçyalı"dan öğrendiğim en güzel şey, geçmişte yaşamaktan vazgeçmek oldu. Geçmişe bakmayıp, günü yaşamayı seçtim. Bu nedenle pişmanlıklarım yok. İyi filmler de yaptım, kötü filmler de... Ama bugün hangi filmde rol alacağıma karar verecek bir noktaya geldim.
- Filmlerin başarılı olup olmamasını neye bağlıyorsunuz?
Senaryonun farklı ve orijinal olması önemli. Önceden yapılmış bir şey olmamalı. Ve tabii duygulara hitap etmeli. Oyuncu olarak, iyi bir film yapmak için yaptığınız işten memnun olmalısınız. Bu, perdedeki görüntünüz için çok önemli.
- Ün, şan, şöhret nedir sizin için?
Yaşamak zorunda olduğum bir şey. Ne iş yapıyor olursanız olun, şarkıcı, politikacı ya da oyuncu, aldıklarınızı geri vermeniz gerekir. Çünkü sizi sevenler olmadan ünlü değilsinizdir. Biri resim çektirmek istediğinde, imza istediğinde ya da bir iki laf etmek istediğine, ona zaman ayırıyorum. Size gösterdikleri sevgiyi sizin de onlara göstermeniz gerekir. Tabii bunun zorla değil, içtenlikle yapılması da çok önemli.
- Sophie Marceau ile birlikte olmak ve çalışmak nasıl?
Çok içten ve cömert bir insan. Çok güçlü ve ne istediğini çok iyi biliyor. Bende var olduğunu bilmediğim şeyleri keşfetmemi sağladı.
- Nedir bunlar?
Farklı bir duyarlılık diyebilirim. Benim yumuşak tarafımı ortaya çıkardı. Çok sert, aksiyon adamı değilim tabii. Ben de hep kalpten gelenlere odaklandım hayatımda. Ama Sophie bende var duygusallığın daha da ön plana çıkmasına yardım etti.