Güncelleme Tarihi:
Röportaj: Özer AHISKA
Aslında onun insanları birbirine yakıştırması, çocuk denilecek yaşlarda başlamış. Şimdilerde de hayırlı bir iş yaptığına inanan Esra Erol, evlendirdiği çiftleri düzenli olarak arayıp “Mutlu musunuz?” diye kontrol ettiğini söylüyor...
Sizi ekrandan tanıyoruz. Ama bir de ekran öncesi var.
Biraz kendi halinde, sakin, bazen programlara gidiyorum. Herkes ‘İzdivaç’taki Esra gibi bir Esra bekliyor. Çıkacak, deli gibi oynayacak. Kakara kikiri, zıplayan birisi. Ama ‘İzdivaç’taki Esra da benim, şu anki Esra da. Aradaki fark, nerede, nasıl olmam gerektiğini çok iyi biliyorum. Dengelerim çok fazla. Hani şuursuz değilim. Başka bir programa çıktığında herkes kendini göstermek ister. Benim hiç böyle bir takıntım, derdim yok. Benim zaten top koşturduğum 3.5 saatlik bir yayınım var. Yapmam gereken her şeyi onda yapıyorum, çok eğlendiğim, keyif aldığım için yapıyorum. “Program bugün kötüydü” dediğim gün, sinirlerimin bozuk olduğu gündür. Çok eğlendiğim zaman bunun başarısı da geri geliyor. Yayın öncesinde ekibimle toplantılar yapıyorum. Makyajıma, saçıma, başıma çok özen gösteriyorum. Çünkü vitrinde olan biriyim. Evdeki Esra’yı sorarsanız; çok sakin, çok dingin, kendi halindedir.
Esra Erol evde neler yapar?
Genelde uyumayı tercih ederim. Onun haricinde mutfağa girerim.
İyi yemek yapabiliyor musunuz?
Yapabiliyorum. Beceriksiz değilim.
Estağfurullah. Çalışan insanın yemek yapması zordur da...
Yemek yapmak benim için iş değil keyif olmalı. Eve gidip yemek yetiştireyim gibi bir derdim olmadığı için arada bir yemek, salata, fırında makarna filan yaptığımda çok keyif alıyorum. Televizyon çok izliyorum, günlük gazeteleri takip ediyorum. Dergilere bakıyorum, kim ne yapmış, ne giymiş, nasıl konuşmuş, hangi programlarda ne var, onlara bakıyorum. Medyanın ele alındığı, kişilerin sorgulandığı programları takip ediyorum. Birkaç çok iyi arkadaşım, dostum var, sürekli onlarla görüşüyorum. Aile ve arkadaş ilişkileri kuvvetli olan biriyim, çok önem veriyorum. İnsanı çok kolay hayatıma alamıyorum. Çok zaman geçmesi gerekiyor. Zaten beni de anlayabilmek ve çözebilmek için zamana ihtiyaç vardır. İnsanlarla hemen samimi olan birisi değilim. Sıcaklığımı ve enerjimi hissettiririm ama birazcık daha geri kalırım.
Ekrana çıkmadan önce neler yapıyordunuz?
Bugüne gelebilmek için çok çalıştım. Devamlı görüşmeler yapardım, yeteneğimi ortaya koyabilmek için projeler üretirdim. ‘İzdivaç’ başlamadan önce meşhur değildim ama yine medya sektöründeydim. Çeşitli festival ve organizasyonlarda sunuculuk yapıyordum. Yerel kanallarda kadın programları yaptım.
Oyunculuk da yaptınız, değil mi?
Evet. 90 dakikalık filmler oluyordu, onlarda oynadım. Tiyatro eğitimi aldım, spikerlik eğitimi aldım. Şimdi “Spikerlik eğitimi almış da yayında hiç görmüyoruz” diyecekler. Yayında biraz daha şive, birazcık daha halk diline kayıyorum. Karşıma gelen insanların tam karşısına oturup da “Efendim evlenmeye geldiniz, neden?” diye bir tonlama yapmak onları kasacaktır.
Yani İstanbul şivesiyle konuşurken, birden bire Anadolu şivesine özellikle dönüyorsunuz.
Dönmek zorundayım. Çünkü ona uzak biri olursam bana istediğim cevapları vermez ve program bugünkü başarıyı yakalamazdı. Ama onun kapı komşusu, onun en yakın arkadaşı olup “Aman bu da bir şey değilmiş canım, bizim mahalledeki Necla’ya benziyor” demesi çok önemli. O zaman ister istemez dökülüyor. “Anlatmayacağım. Ben bunları asla yapmam” dediği şeyleri benim karşıma çıkınca, benim enerjimle yapıyor, anlatıyor. Çünkü ben onu kullanma niyetinde değilim. Ona “Bu ekranı sonuna kadar kullan, kendi kısmetini ara” diyorum. ‘İzdivaç’ benim için programcılıktan çıktı. Program gibi değil artık, kader-kısmet oldu.
Siz stüdyoda ‘Altın günü’ yapılıyormuş gibi bir hava mı yaratmak istiyorsunuz?
Evet, ‘Altın günü’ veya ‘Beş çayı’ gibi bir şey aslında yakaladığım. Ama ben annemle, babamla, anneannemle böyleyim, rahmetli dedemle de böyleydim. Nur içinde yatsın rahmetli dedeme “Bırak o kadını. Kendine bakmıyor, yaşlandı zaten. Ben sana genç bir hanım alayım” falan diyordum.
Siz daha o zamanlarda programın provalarını yapmışsınız.
Tabii. Ya da anneanneme “Bırak bunu. Ben sana mini etekler giydireyim, saçlarını boyayalım. Bir, iki gece hayatına takılalım” falan derdim.
Bunları yaparken kaç yaşındaydınız?
21-22. Ben çok çılgınım. Kadınlara babamla beraber bakardık “Baba, nasıl, güzel mi? Hep aynı anneyle olmuyor hayat. Cici anne lazım” derdim.
Kızmıyorlar mıydı?
Hiç kızmıyorlardı. Çünkü ailemle ilişkilerim farklı çerçevede; onların koyduğu kuralları hiç ezmedim. Ama onun haricinde rahat bir çocuktum. Eğlenmeyi çok seviyorum. Bütün evin, hatta bütün mahallenin neşesiydim.
Bunu benim söylemem belki yanlış ama bütün mahalle “Esra bugün ne yapacak?” diye beklerdi. Kolumu kırardım, bacağımı sakatlardım, hep yalandan. Amaç, dikkati çekmekti.
Sporcu olmak isterken sunucu oldunuz.
Bu fikir değişikliğinin sebebi nedir?
Sunuculuğa, radyoculuğa karşı ufaklıktan gelen bir sempatim vardı. Evde tiyatro yapmışım, kaşımı, gözümü boyamışım, göğüs, popo yapmışım, bir arkadaşımı da erkek yapmışım, onunla ilişkiler falan. Bir yandan okula gidiyorum, diğer yandan da atletizm yapıyorum. Ciddi başarılar elde ettim. İyi ve disiplinli bir sporcu idim. Dumlupınar Üniversitesi Beden Eğitimi bölümüne direkt giriyordum. Ama lise 2’de falan yerel radyo ve televizyonlar çok açıldı. “Babacığım gitsem ne olur” derken gidip gelmeye başladım. Kütahya’da yerel televizyona ‘Tatlı Cadı’ isimli bir program yaptım. İki saatlik programda canlı telefon bağlantıları, klipler, kakara kikiri, böyle mini stand up, ya da ucuz bir stand up yaptım. Çok sevildi, beni çok gaza getirdi. Televizyoncu olmalıydım. Çünkü benim beynim ve ruhum çok geniş bir yelpazede olmalı. Beni bir yere kapatamazsınız. Her şeyi düşünmeliyim. Her şeyi yapabilmeliyim, hayata geçirmeliyim.
İzdivaç programı yapmak fikri nasıl oluştu?
Aslında bu benim fikrim değildi. Daha önce birçok defa denenmiş, yapılmış bir proje. Daha önceki kanalda böyle bir program vardı ve birkaç sunucu değişmişti. “Esra Hanım bir de sizi denemek istiyoruz. İstediğimiz başarıyı yakalayamadık” dediler. Önce sunup sunmamakta tereddüt ettim.
Programı seyretmiş miydiniz?
Evet, seyrettim. Bana programdaki eksiklerin neler olduğunu sordular, ben de eksikleri yazdım, koydum. Kabul ettiler “Programa başladığım zaman lütfen bana karışmayın. Öyle yapma, böyle yapma, demeyin. Beni rahat bırakın” dedim. Onlar da rahat bıraktılar. Oradaki özgürlük, rahatlık beni bugüne kadar getirdi.
Size ‘Çöpçatan Esra’ diyorlar.
Modern çöpçatan.
Bu lakaba kızıyor musunuz?
Hayır, hiç kızmıyorum. Hatta olay o kadar değişti ki, mesela alışveriş merkezinde bir çiftle karşılaşıyorum, kadın “Kocam evlenmek istiyor. Sizin programınıza gelecek. Geçen gün
şu hanımı beğendim” diyor. Benim arkadaşlarımın, hatta programıma gelen sanatçı arkadaşlarımın da ailelerinden gönderdiği insanlar var. Çöpçatanlık güzel bir şey. İki gönülü bir araya getirmeye çalışıyorsunuz. Olursa cennet, olmazsa kara cehennem yani. Olay bana patlıyor.
Bu röportajın devamı Hafta Sonu dergisinde...