Mevlüt TEZEL
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2005 00:00
Aynalı Tahir, Serseri ve Köpek dizilerindeki maço tavırlarıyla hafızalara kazınan Erkan Petekkaya’nın aslında piyano çalan, Wagner hayranı bir klasik müzik tutkunu olduğunu çoğu kimse bilmiyor. Özellikle bakışları Kadir İnanır’a çok benzetilen Petekkaya, ‘Kadir İnanır gibi star değilim. Ama ona benzetilmekten gurur duyuyorum’ diyor.
Dizilerde seni hep maço tavırlı ağır ağabey olarak izledik. Ancak Beyaz Gelincik’te farklı bir rolde karşımıza çıktın.
Evet, canlandırdığım Ömer Aslanbaş karakteri daha önce üstlendiğim rollerden çok farklı. Ömer, 32 yaşında. Tarsus Amerikan Koleji mezunu. ABD’de işletme eğitimi almış. Batılı yetişmiş bir doğulu. Tüm holding yönetimi ona bağlı. Ancak aynı zamanda özüne ve toprağına bağlı bir işadamı.
- Niye hep ağalı diziler çekiliyor?
Beyaz Gelincik ağa dizisi değil. Ancak ağalık sisteminin Türkiye’nin bir gerçeği olduğunu ve hálá Anadolu’da geçerliliğini koruduğunu unutmayalım. Her yer İstanbul, Ankara, İzmir değil. Böyle bir gerçek varsa, bunun dizisi de olur filmi de.
- İnsanlar senin dizilerdeki gibi ağır ağabey olduğunu düşünüyor...
Canlandırdığı karakterlerle bütünleştirilmek, oyuncuların vazgeçilmez kaderi. Beni biraz yakından tanıyanlar ağır ağabey olmadığımı biliyor. İnsan kendisini nasıl anlatır ki? En iyisi geçelim bu konuyu.
- Yok geçmeyelim. Piyano çalan, kitap kurdu biri ağır ağabey olarak akıllarda kalmasın.
İyi bir sanat eğitimi aldığımı düşünüyorum. Oyunculuğun dışında müziğe de büyük ilgim var. Klasik müzik tutkunuyum. Wagner’den Vivaldi’ye çok geniş yelpazede klasik müzik dinliyorum. Piyano olayına gelince... Konservatuvar yıllarımda birçok müzik aletini çalmaya çalıştım. En iyi piyanoyu çalıyorum. Kitaplar ise ikinci büyük tutkum. Herkes gibi benim de yaptığım işin dışında kendime ait farklı bir dünyam var.
KÖPEK İÇİN 7 AY ÇALIŞTIM
- Canlandırdığın her karakter üzerine oturuyor. Nedir bu işin sırrı?
Bu işin sırrı çok çalışmak. Önce karakterimin yürüyüşünü ve fiziksel duruşunu kendime adapte etmeye çalışıyorum. Vücut diliyle de çok uğraşıyorum. Örneğin Köpek karakteri için yedi ay çalıştım. Asıl önemli olan ise bir karakterin psikolojisine bürünmek. Onu bir parçan gibi taşımak. Gözlem de çok önemli. Jack Nicholson, Guguk Kuşu’nda oynamadan önce karakterine adapte olabilmek için bir ay akıl hastanesinde kalmış. Ama daha önemlisi, yaşadığın toplumun içinde olmak. Ben meraklı bir çocuktum. Her deliğe girip çıktım. Sokakları çok iyi bilirim. Öğrencilik yıllarımda çok şey yaşadım. Tek göz odalarda pet şişelere su koyup yıkandığım da oldu, en lüks ortamlara girdiğim de...
- Tabii sadece gözlem de yetmiyor.
Evet. Marathon Man filminde Dustin Hoffman, bir koşu sahnesinde, perişan halde gözükmek için sete koşarak kan ter içinde gelmiş. Efsane oyuncu Laurence Olivier onu görünce, ‘Mr. Hoffman neden sadece oynamayı denemiyorsunuz’ demiş. İşte oyunculuk böyle bir şey. Hayatı, anları, duyguları yüzünde anlamlaştırma sanatı.
ACILARIN ÇOCUĞU DEĞİLİM
- ‘Ben ne acılar yaşadım’ edebiyatı yapmanı istemiyorum ama bu noktaya gelene kadar ne gibi zorluklar yaşadın doğrusu merak ediyorum?
Orta direk bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Türkiye’de orta direk ne yaşadıysa ben de onları yaşadım. Kısacası acıların çocuğu olmadım.
- Artık insanlar dizilere göre hayatlarını programlıyor. Dizi piyasasının içinden biri olarak bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Eskiden bir misafir geldiğinde televizyon kapanır ve insanlar sohbet ederdi. Şimdi eve gelen misafirle birlikte televizyon izleniyor. Artık en fakir evde bile iki televizyon var. Eskiden sadece salonda televizyon olurdu. Şimdi mutfakta, çocukların odasında hatta yatak odasında bile televizyon var. Böyle olunca insanlar birbiriyle bir şeyler paylaşamıyor ve yalnızlaşma başlıyor. Ne yazık ki, Avrupa’daki bireysel, asosyal yaşam, yavaş yavaş bizde de başladı.
- Bir gazeteci olsaydın Erkan Petekkaya’ya ne sorardın?
‘Mutlu musun’ diye sorardım.
- Tamam soralım. Mutlu musun?
Mutlu ve huzurluyum. Çünkü çok zor yollardan geçtim. Bu piyasada bir proje yapıldığı zaman akla gelen isimler arasına girmek kolay değil. Bazıları bir gecede meşhur oluyorlar, ama önemli olan başarıyı korumak... Ben bunu başardığımı düşünüyorum. Ama oyunculuğumu geliştirmeyi hiçbir zaman bırakmayacağım.
- Geçtiğimiz sezon yapımcıların, oyuncuların fiyatlarını düşürmeye çalıştıkları toplantıda paylaşılamayan oyunculardan biri de sendin.
Bu olayları ne duydum ne gördüm. O yüzden bu konuda açıklama yapmak istemiyorum.
- Tormis Giritlioğlu size teklifte bulunduğu için Osman Yağmurdereli ile arası açılmadı mı?
Tomris Hanım’ın bana bir teklifi oldu, hatta görüştük. Ama Tomris Hanım ile Osman Yağmurdereli’nin arasının bozulup bozulmadığı konusunda yorum yapamam. Sonuçta ben Beyaz Gelincik’i tercih ettim. Oyuncu hissi diye bir şey vardır. Bazen bir dizinin tutacağını hissedersin. Tercihimden dolayı pişman değilim. Beyaz Gelincik dizisi çok iyi yerlere gelecek.
- Osman Yağmurdereli sizi Misi’de oynatmak istiyordu değil mi?
Evet. Ancak daha sonra Osman Yağmurdereli ile beraber Misi’de oynamamam gerektiğine karar verdik. Osman Yağmurdereli benim her zaman ağabeyimdir. Sonuçta iş hayatında bazen yollar ayrılabiliyor.
- Yağmur Ajans’tan ayrılırken yaşadığın aşırı stresten dolayı hastaneye kaldırıldığın doğru mu?
Evet, karar aşamasında büyük stres yaşadım. Sadece kendimi değil ailemi de ilgilendiren büyük bir karar verecektim. Bu yüzden bir ara fena oldum. Yüksek tansiyondan birkaç gün hastanede yattım.
KEŞKE HER DİZİ İZLENSE
- Köpek dizisinden sonra sizi Kadir İnanır’a benzetenler oldu. Özelikle de bakışlarınızı...
Bu tür benzetmeler eskiden de yapılıyordu. Ancak şunu söyleyebilirim: Kadir İnanır bir star, ben star değilim. Türkiye’de kaç tane Kadir İnanır var ki? Kadir İnanır’a benzemek kolay iş değil. Kadir İnanır’a benzetilmekten sadece gurur duyarım, o kadar.
- Rakiplerin Özcan Deniz, Mahsun Kırmızıgül ve diğerleriyle aran nasıl?
Fazla tanımıyorum kendilerini. Karşılaştığımızda sadece merhabalaşırız. Ben her dizinin iş yapmasını isterim. Özcan da Mahsun da reyting kazansın. Çünkü dizi setlerinde 50-60 kişi çalışıyor. Set dışındakileri de katarsanız, rakam 100’e çıkıyor. Onların bakmak zorunda olduğu kişileri eklerseniz, bir diziden 300 kişinin ekmek yediği ortaya çıkar. Üç-dört bölüm sonra kaldırılan dizileri görünce kahroluyorum. Bu yüzden her dizinin iş yapmasını istiyorum. Keşke bu mümkün olsa.