Güncelleme Tarihi:
Şöyle:
Birkaç yıl önce, Seattle Özel Olimpiyatları'nda, zihinsel özürlü dokuz yarışmacı 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar.
Başlama işaretiyle birlikte yarışa başladılar. Bir hamlede başla(ya)madılar belki, ama yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler.
Yarış başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı.
Diğer sekiz yarışmacı genç delikanlının hıçkırıklarını duydular ve yavaşlayarak ona baktılar. Sonra sanki bir merkezden emir almış gibi, hepsi birden geriye dönerek genç delikanlının yanına geldiler. İçlerinden Down Sendromlu bir kız eğilip genç delikanlının yanağına bir öpücük kondurdu, “Bu ona iyi gelir” dedi.
Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler.
Stadyum ayağa kalkıp dakikalarca bu yürekli insanları alkışladı.
O gün orada bulunan herkes hâlâ bu öyküyü anlatıyor.
Neden dersiniz?
Çünkü o gün, o zihinsel engelli gençlerden öğrendikleri çok önemli bir şey vardı:
Hayatta önemli olan sadece kendimiz için kazanmaktan değil, bazen biraz yavaşlamak anlamına gelse de, birlikte kazanmak için diğerlerine yardım etmektir!
*
Ortaokul ve lisede, iyi olduğum derslerde 10 üzerinden 10 almayı denemektense, 5’i garanti edince, arkadaşlarıma kopya vermeye çalışır, hocalarla sürekli papaz olurdum. (Papaz olmak derken kelime oyunu yapmıyorum, hocalar gerçekten papazdı bizim mektepte!)
Hatta üniversitede bile akıllanmadım, hiç unutmam, ilk yıl, Ekonomi Politika imtihanında “Marx ve Keynes’te ekonomik değer kuramı” gibi abuk sabuk bir soruya iyi kötü cevap vermiş, ben 20 üzerinden 11’de kalırken, benden kopya çekenlerin hepsi 14-15 almış, genç asistan kızın ümüğünü sıkmıştım! (Hayatta ilk kez “Ben Türk’üm!” sözünün bir tehdit olarak algılandığını burada görmüş, Avrupa’ya saldığımız korkuyu kullanmıştım.)
Sonra iş hayatına atıldım, dikiş tutturamadım gazeteciliğe başladım... Hep aynı kafa, “Egoistlik, hep bana hep bana, insana yakışan bir şey değildir, birlikte başarmak, sen yükselirken geride kalanları bekleyip ellerinden tutmaktır marifet...”
Elinden tuttuklarım omuzlarıma basıp yükseldi, bir teşekkür bile etmediler üstelik...
Sevenlerim beni bu “kötü alışkanlıktan” nafile vazgeçirmeye çalıştılar.
Ben de biliyorum aslında, gün uğursuzun, “geçerli olan” bu değil, bugünün başarı ölçülerine göre başarılı olmanın yolu “bu” değil.
Çocuklarımı da “yanlış yetiştirdiğim için” üzülüyorum...
Ama yapamıyorum, istesem de başka türlü yapamıyorum.
Belki ben de, bu güzel örnekteki gibi, zeka özürlüyüm de ondan.
Bilemiyorum...