Güncelleme Tarihi:
Hayatlarını üç yıl önce Nursen ile birleştirdiler. Bebek istiyorlardı ancak ilk 10 ayda hamilelik gerçekleşmedi. Nursen ve Tuğkan Tepiltepe çifti, tıbbi destek almaya karar verdi. Aradan dört ay geçti. Doktorları, çifte mutlu haberi verdi, Nursen hamileydi. Hacettepe Üniversitesi’nde akademik uzman olarak çalışan Tuğkan Tepiltepe, önce tedavi sürecini paylaştı blog’unda. Sonra eşinin hamileliğini.
Pek çok erkek tüp bebek tedavisini saklamak ister. Tepiltepe ise gizlemek yerine süreci ayrıntılarına kadar yazmayı seçti. “Aslında sadece tüp bebek sürecini yazmayı düşünüyordum. Baktım kendimi kaptırmışım hamileliği de yazmaya başladım. Gerçekten o süreci eşimle birlikte yaşadım. Hani Amerikalıların bir lafı vardır ‘We’re pregnant.’ Yani ‘Biz hamileyiz!’ Ben de hamilelik boyunca bazı şeyleri eşimle yaşadım. Mesela ben de aşerdim, benim de başım döndü ve midem bulandı” diyor.
YASTIK YUMRUKLAYIN
Süreçte eşinin yaşadıklarını anlamaya çalışan ve olabildiğince destek veren Tepiltepe, hamilelikte anne adayının en büyük ihtiyacının eşini yanında hissetmek olduğunu hatırlatıyor. Eşi hamile erkeklere şu önerilerde bulunuyor: “En büyük zorluk hamileliğin doğasından kaynaklanan anne adayındaki kapris, huysuzluk, dalgınlıklar, psikolojinin bozulması, lüzumsuz sinirlenmeler gibi durumlar. Öyle bir zaman geliyor ki ‘Bu kadın benim âşık olup evlendiğim kadın değil!’ diyorsunuz. Bu gibi durumlarda çok ama çok sabırlı olmak gerek. Bazen çıldıracak duruma da gelseniz,yastıkları yumruklayın ama eşinizin yanında asabileşmeyin.”
FİKİR EŞTEN
Yaşadıklarını yazıyla paylaşma fikrini eşinden alan Tepiltepe, yazmaya başladığında önce kızı Lal’a hatıra bırakmayı düşündü. Sonra “Madem yazıyorum, belki birilerine faydam olur” dedi ve blog açtı. Tüp bebek tedavisi ve hamilelik sürecini kitap ya da blog’unda yazan erkeğe rastlamaması da onu teşvik etti. Yazmaya başladıktan sonraki geri dönüşlerden amacına ulaştığını gördü. Blog’unu bugüne kadar 42 bin 500 kişi ziyaret etti. “Amacım yaşadıklarımı yazarak birilerine daha faydalı olmaktı. Başardım, birçok kişi telefonla arayarak, e-posta yoluyla, ya da blog’umda yorum yaparak bana ulaştı. Fikir aldılar, dertleştiler. En sevindiğim şey duyduğum ‘Yazdıklarınızı okuyunca düşüncelerim değişti, daha olumlu bakmaya başladım’ cümleleriydi” diyor.
Sanal değil doğal oyunlar
Günümüz çocukları sokağa çok az çıkıyor, vaktinin büyük çoğunluğunu evde bilgisayar veya televizyon başında, okulda ise sınıflarda geçirerek, ‘kutulanmış çocuklar’ haline geliyor.
Araştırmalar, toprağa dokunan, doğayı gözlemleyen, hisseden, koklayan, merak ederek keşfeden, doğayla temas eden çocukların, bedensel sağlıklarının, duyularının güçlendiğini, özgüvenlerinin arttığını, başarılarının ve yaratıcılıklarının geliştiğini gösteriyor. Ama günümüz çocukları, kapalı ortamlarda vakit geçiriyor, bilgisayar, televizyon ya da cep telefonlarının başında ‘doğal’ değil, ‘sanal’ oyunlar oynuyor. Artık bitkileri, böcekleri, çiftlik hayvanlarını, sadece kitaplarda, televizyonda ya da internette görüyorlar. Oysa onların doğaya ihtiyaçları var. TEMA Vakfı’nın okul öncesi ve ilkokul çocuklarına yönelik bir doğa eğitim programı olan Minik Tema, yeni projesiyle doğa ve çocuğu yeniden buluşturmayı hedefliyor. 2010’dan beri yürütülen ‘Minik Tema İstanbul’ projesiyle çocukları daha çok dışarı çıkmaya, öğretmenleri ise açık hava etkinlikleri uygulamaya teşvik ediyor.
‘İçeride Çocuk Kalmasın’ ve ‘Toprak Dersem Çık!’ sloganlanıyla yürütülen projeyle, İstanbul’da 500 okulda, bin sınıfta, 25 bin çocuğun doğayla arasında bağ kurulması hedefleniyor. Bu, Minik Tema’nın doğa ve çocuğu ilk buluşturma eylemi değil. Program sayesinde iki yılda 40 ilde 20 bini aşkın çocuk doğayla buluştu.