Güncelleme Tarihi:
* “Neredesin Aşkım”, üçüncü kitabın. İlk kitabın “Aşkın 8 Kusuru”nun ardından, “Süper Zeki Bir Kadının Über Salak Hikâyesi” ile hayatımıza ‘Bilun Yılmaz’ diye bir karakter soktun. O kitabı yazarken motivasyon kaynağın neydi? Kendin mi? Nişantaşı mı?
- Motivasyon kaynağım, günlük hayatım oldu. Tanıdığım herkes. Kendim de tabii ki... Vizon’da editör olduğumda 19 yaşındaydım. Pırıltılı, kuşe kâğıtlara basılmış hayatların içinde, her şeyin arka planını bilerek büyüdüm. Gazeteciler ve dergiciler, karanlık olanı cilalayıp rafa koyuyor sadece. Ben, arka bahçedeki ayrık otlarını da okuyucuya açtım. Acılı ve sancılı değil, kahkahalı anlatmayı seçtim. Gülerek iyileşebilelim diye. Bir çift Prada ile Vileda kovasının yakın ilişkisini bilen biri olarak, yapmam gereken buydu diye düşünüyorum.
* Bilun nasıl bir kadın? Onu başarılı yapan nedir?
- Bilun, başarılı olduğu için değil, skandallarıyla magazine düştüğü için önce yayın yönetmeni, sonra köşe yazarı oluyor. İşin ironik yanı da bu. Yayın yönetmenliğinde gösterdiği başarı ya da yurtdışından aldığı ödüller sayesinde değil, popüler bir dizide oynayan ünlü sevgilisinin onu aldatmasıyla gündeme geliyor, daha da ünlü oluyor, köşe yazarlığına yükseliyor. İlk kitapta, bu durumu ne kadar saçma bulduğunun çok net bir şekilde altını çiziyor. Evliliğe beş kala, eski nişanlısı Ersan, onu en yakın arkadaşı Cenda ile aldatıyor ve Cenda’yla evleniyor. Bu skandalın getirdiği popülarite ile yayın yönetmeni, bir sonrakiyle köşe yazarı oluyor. Evet, işinde çok başarılı ve çok hırslı. Ama hepimiz biliyoruz ki, yeterince popüler değilsen, bunlar genç yaşta yükselmen için yetmeyebiliyor. Kendini bir Türk filmi kahramanına benzetiyor hep. Hülya Koçyiğitlik’ten Filiz Akın’lığa terfi etmek için çabalıyor. Çünkü Filiz, filmin sonunda arada bir gülüyor. Oysa Hülya’nın kaderi biteviye mutsuz sonlara mahkûm.
* Bence kesinlikle film yapılması gereken bir seri...
- Bunu herkesten duyuyorum. Birkaç yapımcıyla da görüştük. Ancak “Neredesin Aşkım”ı yazdığım için senaryo yazmaya vaktim olmadı. Bu yıl ilk iş senaryoyu yazacağım.
* Bilun karakteri için Özge Özpirinçci’yi düşündüğün doğru mu?
- Şöyle komik bir şey de yaşandı; film için konuşulurken Bilun için tek alternatifim Özge Özpirinççi’ydi. Özge’ye kitap imzalayıp yolladım. Sonra bir gece karşılaştık ve beni kenara çekip “Bu rolü ne zaman oynayacağım?” diye sordu. “Aaa! Sen nereden biliyorsun?” diye sordum. Bilmiyordu. Okuyup Bilun’u oynamak istemişti.
KİM DEMİŞ KADERİ YAZAMAZSIN DİYE!
* Kitabın adını “Neredesin Aşkım?” koymanın özel bir nedeni var mı?
- Aşktan korkan, libidosu yüksek bir aşk hikâyesi bu. Bilun’un aşk ve güven arasında sıkışıp kaldığı, ne yöne gideceğini bilemediği, kendiyle savaştığı, aşkını aradığı bir macera. Kitabın adını Artemis’in yayın yönetmeni Ilgın Sönmez’le birlikte koyduk. Tabii ki LGBT’nin o tatlı sloganından esinlendik. Nokta atışı oldu galiba. Zira içimde bir erkeğin ruhu var. Allah’tan bayağı gay ve ölümüne erkeklerden hoşlanıyor.
* Magazin, ünlüler, ihanet, ayrılık... Bunlar senin için ne ifade ediyor?
- Benim için ünlülük diye bir kavram yok. Bazı “ünlüler”, arkadaşlarım, dostlarım, komşularım, erkek arkadaşlarım oldu, bazıları hâlâ hayatımda. Hiçbir zaman kim olduklarını, ne kadar tanındıklarını önemsemedim. Kendisi olmayı başaran herkesi çok seviyorum. Magazinden hâlâ tuhaf bir biçimde ürküyorum. Ve biliyorum ki, magazin yazıyorsa yüzde 99 doğrudur. Özel hayatımda da deneyimledim bunu. Ve eğer “Bilun gibi sen de aldatıldığını magazinden öğrendin mi?” diye soruyorsan; iki kitabı yazarken de olmadı böyle bir şey. Ama sonrasında oldu. Kim demiş kaderi yazamazsın diye? İnan bana çok tatlı bir his. Karşındakinin suratını mı dağıtsan, kahkaha mı atsan, kafanı duvara mı vursan, salaklığına mı yansan bilemiyorsun.
* Kadın ne kadar zeki olsa da, aşk ile evlilik arasında kaldığında ibre şaşıyor mu?
- Kitaptan şu cümleyi hatırlayalım: “Hangi kadın zengin kocasına âşıktı ki?” Ve şunu soralım; kaç kadın kocasına âşık ki? Günümüzde kadınlar, âşık oldukları adamdan kaçmak için evleniyor korkarım. Güvenli olanı seçiyorlar yani. Kendilerini bırakıp gitmeyecek olanı. Ya da bırakıp gitmeyeceğine inandıklarını. “Kalbimi kaptırmış olabilirim ama kontrolümü kaybetmedim!” dikkafalılığıyla Jane Austen romanlarından fırlamış gibi yapıyorlar bu hatayı.