Ben büyük bir mucit değilim

Güncelleme Tarihi:

Ben büyük bir mucit değilim
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 23, 2009 00:00

Ümit Pamir’in Kürt sorunu için “referandum önerisi”nin ardında krizli bölgelerde edinilmiş 42 yıllık bir diplomasi birikimi yatıyor. Bu cesur öneri, Bülent Ecevit ve Mesut Yılmaz’ın başbakanlıkları sırasında dış politika danışmanlığını yapmış, Türkiye’nin NATO Akil Adamlar Komitesi’ne seçtiği bir isimden gelince bu kadar yankı uyandırmasına şaşmamak gerek.

REFERANDUM ÖNERİSİ

Şeytanın avukatı yanım ortaya çıktı


Referandum önerisini ortaya atmam biraz cesaretten sanıyorum. Zaten insanlar sohbetlerde konuşuyorlardı. Birinin çıkıp bunu açıkça söylemesi lazımdı. Belki yine o şeytanın avukatı yanım ortaya çıktı. Kürtler ve Türkler, Türkiye’nin en önemli iki katmanı. Birbirimizle yaşamak istiyor muyuz? Bu irade var mı? Geleceği beraber paylaşmak istemiyor muyuz? Bunu sordum. Ben ayrılma çıkmayacağı kanısındayım. Ayrışmak istiyoruz derlerse Kürtlerin daha çok kaybı olacaktır. Ayrışmak çok zahmetli, çok külfetli bir şey. “O zaman ben ne olurum?’ sorusunu sormamız lazım. Referandum önerim çok yazılıp tartışıldı. Bana bazı okuyucu mektupları geldi. Demek, ben büyük bir mucit değilim; insanların kafasında bu soru vardı ve bir kıvılcım bekliyorlardı.

HEP SORULAR SORDUM

Arayan adam derlerdi

Çocukluğumda belli bir kahramanım yoktu. Filmlerde hakkı yenilenlerin, zavallıların yanında yer alırdım. Çok sorgulayan bir insandım. Fizikte, kimyada hocalara hep acayip sorular sorardım. Hocalarım bana ‘Arayan adam’ derlerdi. Hep böyle şeytanın avukatlığını yapmaya çalıştım.

MÜLKİYELİLİK

Sanki Türkiye’yi sırtladık


Mülkiyelilik aynı zamanda bir kimlik. Biz devletin bütün sorumluluğunu üzerimizde hissederdik. Devlet iyi veya kötü idare edilirse bunun sorumlusunun biz olduğumuzu sanırdık. Türkiye’nin bütün yükünü taşıyormuş gibiydik. Bu duygu meslek hayatım boyunca da devam etti. Her zaman Anadolu’nun çorak arazilerinde toprağı çapalayıp ürettiğinden bize vergi veren insanları düşündüm.

HEP DÜŞÜNDÜĞÜMÜ SÖYLEDİM

Saçmalama özgürlüğümü kullandım


1989’da Dışişleri Bakanı Mesut Yılmaz’dı. Siyaset Planlama Dairesi Başkanlığı’na getirirken, “İnsanların en büyük özgürlüğü saçmalama özgürlüğüdür. Kabul ediyorsanız göreve geleyim” dedim. Bir tarihte Nüzhet Kandemir, müsteşardı. Müsteşar yardımcıları toplantısında aksi görüşlerimi söylerdim. Nüzhet Bey, bazen şaka yollu “Siyaset Planlama beni sevmiyor galiba” derdi.

BAYRAĞI İNDİRMEDİM

Kalbim Gümülcine’de kaldı

1973 sonunda Gümülcine’ye tayin oldum. Kalbim hep Gümülcine’de kaldı. Orayı unutamadım. 1974’te Kıbrıs krizi kapıdaydı. Müdahaleyi tahmin ettim. Gece sabaha doğru seferberlik ilan edildi. Cumartesi günü olduğu için konsolosluk binasına bayrak çekmiştik. Jandarma komutanı geldi, “Sayın konsolos, acaba bayrağı bugün çekmeseniz olur mu? Büyük bir tahrik oluyor” dediler. Ben de dedim ki “ “Kusura bakmayın bizde kanundur, bayrak inmeyecek.”

BRİÇ-TAVLA

Kolum kırılınca öğrendim


1985’te Budapeşte’ye gittiğimde, kolum kırıldı. Eşim bir briç kitabı verdi. Başladım, hakikaten merak sardım. Eşimden daha iyi oynarım. Bodrum’da dört yıldır tavla turnuvası düzenliyoruz. 50 kişi katılıyor. 2007’de ben şampiyon oldum.

TARİHİ GÖRÜŞME

Ecevit, Öcalan için “gereğini yapın” talimatı verdi


Bülent Ecevit’in başbakanlığı sırasında dış politika danışmanıydım. Bir gün öğle vakti İtalyan Büyükelçisi aniden Bülent Bey’i görmek istedi. Öcalan’ın Roma’da olduğunu haber vermeye gelmiş. Sonra bir gün de MİT Müsteşarı Şenkal Bey (Atasagun) ziyarete geldi. “Amerikalılar haber verdiler. Öcalan Kenya’daymış, bizim bir ekip göndermemizi, orada havaalanından alıp getirebileceğimizi söylediler” dedi. Bülent Bey, çok itidalli ve soğukkanlıydı. Çok zarifti. Odasına her sabah gittiğimde mutlaka masasından kalkar, elimi sıkardı. Atasagun Bey’e de zarif şekilde “gereğini yapın” talimatı verdi. Yani işin özü şu, Amerikalılar paketi hazırladılar, bize buradan alacaksınız dediler. Bir uçak tutuldu, gidilip alındı gelindi.

AİLEM

Torun demiyorum dede demiyorlar

İki çocuğum da diplomasiden uzak durdu. “Artık biz eşyalarımızla oturduğumuz yerde kalmak istiyoruz” dediler. Kızımın iki çocuğu var. Torun demiyorum, onlar da dede demiyor. Eşim (Dilek) bayılıyor, anneanne dedirtiyor kendine. Bana Ümit diyorlar. Böyle genç kuşakla daha direkt irtibat kurabiliyormuşum gibi geliyor. Belki de yaşlanmış gibi algılamamak için...

DIŞİŞLERİ

Modern Çingeneleriz


Bir yerde kalıp kök salamıyoruz. Modern Çingeneler gibiyiz, iki üç sene de bir eşyaları toplayıp taşınırız. Emekli olunca adapte olamadım. Şimdi NATO Akil Adamlar Komitesi’ne seçilen 12 kişiden biriyim. Genel Sekreter Rasmussen arayıp, birlikte çalışmayı önerdi.

SAINT JOSEPH

Papaza fındık attım


Babam askerdi. O bile Saint Joseph’teki (Fransız lisesi) disiplini sert bulurdu. Koridorda üçüncü kareden yürürüz, dördüncü kareden yürüyünce cezalandırılır, bir şiir ezberlerdik. Her dönem ilk hafta yorganın altında ağlardım. Akşam yemeklerinde verilen fındıkla oynardık. Necati’ye (Utkan) attığım bir fındık o başını çevirince papazın kafasına isabet etti. “Fındığı mermi gibi kullanıyor” diye beni cumartesi günü cezaya bıraktılar. Yaramaz ve çalışkan bir çocuktum. Birincilikle bitirdim.

SIKMAK İSTEMEM

Özal, Dışişleri’nin en hızlı konuşanı, dedi


Hızlı konuşuyor, beyninin düşünce hızına ağzı yetişmiyor derler. Belki fikirler aklıma hızlı geliyor. Ama aslında bende insanları sıkmayayım, bir an önce söyleyip bitireyim duygusu var. Çok kızdığımda da anlamadım demesinler diye yavaş konuşurum. Turgut Özal, beni karısına “Dışişleri Bakanlığı’nın en hızlı konuşan adamı” diye tanıştırmıştı.

KENDİMİ ÖDÜLLENDİRİRİM

Sağ elimle sol elimi okşarım


İyi bir konuşma yaptığımda, iyi bir şey yazdığımda kendimden mutlu olurum. “Bunda Türkiye’nin büyük çıkarı vardı, bunu ben sağladım” duygusuna kapıldığımda sol elimi sağ elimle okşarım. 42 yıllık meslek hayatım boyunca hep yaptım bunu.

KRİZLERİ ÇEKİYORDUM

Kızım bile Türkiye’ye gelme dedi


Gümülcine’ye gittik Kıbrıs’a harekat yapıldı. Atina’ya gittik Kardak krizi çıktı. NATO’ya gittiğimde Polonya’da Walesa olayları, sonra İran’da rejim değişikliği oldu. Ortadoğu Dairesi Başkanı oldum. Dört gün sonra Enver Sedat öldürüldü. Cezayir’e gittim asker müdahale etti. Kızım bile “Baba gittiğin her yerde kriz çıkıyor, bari Türkiye’ye gelme” dedi.

HAYATIMIN YOL AYRIMI

Güzel şapkalı adamdan etkilendim

Küçükken, büyük dayımıza bir ziyaretçi geldi. Baktım bir Mercedes, içinden şapkalı ve güzel giyinmiş bir adam çıktı. Anneme, “Kim bu adam?” dedim. “Hariciyeci Seyfullah Esin” dedi. Madrid ve Berlin’de büyükelçilik yapmış, New York’ta daimi temsilci olmuş biri. Onu öyle görünce ben de hariciyeci olmaya karar verdim. Yıllar sonra New York’ta büyükelçi olduğumda, Seyfullah Esin’in resmini gördüm. “Demek buymuş” dedim içimden.

EVLİLİĞİM

Eşimle Hasan Cemal tanıştırdı


1967’de bir akşam, Hasan Cemal ve Oğuz Gorbon ile üçümüz, Suadiye’deki Kulüp Reşat’a gittik. Müzik dinleyip içerken Melih geldi, masalarına çağırdı. “Tıfıllarla uğraşacak halimiz yok” dedim. Hasan Cemal, “Bir baksak mı” dedi. Ben de “Sen git, 10 dakika sonra gelmezsen ‘Hasan içkin kaldı’ bahanesiyle gelelim. Baktın olacak gibi değil, “Arkadaşları yalnız bırakmayayım” diye gelirsin” dedim. Bir baktık Hasan pistte dans ediyor. Hemen masalarına gittik. Orada tanıştım eşim (Dilek) ile. Aşık olduk. Eşim hukuk okudu, avukatlık stajı yaptı. Fakat devam edemedi.

ENLERİM

En büyük korkunuz nedir? İhanet. Çünkü vefalı insanımdır.
En çok neye dokunmaktan hoşlanırsınız? Ağaç yaprağı.
En sevdiğiniz yemek? Güzel bir bulgur pilavı ile kuru soğan.
En sevdiğiniz tarihi kişilik? M. Kemal Atatürk
En sevdiğiniz film? Masumiyet Çağı (The Age Of Innocence)
En sevdiğiniz şarkı? Charles Aznavur’un La Boheme şarkısı.
En sevdiğiniz koku? Yasemin.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!