Ayşe ARMAN
Oluşturulma Tarihi: Mart 30, 2002 23:12
Röportaj ilerledikçe, Lale Müldür, birdenbire ‘‘Hastalıktan mı korkuyorsun?’’ diyor. Dalga geçmiyor, laf sokuşturmaya çalışmıyor. Sadece merak ediyor ve doğrudan soruyor.
Çünkü benim sorularımın neredeyse tamamı onun aklıyla ilgili! Aslında haksızlık ediyorum! Çünkü o, bu ülkenin en parlak şairlerinden biri. Üstelik 'Toplu Şiirler'i yeni çıktı. Tütsü eşliğinde okunmasını istiyor. ‘‘Tütsü, yakışıyor benim şiirlerime’’ diyor. Çünkü bir yerlerde okumuş; insan üzülünce, ruhu tıpkı tütsü dumanı gibi kendinden uzaklaşırmış. Lale Müldür'ü sadece şiirlerinden tanıyorsanız, yarım kalmışsınız demektir, çünkü onu tanısanız, bir tütsü dumanı gibi ona yakınlaşırsınız...
Ben yazdıklarınızın büyük bir kısmını anlayamıyorum. Beyinlerimizin çalışması arasında ne fark var?
- Yazdıklarım manikdepresivitenin sonucu... diyemem! Zaten depresif dönemde pek bir şey yapılamıyor. Manik dönemde ise, kafama birlerce düşünce üşüşüyor, inanılmaz enejik ve yüksekte oluyorum, ne var ki hiçbir düşüncede derinleşemiyorum. Bütün evreni çözmüşüm gibi geliyor ama manik dönem geçtiğinde ‘‘Ben neyi bulmuştum?’’ oluyorum, hiçbir şey gelmiyor aklıma...
Not edilemiyor mu peki?
- Ciddi bir şey yok ki. Deli deli düşünceler! Kitap yapacak bir şey olmuyor yani. Ancak hipomani halinde şiir yazılabiliyor. Ama büyük eser yaratabilmek için bir miktar manik enerji gerekiyor. Zaten manikdepresivite esas olarak sanatçı, politikacı ve iş adamı hastalığı. Doktorların iddiasına göre Lincoln, Roosevelt, Churchill öyle. Balzac da iyi bir örnek. İnsanlık Komedyası denilen yapıtı 85 romandan oluşuyor. Doktorlar, ancak bir manik depresif, böyle bir işin altından kalkabilir diyor. Bu hastalık, beyin kimyası ya da genetikle ilgili...
Yani kız arkadaşınızın, ilk aşkınızı elinizden almasıyla bir alakası yok...
- Yok ama bir olayın da tetiklemesi gerekiyor. Ancak lityumla iyileştirilebiliyor. Bir tür tuz. Kesersem atak geçiriyorum. Bazen kesiyorum. Çünkü normal olduğumu düşünüyorum, bir şey olmayacak diyorum, kesiyorum ama oluyor!
Peki beyniniz normal insanların beyninden daha mı hızlı çalışıyor?
- Maniklerin beyinlerinin de metabolizmalarının da normal insanlara göre daha hızlı çalıştığı söyleniyor, atlayarak ve inişli çıkışlı.
Hangi noktalarda kendinizi diğer insanlardan farklı görüyorsunuz?
- Depresif zamanlarımda kendime çok eziyet ediyorum. Kendimi de, başkalarını da suçluyorum. İnsanlar bana ‘‘Haava güzel!’’ dese, ‘‘Eteğin sökük!’’ demişler gibi geliyor. Sürekli kuruyorum. Ama manik zamanlarımda, şu an hipomaniğim mesela, ‘‘Her şey çok güzel. Hatta mükemmel!’’ gibi bir ruh haline bürünüyorum. Manikler, depresif ve yıkık insanlara çok iyi gelirlermiş, belki de şiirlerimin biraz tutulmasının nedeni budur, o hayat dolu coşku, enerji, yükseklik insanlara sirayet edermiş. Kitaplarımı da ben genelde manik dönemde yazıyorum, belki de o yüzden okuyanlara iyi geliyor.
Herkes gibi olmaya çalıştığınız zamanlar var mı?
- Hayatım boyunca normal olmak istedim! Yıllar önce, İngiltere ve Belçika'da doktorlar ‘‘Senin aşırı hassasiyetten başka hiçbir şeyin yok!’’ deyip, eklemişlerdi, ‘‘Aşırı hassasiyet de bir hastalıktır! Biz kelebek kanadından ağaç kabuğu yapamayız...’’ Bununla yaşamam gerekiyor. Gerçi artık manik depresif olduğumu da kabul ediyorum!
İnsan başta kabul etmiyor mu?
- Kolay mı insanın deli olduğunu kabul etmesi!
Ne zaman kabul ettiniz peki?
- Daha yeni. İki, üç ay önce bile ‘‘Ben normalim’’ deyip, ilaçları kesmiştim.
Ne oluyor kesince?
- Bir ay içinde düşüyorsun! Allah'tan ben ağır vaka sayılmam. Daha ağırları var. Bir anda evlerini satıp, eşyalarını sokağa atanlar, bütün paralarını birilerine bağışlayıp, işlerini kapatanlar... Korkunç radikal kararlar alabiliyorlar. Çok para harcıyorlar. Ben bazen çöplüğe ihtiyacı olanlar alsınlar diye yedi yüz dolar koyuyorum ama benimki daha çok merhamet duygusuna giriyor!
Bu hastalığın sizin işinize yaradığı söylenebilir mi?
- Sanatçılara, işadamlarına ve politikacılara faydalı olabilir. Ama tapu kadastro memurlarına değil! Bu bir hastalık. Varoluşa karşı bir öfke. Bu hayattan memnun olmama hali. Depresifken hiçbir şeyin anlamı yok, manikteyken her şeyin anlamı var! Odaya kelebek gelse, bir anlam yüklüyorsun. Her şeyin anlam kazanması da aslında bir anlamsızlık sorunsalıymış...
Sizinle aynı konumdaki bir adamla aşk yaşamak nasıl olurdu?
- Manik depresif bir adamla mı? Felaket! Aynı anda maniğe girersek birbirimizi tamamen delirtebiliriz. Depresif dönemde de ise zaten birlikte intihar ederiz!
Manik depresifin ilişki kurması zor mu?
- Normallerden acayip sıkılıyorum ben. Sadece çok zeki ve enteresan tiplerle anlaşabiliyorum. Manik depresiflerin gençliklerinde şizofreni, orta yaşlılarında paranoya, yaşlılarında erken bunama söz konusu oluyormuş. Allah beni korusun!
İyi şiir yazmak için çok pahalı bir bedel değil mi?
- Şiir, manikdepresifliğin değil, disiplinli bir çalışmanın ürünü. Ama öğrendiğime göre, bu hastalık, kısa dönemde çok şey becermek için avantajlı. Çünkü günlerce uykusuz kalabiliyorlar...
Hiç bu hastalığın üzerine yattığınız oldu mu?
- Yok. Hastalığımla övünmüyorum! Pişman mıyım? Değilim, o ayrı. Güzel yaşadım. Normallerle iyi geçinemediğimi söylememe rağmen, yine de, pazarda domates ve soğan alan kadınları bazen kıskanmıyor değilim...
Dr. Ronald Fiever Amerika'daki bazı büyük manik depresif iş adamlarını öyle bir anlatıyor ki, evlere şenlik: ‘‘Adam altı ay, dünyayı yerinden oynatıyor, bitirmediği iş, çevirmediği dolap kalmıyor, acayip paralar kazanıyor. Kendinden emin, güvenli ve son derece karizmatik. Manik dönem. Ve sonra hırpani bir kılıkta, kendi bürosuna hırsız gibi giriyor. Hiçbir şey yapamaz hale geliyor, öylece oturuyor. Bu da depresif dönem. Allahtan adamların sekreterleri patronlarının manik ve depresif dönemlerini o kadar iyi biliyorlar ki, randevuları ona göre ayarlıyorlar...’’
AYIPTIR SÖYLEMESİ BANA HEP DAHİ DEDİLER
Oldum olası tuhaf bir çocuk muydunuz?
- İlkokulda normaldim galiba! Robert Kolej'de sapıttım. Aşırı bir enerjim vardı. Hem derslerde birinciydim, hem şiir yazardım. Üstelik çetelerim de vardı...
Nasıl yani?
- İki çete kurmuştum! Hatunlar ve Kurukafa.
Ne tür faaliyetler yapardınız?
- Kötü şeyler değil!
Kaç üyesi vardı?
- Bir tek ben! Okulun bahçesindeki ağacın altına bir şey gömerdim ve ‘‘Bianca. Şu şu ağacın altına bak’’ diye dolabına not yapıştırırdım. 40 kişi için ayrı ayrı sürprizler. Çok vaktimi alırdı!
Normallerin aklına gelmeyen şeyleri düşünen, yapan bir çocuktunuz yani.
- Evet. Çünkü hiperaktiftim. Bitmeyen bir enerji! Ama ne oldu? İlk aşkım, beni en yakın kız arkadaşımla aldattı. Her şey değişti. O hayat dolu kız gitti, melankolik biri geldi. Şiir dışındaki her şeye boş verdim. 16 yaşında, yaşama ve varoluşa karşı çıkış, ölüm arzusu, yani egzistansiyel sıkıntılar. Büyük bir travma!
O kadar mı çok sarsıldınız?
- Yıllar sonra ortaya çıktı ki, her şeyi affetmişim de, bu olayı edememişim. Antalya'da Dünya Affetme Şampiyonası düzenlenecek, fikrin yaratıcısı Dr. Murat Kemaloğlu. Sayesinde geçmişimdeki bu olayla hesaplaştım. İlk aşkımı da, kız arkadaşımı da bağışladım. Ama daha yeni.
Küçükken çoğunluk sizi hangi sıfatla tanımlardı?
- Ayıptır söylemesi, bana hep dahi gözüyle baktılar. Hatta Manchester Üniversitesi'ni bitirdiğimde bir arkadaşım, rektöre gidip ‘‘Niye Lale'ye birincilik verdiniz? Yıl boyu bir dolu kitap okuduk. O okumadı’’ diye şikayet etmiş . Rektör de, ‘‘İyi ama ondaki yaratıcılık sizde nerdeee!’’ demiş.
Dahi, yaratıcı... Başka hangi sıfatlar...
- Eksik olmasınlar, yüzüme pek deli demezler! Sağı solu belli olmaz derler. Gırgır ve sosyal bulurlar. Ama tamamen asosyal dönemlerim de olur.
ODTÜ'de elektronik mühendisliği okumak sizin gelişiminizin doğal bir sonucu muydu, yoksa size bile çılgınca gelen bir meydan okuma mı?
- Yok canım, ne alakası var, sadece komik! Liseyi bitirince şiir bursuyla İtalya'ya gittim. Gitmeden de mecburen üniversite imtihanına girdim. Babam matematik okumamı istiyordu. İyiydi matematiğim, Robert'te en iyi not 85'ti, ötesi düşünülemezdi bile, benimki 100'dü. Babamın isteği üzerine birinci tercih olarak ODTÜ Elektronik Mühendisliği yazmıştım. Nasıl olsa bu alanda okumayacağım... Diye düşürken... Özleme dayanamayıp Türkiye'ye döndüm ve o yılın üniversite sınavı birincileriyle aynı sınıfta buldum kendimi. Ama sıkıldım! Yeniden imtihana girdim, yine kazandım. İki sene ODTÜ Ekonomi okudum. Ama politik nedenlerden bölümü kapattılar, Osman Kavala'yla birlikte eğitimimizi tamamlamak üzere İngiltere'ye gittik. Ekonomi lisansından sonra da, Essex'te edebiyat sosyolojisi yaptım...
Peki bunca hikayeden sonra birinin peşine takılıp, onun eşi olarak Belçika'ya gitmek sizin kişiliğinizle uyuşuyor mu?
- Patrick, hayatımın aşkı! Ali Nesin tanıştırmıştı. Ali'ye göre Avrupa'nın en bohem tipiydi. Gerçi, ben bohemlerden hiç hoşlanmam, hep normal, sağlıklı tipler ararım ama bana da böyleleri denk geliyor! Önce yüz vermedim, sonra bir elektrik başladı. Beni Brüksel'e davet etti. Bu arada biz onu Paris'in en fakir ressamı olarak tanıyoruz. Babası Belçika'da bir fabrikada çalışıyormuş falan. Belçika'da büyük bir araziye girdik ‘‘Burası bizim bahçe’’ dedi, fabrikanın bahçesi herhalde diye düşündüm. Sonra bir şatonun önünden geçtik, ‘‘Bizim şato’’ dedi, fabrikanın şatosu demek istiyor diye düşündüm. Benim de sıkı anarşist olduğum dönemler. Sonra bir villanın önünde durduk, ‘‘Annemlerin evi’’ deyince, işte o zaman kıyameti kopardım: ‘‘Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Beni buraya gösteriş yapmaya mı getirdin’’. Onu terk ettim! Aradan bir yıl geçti, tezimi teslim etmeye İngiltere'ye gideceğim, ‘‘Geçerken Belçika'ya uğrasana’’ dedi, uğradım. Evlenme teklif etti, kabul ettim. Aralıklarla tam 13 yıl sürdü ilişkimiz.
Şimdi ne yapıyor eski eş Patrick?
- Buraya gelecek yeniden başlamak istiyor!
Bir şans daha verecek misiniz?
- Vallaha, onun bir çocuğu var. Yeniden başlarsak hazır çocuğa konacağım! Ama bu ülkeyi terk etmek gibi bir niyetim yok. O da buralara gelmez. Olacak iş değil yani. Doksan yaşımıza geldiğimizde belki...