Güncelleme Tarihi:
La Passerelle (köprü, geçit) “karma çiftlerin” yani Türkler’le evli yabancıların ve yabancılarla evli Türkler’in oluşturduğu bir grup.
Cuma akşamı, Beyoğlu’ndaki Oyuncular Tiyatro Grubu’nun (nefis!) lokalinde, Huguette Bouffard Eyüboğlu’nun kitabının Fransızca baskısı vesilesiyle, nasıl diyelim, bir “buluşma” tertip ettiler.
Kitabın adı, Du Clocher au Minaret (Çan Kulesinden Minareye, yani)
Bartok Yayınevi ve La Passerelle’in davetlisiydim ben de, masa etrafındakilerden (konuşmacı, demek istemiyorum) biri olarak. Yazar H.Eyüboğlu, La Passerelle’in başkanı Caroline Babur, yine Passerelle’den Geneviève Güney ve Bartok Yayınevinin (ve kitabın) editörü Andrieina Buonaccorsi Sarmani, ve bendeniz.
Dinleyiciler ve katılımcılar da kadınlı, erkekli, çocuklu Fransızlar, Kanadalılar, İtalyanlar, Türkler...
Biz bir laflar ettik, ama asıl Huguette Hanım bize kitabından, Türkiye’de yaşadığı, Türkler’le evli kadınların yaşadığı sıkıntılardan (ve mutluluklardan), 38 senelik şahsi tecrübesinden bahsetti bize.
*
İki kelimeyle Huguette Bouffard Eyüboğlu kimdir, onu söyleyeyim size.
Huguette Hanım Kanadalı, Quebec’li.
1960’ların başında, Fransa’da çıkan bir dergiye, adını, adresini göndererek çeşitli ülkelerden 15-20 gençle “mektup arkadaşlığı” kurmuş. Çağrısına en geç cevap, tabii ki, Türkiye’den gelmiş. Mehmet Eyüboğlu adında bir delikanlıdan.
Çok değil, birkaç yıl sonra, mektup arkadaşlığı önce flörte, ardından evliliğe dönüşmüş.
“Bir aileye değil, bir klana girdim” diyor Huguette Hanım. Klan ki, ne klan... Bedri Rahmi Eyüboğlu’na gelin gelmiş İstanbul’a, Bedri Rahmi Bey, eşi ressam Eren Hanım, kardeşi şair, yazar, edip Sabahattin Eyüboğlu, sanatçı bir aile ve muhteşem bir çevre...
Eyüboğulları ile, Azra Erhat ile çıkılan Mavi Yolculukları ballandıra ballandıra anlatıyor, mesela. Sonra Kadıköy’de, gözyaşlarıyla söylenen Anadolu türküleriyle biten uzun geceleri...
Kitap, hem “bizden daha bizden olmuş” bir aydın kadının Türkiye’ye bakışını (1960’lardan beri yaşanan değişimle birlikte) anlatıyor, hem de büyük bir ailenin, aydın bir çevrenin “mahremiyetine” giriveriyorsunuz birden...
(Bizden daha bizden diyorum, çünkü orada da söylediğim gibi, bizler hasbelkader Türküz, buradayız. Halbuki bu “imam eklemeleri” - bu lafa bitiyorum - bizim gelinler, isteyerek, bilerek, seçerek Türk olmuşlar. Bazen maddî manevî büyük fedakarlıklarla üstelik... Ve genellikle bizden daha Türk, daha milliyetçi kesiliyorlar başımıza. Mesela Huguette Hanım, kitabının bir yerinde yabancılara seslenirken kızmış, diyor ki, “Bugün, bizim Kürtler’i ezdiğimizi düşünenler, dün solcu aydınlarımız öldürülürken neredeydiniz?”)
Huguette Hanım o kadar sıcak, günahıyla sevabıyla, o kadar “insan” bir millet, bir memleket anlatıyor ki, son sayfasına geldiğimde bir kez daha karar verdim:
“Bir daha dünyaya gelecek olsam, yine Türk olmak isterdim!”
Okuyun! Samimi, iddiasız, sıcak ... genç bir kadının bir Türk’e ve bir Kanadalı’nın Türkiye’ye giderek büyüyen aşkının hikayesi!
*
Not: Fransızca bilmiyorum ki... diyenlere de bir müjdem var. Bu kitap Türkiye’de 3 dilde birden yayımlandı.
Du Clocher au Minaret
(Bartok Yayınları)From Steeple to the Minaret (Çitlembik Yayınevi)
Bir Kanadalı Gelinin Türkiye Anıları (T.İş Bankası Yayınları)
Bu arada, gecenin ev sahipliğini üstlenen Bartok Yayınevi ile ilgili bir not. Bartok, cesur bir kararla, her sene böyle bir iki “insan hikayesi” yayınlıyor. Bir kısmı yabancı dillerde üstelik. Ticari endişeleri gözardı ederek. Günlük hayata dayalı kitaplar. Çocuk yayınlarında da iki dilde yayınlar yapıyorlar. “Yabancı kültürlerle zenginleşirken, kendi kültürümüzü fakirleştirmeden... ve okumayı bir keyif haline getirerek...” (Editör Gül Soytok söylüyor şu anda bana bunları telefonda...)