Güncelleme Tarihi:
? Polisiye romanlardan sonra şiir sürprizi nereden çıktı?
- 1985 yılında TKP’nin gençlik örgütünü yönetiyordum ve Moskova’ya Marksizm, Leninizm üzerine eğitim görmeye gönderilmiştim. Şiire orada başladım. Bütün arkadaşlarım, “Rus kızları gördün, şiire başladın değil mi” diye takılıyordu ama ben vallahi hava durumu yüzünden şiire başladım!
? “Soğuk Moskova gecelerini, şiirle ısıttım” deyip bizi bayıltmayacaksınız değil mi?
- Bazen bir şiir, insanı güzel kadınlardan daha çok ısıtabilir. Neyse bu, işin şakası. Gerçek ise, bizim ülkemizde yılın büyük bir bölümü güneşliyse, Moskova’da yılın büyük bir bölümü kapalı. Güneşin göründüğü günler çok az. Her taraf kül rengi. İnsan melankoliye kapılıyor. Serde hasretlik de var. O melankolik havayı kendiliğinden sözcüklerle dağıtmaya çalıştım. Ruhuma çöken o karanlık, olumlu bir dönüşüm geçirdi ve şiir haline gelip kağıda dökülmeye başladı. Tabii, Rusların şairlere verdiği önem ve Nâzım Hikmet’in Moskova’da yaşamış olması da beni etkilemiş olmalı.
? Onun öncesinde, yazılıp yazılıp sonra da yırtıp atılan amatör aşk şiirleri yok mu hiç?
- 14 yaşımdan beri ilk yazdığım şeyler hep siyasi bildirilerdi. 12 Eylül dönemini yeraltında savaşarak geçirdim. Zaten polisiye yazmamın nedeni de odur. Çünkü polise yakalanmamak için polis gibi düşünmek zorundaydım. O yüzden de yakalanmadım muhtemelen.
? Peki, o zamanlar yazdığınız şiirler, onca zaman bir zulada durdu ve “Artık zamanıdır” diyerek şimdi mi gün yüzüne çıktı?
- Bir yıl Moskova’da kaldıktan sonra Türkiye’ye döndüm. 1989 yılında da, orada yazdığım 30 şiiri ‘Sokağın Zulası’ ismiyle bastırdım. Son zamanlarda beni iyi takip eden okurlarım, o kitabı bulamadıklarından yakınıyorlardı. Çünkü zaten 2 bin adet basılmıştı. O günden bugüne 60 yeni şiir daha yazmıştım ve bu kez hepsini bir kitapta toplayayım dedim. Ben bu şiirleri yayınlamasam, torunum Rüzgar benden sonra, para için nasılsa yayınlar, savunacak halim de kalmazdı. Sağlığımda yayınlayayım bari dedim. (Gülüyor.)
? 60 yeni şiir eklediyseniz, kitabı yine niye aynı isimle yayınladınız?
- İsmi değiştirmeye kıyamadım. Çünkü ‘Sokağın Zulası’ ismini çok sevdim.
? Siz şair misiniz, öykücü mü, romancı mı?
- Ben bir şair değilim. Şairim demek iddialı olur. Kendimi edebiyatçı olarak görüyorum. Duygu ve düşüncelerimi o formda ifade edebildiğim için şiir oldular. Yazdıklarım, şiir olarak yazılmış metinler. Romanlar, şiirler, öyküler, masallar, tiyatro oyunları yazdım. Ama kendimi en çok romancı gibi hissediyorum.
? Bir itiraf istiyorum. Şiirle hiç kız tavladınız mı?
- Yok ya, vallahi hiç tavlamadım. Gençliğimden beri mitinglerde konuşmalar yapıp, devrimcilikten, ölüme meydan okumaktan dolayı zaten hep etkilenirlerdi benden. Ayıptır söylemesi, gerek kalmıyordu şiirle tavlamaya.
? Aşk, devrim şiirleri, korkular, kavgalar, kadınlar, erkek olma hali üzerine yazılmış şiirler var. Bu kadar çeşnili bir şiir kitabı, bir nevi Ahmet Ümit’in hayatının şiirle çekilmiş fotoğrafı mı?
- 26 yıldır şiir yazıyorum. Hayatta hissettiğim tüm duyguları, kaybolan günleri, arkadaşlarımın ölümlerini, politik zamanlarda içine düştüğümüz açmazları, bugün yaşananlara ait gözlemlerimi büyük bir şiirler galerisinde toplamaya çalıştım. Beni tanımak isteyen okurlarım, şiirle çekilmiş bir fotoğraf görsün istedim.
? Polisiyenin babası sayılan Edgar Allen Poe’nun meşhur ‘Kuzgun’ şiirine, siz de bir şeyler eklemişsiniz. Bir Türk polisiyecisi olarak, Edgar Allen Poe’ya bir selam mı çakmak istediniz bu şiirle?
- Poe çok sevdiği ilk karısı öldükten sonra, evine bir kuzgun giriyor. O kuzgunu karısından, öteki dünyadan gelen bir haberci olarak görüyor ve ‘Kuzgun’ adını verdiği o meşhur upuzun şiiri yazıyor. Poe, o şiirde kuşu ve o kuşa yüklediği anlamı anlatıyor. Ben de Türkiye’den bir polisiyeci olarak, Poe’ya gönderme olsun diye kuzgunun ağzından Poe’yu anlattım.
BİR ERKEĞİN ÖZELEŞTİRİSİ
Damaklarımda anamın ak sütünü
Her duyuşumda,
Işıltılı bir ırmak gibi aktığında
Kızımın saçları avuçlarımdan,
Isındığımda karımın şefkatli elleriyle,
Anımsadığımda sevdiğim kızların gözlerini,
Yeryüzünün bütün kadınları geliyor aklıma.
Yeryüzünün bütün kadınları gelince aklıma,
Bir burgu deliyor yüreğimi,
Uzun çizmeli bir toprak ağası
Sürüklüyor yerlerde üçüncü karısını,
Genç bir kadın pazarlanıyor
Kirli çarşafların üzerinde,
Korkuya büyüyor kız çocukları,
Lanete bulanıyor aşk,
Ve ben bu erkek mirasını
Çifte kambur gibi taşıyarak sırtımda,
Boğuluyorum boydan boya bir utanç dalgasında...
(1988)
Fatih Sultan Mehmet’in hayatı üzerine yazıyorum
‘Beyoğlu Rapsodisi’, ‘Bir Ses Böler Geceyi’, ‘Kukla’, ‘Bab-ı Esrar’ kitaplarımın sinema haklarını sattım. ‘İstanbul Hatırası’ için çok teklif oldu ama onu biraz bekletiyorum. Çok dizi senaryosu teklifi geliyor ama yapmıyorum. Haftada 85 dakikalık dizi çekmek insanlık dışı. Orada çalışmayı insanlık onuruma yediremiyorum ve o insanların sömürülmesine de çok üzülüyorum. Ama sinemaya hep sıcak bakıyorum. Şimdi Fatih Sultan Mehmet üzerine bir roman yazıyorum. Bir tarihçinin ölümü üzerine yapılan bir cinayet soruşturması ekseninde Fatih Sultan Mehmet’in hayatını anlatıyorum. Çünkü o cinayeti çözebilmemiz için Fatih Sultan Mehmet’in bütün hayatını bilmemiz gerekiyor.
Çalışırken mutlak sessizlik isterim
Kahvaltıdan sonra hemen, yazmak için ofise giderim. Bir Rus generalin yaptırdığı, Beyoğlu’ndaki 100 yıllık yüksek tavanlı bir binada ofisim var. Hiç yardımcım yok, yanımda biri olduğunda dikkatim dağılıyor. Mutlak sessizlik isterim. Tek ses ya bir klasik müzik ya da caz müziğidir. Yazarken atıştırmak için meyvelerim vardır ama soyulacak meyveyi masaya koymam. Onları soyarken konsantrasyonum bozulur. Öğlene kadar durmadan yazarım.
ALACAKARANLIK
Ve düştü günlerin nabzı,
sabah vardiyalarında çoğalmak yok artık;
çocuk düşlerimizi renklendiren
gece nöbetleri bitti.
Gökyüzüne uzanan yumruklarımızın gölgesinde
neşeyle kıpırdanan al bayraklarımız,
susuz ekinler gibi büktüler boyunlarını.
Düşmanın çarmıhında değil,
karar masalarımızda yitirdik gülümsemeyi.
Ekim’in tutkusuyla unutunca
İhtilal-i Kebir’in belgelerini,
tarih aforoz etti bizi.
Yarıldı yıldızlara döşediğimiz yol,
kırıldı yelkenlilerimizin direkleri.
Güzelliğimizi bileyen türküler,
şımarık esintilerin sığıntısı şimdi.
Kocaman bir vitrine dönüşen bu kentte
duymamak için çırılçıplak haykıran insanı,
gözlerimizle tıkadık kulaklarımızı
kilitledik ellerimizi ceplerimize,
sokaklar ağlarken halimize,
sarhoş bir suratla izliyoruz,
kafatasımızın kireçli toprağında
zafer naralarıyla ilerleyen karamsarlığı.
(1990)