Güncelleme Tarihi:
Gökyüzünde gri bulutların koşturduğu serin bir sonbahar sabahıydı Maestro. Bayreuth’a ilk kez geliyordum. Tesadüf bu ya, 140 yıl arayla da olsa sizinle aynı mevsim ve günde ilk kez ayak bastık şehre: 15 Ekim’de. Sokaklardaki ıhlamurlar, parklardaki görkemli çınarlar kahverenginin tonlarına boyanmıştı. Kaldırımlarda altın sarısı yapraklar uçuşuyordu. Damadınızın Festival Operası, Yeşil Tepe’de tüm heybetiyle yükseliyordu. Size hak verdim, sonbaharda şehri görenin ayrılması zordu...
Evinize gelirken önce Schloss Meydanı’ndaki 300 yıllık çeşmenin yanından geçtim. Viyana’da Osmanlı’ya karşı yedek kuvvetlerde savaşan General Christian Ernst, çeşmenin üstünde atını gururla batıya sürüyordu. Beceriksizliği nedeniyle istifa ettiği unutulmuş olmalıydı. Altındaki dört atlıdan, doğuya, yani saraya yöneleni dikkatimi çekti. Başı sarıklı, eli mızraklıydı. Osmanlı’nın atı ağzından sular fışkırtıyordu. Meydandan geçerken, Çırağan Sarayı’nda Sultan Abdülmecit’e verdiğiniz piyano resitalini hatırlar mıydınız Bay Franz Liszt? Beyoğlu ve Büyükdere konserlerinde alkışlara karşılık izleyicilere beyaz, ipekli eldivenlerinizi fırlatışınızı.
WAGNER’E CADDE SİZE SOKAK
Hayatınızın son 14 yılında çeşmenin arkasındaki Yeni Saray’a da yolunuz düşmüş olmalı. Gerçi sanatçı hamisi, Prusya Kralı Büyük Frederick’in kardeşi, amatör besteci Prenses Wilhelmine öleli 15 yıl olmuştu ama sizi seven aristokratlar yerindeydi. Babasının ezdiği, kocasının aldattığı Wilhelmine’nin saray tavanlarına kırık aynalarla yaptırdığı kolajlar sizin de yüreğinizi burkmuş muydu?
At kestanesi ve köknarlar sarayın arkasındaki uzun bahçeyi sonbahar renklerine boyamıştı. Evinize doğru ilerlerken, 70’inizde bu yolda yaptığınız yürüyüşleri hatırladım. Dolaşım bozukluğundan ayaklarınızın şiştiğini, kışın bile sandalet giydiğinizi okumuştum. Gerçekten hiç üşümez miydiniz?
Mason Müzesi’ni geçip komşunuz Wagner’in villasına vardığımda asık
yüzlü bir turist grubu bahçeden çıkıyordu. Bina, 2013 Wagner Yılı öncesinde restorasyona alınmış, müze kapatılmıştı. Ziyaretçiler kapının önündeki Wagner mezarında fotoğraf çekerek avunuyordu. Kızınız Cosima da Venedik’te sevgilisiyle bastığı, 70’inde kalp krizinden ölümüne sebep olduğu kocasının yanındaydı. Mermerde isimleri yoktu. Fakat ayakuçlarına gömülen köpeklerinin mezar taşında adı yazılıydı.
Evet, ölümünüzün üstünden geçen 126 yılda Bayreuth ve dünya çok değişti. Sizin şehre ulaşmanız günler sürerdi. Ben Münih’ten trenle 2,5 saatte vardım. Evinizi merkeze bağlayan caddeye Wagner’in, parkın sonundakine Cosima’nın adı verilmiş. Size ise sokak tabelası uygun görülmüş. Merkezdeki Kızıl Main Nehri kuraklıktan incecik bir dereye dönüşmüş. Bayreuth’un nüfusu 73 bin’i bulmuş. Gotik kiliseye (Stadtkirche) giderken önünden geçtiğiniz caddede artık gece boyunca İstanbul Kebap hizmet veriyor. Saat 22.00’den sonra sokaklarda in cin top oynarken, Abdülmecid’in torunları işbaşında. Onların dışında tek açık yer kumarhaneler. Sabah kebap nöbetini Adana, Akgün, Marmara devralıyor. Merkezi evinize bağlayan Maximilian Caddesi tarihi dokusunu koruyor: 65 rölyefiyle yoldan geçenleri selamlayan Altes Schloss (Eski Saray), Markgrafliches Operası, Goethe’yi ağırlayan Zur Goldenen lokantası, Thomas Mann’in kaldığı Goldener Anker oteli, zarif binalar... Etrafta gözü rahatsız eden hiçbir şey yok. Fakat neredeyse hiçbiri otantik değil! 1945’teki bombardımanda kısmen ya da tamamen yıkıldılar. Damadınızın evi, hatta mimar Gabriel Seidl’in yaptığı şapel görünümlü mezarınız bile bombalandı. Yeniden inşa edildiler. Savaşın nedenini sorarsanız: Sizin pek sevdiğiniz ırkçıların güçlenmesi, 1933’te Hitler adlı çılgını iktidara getirmesi, dünyayı kana bulaması... Laf aramızda, damadınız onların döneminde milli kahraman, Festival Operası faşist sanatın mabedi olmuştu. Şehir hâlâ lekeyi temizlemeye çalışıyor.
SORUN KADINLAR MIYDI
1872’de kızınız Cosima’yla sorunlarınızı çözmek, damadınız Wagner’in başlattığı dev opera inşaatını görmek için geldiğiniz bu şehirde günün birinde öleceğinizi, gömüleceğinizi hiç düşünmüş müydünüz Bay Liszt? Siz ki o yıllarda Weimar’da el üstünde tutuluyor, Londra’da konser veriyor, Budapeşte’de hocalık yapıyordunuz. Damadınıza kucak açan şehirden bahsederken “Bayreut’ta besteci değil, reklam malzemesiyim” diyordunuz. Wahnfried Villası’nın karşı köşesinde önce odasını, sonra tümünü kiraladığınız evi gerçekten sevmiş miydiniz, yoksa sadece Cosima’ya yakın olmak için mi seçmiştiniz?
Bu konulara hiç değinmedi rehberimiz Bayan Inge Eggers. Fakat birbirinden ilginç öyküler anlattı. 12 ulustan gazetecilerdik. Aramızda Kanada ve İngiltere’nin iki ünlü müzik eleştirmeni vardı. Müzik tarihinden anekdotlar birbirine eklendi. Kapının solundaki salonda gençlik yıllarınıza, Chopin’le dostluğunuza tanık olduk. Ardından geçtiğimiz odada Schubert’i desteklemek için yaptıklarınızı, mektuplarınızı gördük. Büyük salonun ortasına konser piyanosu yerleştirilmişti. Sizinki Budapeşte’de sergilendiği için buraya Wagner’in son piyanosu uygun görülmüştü. İşte burada rastladım gençliğinizde alınan yüz kalıbınıza. Gözleriniz kapalı, derin bir uykudaydınız sanki. Şef batonunuz, eldivenleriniz, yaşlılık sandaletleriniz de aynı vitrindeydi. Son iki oda sevgililerinize, aşk mektuplarınıza, Wagner’le dostluğunuza, neredeyse tamamen unutulmuş Beethoven’i müzik dünyasına kazandıran çabalarınıza ayrılmıştı. Rehberimiz son yıllarınızda gecede bir şişe konyağı devirdiğinizi, çevreye şimendifer gibi tütün dumanları saçtığınızı anlattı. 70’inizi aştığınızda sizi böylesine derin kedere sürükleyen hayatınızdaki dominant kadınlar mıydı gerçekten?
Çılgın damadınızın yaratıcılığını kıskanmış olamazsınız. Davetini geri çevirmemek için hasta yatağından kalkıp, temmuz sıcağında Tristan’ın Bayreuth Festivali’ndeki prömiyerine gitmiştiniz. Bedelini ciğerlerinizi üşütüp ölüm yatağına düşerek ödediniz. Siz ki egonuzu yenip Chopin, Schubert ve Beethoven’in müziğini dünyaya taşıdınız, Bonn’a Beethoven heykeli diktirdiniz...
Maestro neydi derdiniz?
Dünyanın hızla değişmesi, mertliğin, zarafetin tarihe karışması mı?
MASKTA YAŞAYAN İFADE
Son nefesinizi verdiğiniz yatağın yerinde bugün ölüm maskınız sergileniyor. Kulağınıza eğilip fısıldasam duyar mıydınız: “Müziğiniz İstanbul’da hâlâ sevgiyle dinleniyor. Beethoven senfonilerinden uyarlamalarınızı ilk kez bir Türk piyanist, İdil Biret kaydetti. Akademinizden diplomalı Zeynep Üçbaşaran eserlerinizden iki CD hazırladı. Geçen yıl 200’üncü doğum yıldönümünüzü İstanbul’da konserle kutlayan Fazıl Say gelecek yıl şehrinize Wagner Festivali için gelecek. ”
Yüzünüzdeki ifade o kadar güçlüydü ki takılıp kaldım. Alçının sıradanlaştıran beyazlığına meydan okuyordunuz.
Maskınızın başında donup kaldığımı gören rehberimiz yanıma geldi. “Ölümünden birkaç gün önce piyanoda en son kimin eserini çaldığını biliyor musunuz” diye sordu.
Bilmiyordum, öğrendim: Schubert.
Bravo maestro! Ölüm ancak bu kadar zarif karşılanabilirdi...
Kamelyalı Kadın’ın aşkıyla sarsıldı kendini İstanbul’a attı
Romanya’dan hareket eden gemi 8 Haziran 1847’de İstanbul rıhtımına yanaştığında piyanist Franz Liszt 36 yaşında, şöhretinin doruğundaydı. Acı çekiyordu, yastaydı. Paris’in elit fahişesi, yazar Alexandre Dumas’ın sevgilisi, Verdi’nin La Traviata operasına ilham veren Marie Duplesis’e aşıktı. Eşi Kontes Marie d’Agoult’u bile terk etmişti. Duplesis 23’ünde vereme yenik düştü. Liszt bu acıyı unutmak için ortadan kaybolup, dostu Donizetti Paşa’nın davetiyle İstanbul’a gelmişti. Beyoğlu’ndaki Nuruziya Sokak 19 Numara’daki enstrüman ithalatçısı Alexandre Commendinger’in evine yerleşti. İlki Çırağan Sarayı’nda Sultan Abdülmecit’e olmak üzere 10’a yakın konser verdi. Donizetti Paşa’nın Mecidiye Marşı üzerine Marş Parafraz’ı besteledi. Sultanın eczacısı Faik Paşa’nın oğlu Sudda Bey’e ders verdi. 13 Temmuz’da şehirden ayrıldı.