Güncelleme Tarihi:
İşte Erdoğan'ın Hülya Avşar ile yaptığı röportajın tam metni: (Bölüm2)
HÜLYA AVŞAR - Oğlunuz başı açık biriyle evlenmeye kalksa bunu nasıl karşılarsınız?
BAŞBAKAN - Bugün o tabi ki onun tercihi olurdu. Ama bunlar aşılmış bir şeyler yani. Artık şu an benim çocuklarım tercihlerini yapmışlar.
HÜLYA AVŞAR - Bunu size sorarlar.
BAŞBAKAN - Bu tür tercihlerin önüne geçilir mi?
HÜLYA AVŞAR - Oğlunuz evli mi?
BAŞBAKAN - Tabi tabi çocuklarımın ikisi de evli.
HÜLYA AVŞAR - Diyelim ki bekar bir oğlunuz var.
BAŞBAKAN - İşte diyorum ya hayal aleminde gezmek çok doğru olmaz. Ama zaten böyle bir şeye müdahale ettiğiniz anda aile huzurunu kaybedersiniz. Buna müdahale edilmez.
HÜLYA AVŞAR - Tamam cevabımı aldım.
BAŞBAKAN - Onun tercidir. Ona bırakacaksınız onu.
HÜLYA AVŞAR - Sizden etkilenip, tercihini sizden yana kullanıp...
BAŞBAKAN - Bu tür şeylerin içine girmek doğru değil.
HÜLYA AVŞAR - Oğlunuz bunu biliyor mu? Yani benim babam bana hiçbir şekilde..
BAŞBAKAN - Onların yetişme şekilleriyle onlar zaten aldıkları bilgiyle, ilimle o tür tercihlerini yapmışlar. Bitmiş o işler. O yüzden biten şey üzerinde benim artık her hangi bir yoruma girmem. Kanaatimin sorulmasına da gerek yok. niye? Evliliğinden zaten annesi ortada.
HÜLYA AVŞAR - Bir şey soracağım. İzin verin. Peki saçını açmaya kalkarsa? Mesela diyelim ki ben saçımı açmaya karar verdim dese gelininiz, kızar mısınız?
BAŞBAKAN - Bakın ben burada bir şey söyleyeyim. Az önce de ifade ettiğim gibi Bizler daha çok gerçekler üzerinden hareket edeceğiz. Az önce de söylediğim gibi, sizler bir yere bir insanı teşvik ederseniz onun özgürlük alanınıza girersiniz.
HÜLYA AVŞAR - Kesinlikle böyle bir şey düşünmüyorum.
BAŞBAKAN - Hayır hayır sizler için söylemiyorum. Baba olarak söylüyorum.
HÜLYA AVŞAR - Karışmam diyorsunuz.
BAŞBAKAN - Tabi. bir kere özgürlük alanınız içinde kimseyi dayatmayla bir yerlere sevketmek olmaz. İkna denilen bir olay vardır. Anlatırsınız. Ama zorlaştırmayacaksınız. Kolaylaştırarak anlatacaksınız. Bununla zaten asıl güzellik buradadır. Asıl verimli olan, asıl barış ortamı burdadır. Onun için de bizler kendi ailemizin içersinde, kendi çevremi söylemiyorum çoluk çocuğun içinde hepsinde bizim böyle bir sıkıntımız yok, rahatız. Ve parti teşkilatında aynı şekilde biz çok çok rahatız. Hiçbir sıkıntımız yok. Yalnız ben tabi kadın kolları başkanıma da söyleyeceğim. Sizleri de davet etsin. Bir programında siz de muhakkak bulunun. Bizim kadın teşkilatımızda nasıl bir Türkiye rengi oluştuğunu Ak Parti’de görmenizi isterim.
HÜLYA AVŞAR - Görüyoruz.
BAŞBAKAN - Çünkü orada başörtülü, başı açık ve bir de bizim bir güzel yanımız daha var. Şu anda Türkiye’de kadını sosyal ve siyaset yaşamında bu denli ileri süren, bu denli örgütleyebilen başka siyasi bir hareket yoktur. Ve bu hareketi de biz kurarken bu anlayışla kurduk. Çünkü ben bir profil çizmek istiyorum. Arkadaşlarla hep bunun kararını verdik. Nedir o? Bu ülkede başı açık, başörtülü serbest olacak, özgür olacak, elele bir kardeş havası içerisinde dayanışmayla yaşayacak.
HÜLYA AVŞAR - İnşallah. Hepimizin isteği o.
BAŞBAKAN - Birbirlerine karşı asla bir düşmanlığı olmamalı. Ve birbirlerine aynı ülkenin, aynı toprakların evlatları olarak, hani söylüyoruz Yunus’un diliyle “Yaratılanı, yaratandan ötürü sevmek.” Bu anlayışla sevecekler. Bizim kimseyi yargılama hakkımız yok. Sana ne ya başörtülü olana karışacaksın. Sana ne ya başı açık olana karışacaksın kardeşim. Biz insana insan olduğu için değer vereceğiz.
HÜLYA AVŞAR - Bu çok güzel. Çok hoş.
BAŞBAKAN - Saygımızı da aynı şekilde bundan dolayı duyacağız. Diğer alanlara da girmek çok yanlış olur.
HÜLYA AVŞAR - Zaten insan ortalama 80 yıl yaşıyorsa ne olacak şurada hepimiz mutlu yaşasak. Tabi ki bunu duymuş olmak sizden, çok çok hoş. Artık son sorulara doğru geliyorum.
BAŞBAKAN - Bunları tabi hep söyledim.
HÜLYA AVŞAR - Bir sanatçıya bu değeri verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Sanatçı olarak Türkiye’de ilk defa bir Başbakan, bir sanatçıyla sohbet ediyor. Aslında bu çok farklı ve önemli bir şey. Bunu şöyle bir önemi var. Daha çok yerlere ulaşacağız diye düşünüyorum. Mitinglerin ve haberci duayenlerin sizlerle yaptığı röportajların artık halka çok iyi geçmediğini düşünüyorum. Siyasetçi kişilerle de...Artık insanlar dinlemiyorlar, 15 dakika dinliyorlar bitiyor. Ama bizim sizinle birlikte sohbet ediyor olmamız insanların merakını cezbedeceği için bu detayları özellikle soruyorum. Şeyi sormak istiyorum. Sabah kalktığınızda ilk yediğiniz içtiğiniz şey nedir? İlk kahve mi içersiniz, yoksa bir gazete mi okursunuz? Nasıl bir günlük hayatınız vardır?
BAŞBAKAN - Tabi gazetelerin şöyle bir ön sayfalarını gözden geçiririm. Günün özetleri arkadaşlarım bana gönderirler. Onları gözden geçiririm. Sabahları ağılıklı bir kahvaltı yapmam. Hafif bir kahvaltım olur.
HÜLYA AVŞAR - Hafif dediğiniz reçel, yumurta?
BAŞBAKAN - Tatlıyla pek aram yok. Mümkün olduğunca, daha çok, burada yine propoganda yapacağım, hellimi severim. İki dilim hellim peynirini mutlaka yerim. İki kızarmış ekmek dilimi.Ve bu da tabi ki beyaz ekmek olmaz, bunlar kepekli olur. Bunlar tabi eşimin düzenlemeleridir.
HÜLYA AVŞAR - Yumurta?
BAŞBAKAN - Yumurta zaman zaman yerim. Eşimin kendi bir garnitürü vardır. Onu içerim. Havuç suyu.
HÜLYA AVŞAR - Bunlar yatağa mı geliyor? Yoksa masada mı?
BAŞBAKAN - Masada. Eşim çoğu zaman bu noktada benimle olamıyor. Ben çünkü alelacele çıkmak zorunda kalıyorum. Zeytini muhakkak yerim. Bunu da ihmal etmem.
HÜLYA AVŞAR - Size o zaman Ayvalık zeytini gönderelim.
BAŞBAKAN - Olabilir. Tabi bize Türkiye’nin harmanlaması yapılıyor. Bunun dışında öyle hafif olarak kahvaltıyla güne başlarım.
HÜLYA AVŞAR - Ondan sonra? Öğlen yemeği yeme fırsatı bulabiliyor musunuz?
BAŞBAKAN - Yani mümkün olduğunca üç öğünü muhakkak yerim.
HÜLYA AVŞAR - Aralarda?
BAŞBAKAN - Aralarda tek dikkat ettiğim golden elmadır. Arkadaşlar bir elma aralara muhakak yerleştirirler.
HÜLYA AVŞAR - Spor yapmaya vakit bulabiliyor musunuz?
BAŞBAKAN - Spor son bir kaç aydır doğrusu fırsat bulamıyorum. Ama ondan önce evde yürüme bandında devam ediyorum. Kiloyu mümkün olduğunca korumanın gayreti içindeyim.
HÜLYA AVŞAR - ama sizi hep bizi zayıf gördük.
BAŞBAKAN - koruyorum. Seçimden düşürdüm. Ve seçimdfen sonra da düşürdüğüm kiloda devam ediyorum.
HÜLYA AVŞAR - Kilo almaya müsait bir yapınız var.
BAŞBAKAN - Hayır hayır. Müsade etmiyorum.
HÜLYA AVŞAR - Hanımların sizi yakışıklı bulması gerçekten hoşumuza gidiyor mu?
BAŞBAKAN - O vatandaşların takdirine ait.
HÜLYA AVŞAR - Mutlaka. Ama yok sizin takdiriniz.. bir erkek olarak hoşunuza gidiyor mu? Ya da Emine Hanım sizi bu konuda kıskanıyor mu?
BAŞBAKAN - Şimdi Emine Hanım bu noktada takdirini yapmış. Ve beraberce bir dünya oluşturmuşuz.
HÜLYA AVŞAR - Hoşunuza gidiyor mu?
BAŞBAKAN - Ama şu anda da devam ediyor olsun. Ama asıl önemli olan eşimin takdiri tabi.
HÜLYA AVŞAR - Mutlaka. Ama Emine Hanım da çok hoş bir hanım. Ama kıskanıyor mudur acaba diye merak ediyorum. Bu çok kadınsı bir soruydu.
BAŞBAKAN - Bunu eşimle konuşun.
HÜLYA AVŞAR - Emine Hanım’a nasıl sorayım böyle bir şey. Kıskanıyor musunuz diye. Herhalde cevap vermezdi. Kendinizi yakışıklı buluyor musunuz?
BAŞBAKAN - Diyorum ya o vatandaşımın takdiri.
HÜLYA AVŞAR - Hayır siz kendinizi yakışıklı buluyor musunuz?
BAŞBAKAN - Ben kendi kendime böyle bir tercih yaparsam yanlış olur.
HÜLYA AVŞAR - Olmaz. Aynaya baktığınızda “hani hakikaten yakışıklıyım.” Dediğiniz olmuştur.
BAŞBAKAN - Aynalar bilmiyorum yalan söyler mi söylemez mi. ama mümkün olduğu kadar bakımlı olmaya çalışıyorum.
HÜLYA AVŞAR - Sizi sıkıştıramadım bu konuda hay allah. Bir soru var. Bu soruyu isterseniz daha hafif sorabilirim. Ya da tek kelimeyle sorabilirim. Ama gerçi bunları bana cevapladınız. Ama ben yine size sormak istiyorum. Müsade eder misiniz?
BAŞBAKAN - Buyurun.
HÜLYA AVŞAR - Sizi üzecek bir soru değil. Herkesin konuştuğu.. Şeriat gelecek mi?
BAŞBAKAN - Şimdi bakın Türkiye bir defa sistemini belirlemiştir. Ve bu sistem üzerinde birilerinin bu yapmış olduğu dedikodular bugünün dedikodusu değildir. Cumhuriyet öncesinde de, cumhuriyet sonrasında da hep bu Türkiye’de konuşulur. Siz nasıl derseniz deyin bu ifade hiç ortadan kalkmaz. Bakın rahmetli Menderes zamanında da “bu şeriatı getirecek” diyorlardı. Rahmetli Menderes, Cumhuriyet Halk Partisi’nden çıkmış bir siyasetçiydi. Aynı şey o zaman da konuşulurdu. Ondan sonraki dönemlerde de. Sayın Demirel döneminde de. Daha sonra da. Bunlar hiç gündemden düşmemiştir. Ve onun bir ikiz kardeşi vardır. İrticadır. Bu da hep konuşulmuştur. Ve bunlardan hakikaten bıkmışızdır. Şimdi biz bir defa Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olduğunu kabul etmişiz. Şeriat getirmek diye bir şey yok ki. Böyle bir hedefimiz, böyle bir anlayışımız yok ki. Bu nerden çıkıyor?
HÜLYA AVŞAR - Çok çoğaldı çünkü türbanlı kişiler.
BAŞBAKAN - Bakın başörtüsü örtmek, bunun şeriatla alakası yok. Diyor ki “Ben inancımın gereği olarak bunu yapıyorum.” diyen bir insana bu yaftayı koymak yanlış bir olaydır. Bu defa şeriatın bu tür bir tanımlamasını yapanlar ne diyor? Dedikleri tek bir şey var. Dini kurallarla bir devletin yönetilmesi. Böyle diyor en sonunda. Kardeşim ortada böyle bir iddia mı var? Böyle bir söylem mi var? Tam aksine, ne deniyor? Türkiye demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Biz de bu tercihimizi yapmışız. Tüm gücümüzle bunu devam ettiriyoruz. Şimdi bir şeyi burada açmamızı lazım. Dindar bir insan laik olur mu olmaz mı?
HÜLYA AVŞAR - Olur.
BAŞBAKAN - Şimdi bu çok önemli. Dindar bir insan laik olur. Kimse bunun önüne geçmesin.Lafa gelince bu ülkenin yüzde 99’u müslümandır. Müslümansa burada bir tercihini yapıyor. Hem ben dindarım diyor. Hem de laikim diyor. Laikim derken bir şeyi ortaya koymak lazım. Burada ben bilimsel bir açıklama yapıyorum. Bu bilimsel açıklama şudur: Ve bunu rahmetli Özal söylemiştir. Sayın Demirel söylemiştir. Diğerleri söylemiştir. Bakınız, kişi laik olmaz. Devlet laik olur. Kişi, laik devleti koruma anlamında eğer laikse, o anlamda ben laikim.
HÜLYA AVŞAR - Milliyetçilikle ilgili bir şey mi?
BAŞBAKAN - Hayır hayır. Bunlar farklı şeyler. Bakın şimdi laiklik bir din midir, değil. Laiklik bir yönetim biçimidir ve yönetim niteliğidir. Bunu anayasamıza baktığınız zaman, orada görürsünüz. Hele hele 82 anayasasının gerekçesinde bu vardır. Nedir? Bakın ne diyor? Devletin niteliği olarak veriyor. İnsanın niteliği olarak vermiyor. Anlatabiliyor muyum?
HÜLYA AVŞAR - Devlet kimden oluşur?
BAŞBAKAN - Türkiye Cumhuriyeti Devleti nedir? O değiştirilemez maddelerde sayıyor ya. Demokratiktir diyor, laiktir diyor, sosyaldir diyor, hukuk devletidir diyor. Şimdi dört tane niteliği var devletimizin. Anlatabiliyor muyum? İnsanın dini vardır. Müslümandır veya başka bir dindendir. Anlatabiliyor muyum? Ama ben bir Müslüman olarak, bir dindar olarak laikliği ne yaparım? Laikliği savunurum. Laik devleti savunurum. Şu anda da laik devletin Başbakan’ıyım ve bunu da savunuyorum, inanarak savunuyorum. Bununla ne yapıyorum? Bütün inanç gruplarına, hangi inançtan olursa olsun, laik devletin bir yöneticisi olarak eşit mesafedeyim. Ve bu anlamda dört dörtlük bir laikim.
HÜLYA AVŞAR - Peki laikliğin anlamında insanın da kendisinin laik olması gerekiyor. Yani insanlar kendileri laik olmaz, devlet olur diyorsunuz. Peki ben tek başıma laiklik açısından bir takım düşüncelere inandığım için laik oluyorum.
BAŞBAKAN - İşte onu savunduğunuz için.
HÜLYA AVŞAR - Savunduğum, inandığım için.
BAŞBAKAN - İnanıyorsunuz, savunuyorsunuz. İşte laik devletin nitelikleri neyi gerektiriyor? Bütün inanç gruplarına eşit mesafede olmayı gerektiriyor. Bunu yaptıkça siz o zaman laiksiniz. Bunu yapmıyorsanız o zaman zaten siz laik olamazsınız. Laik bir yönetici olamazsınız.
HÜLYA AVŞAR - Bunlar nedir?
BAŞBAKAN - Yöneticilik sıfatları bunlar. Laikliği şimdi ne yapamayız, dinin karşısına koyamayız. Deriz ki bu adam dindardır ama aynı zamanda da laiktir. Yani laikliği bazıları dinsizlik olarak tanımlarlar. Laiklik bir dinsizlik değildir.
HÜLYA AVŞAR - Bu sizin yönetiminizde “laik anlamda bunu yapıyoruz” diyebileceğiniz ne var?
BAŞBAKAN - Bütün okullarımız, sağlık hizmetlerimiz, a’dan z’ye bu noktadaki hepsi, bu sistem içerisinde..
HÜLYA AVŞAR - Ama orada da şey diyorlar. ‘’İmam hatip okulları çoğaldı.’’ diyorlar. Soruyorum çünkü bilsinler istiyorum.
BAŞBAKAN - Ben de çok çok mutlu oluyorum. Bakın ben de bir imam hatip mezunuyum. İmam hatip okullarının kuruluşuna baktığımız zaman ta Atatürk’e kadar gider. Şimdi imam hatip okulu yapmak ve bunların sayısını artırmak, bu ülkede laiklik karşıtı bir yapının oluşması demek değildir. Bu bir defa çok yanlış bir yaklaşımdır. Ve bu bir defa eğitim özgürlüğüne karşı bir anlayıştır. Din ve vicdan özgürlüğüne karşı bir anlayıştır. Bırakalım insanları. Yani bu ülkede illegaliteyi mi savunacağız, yani yeraltı bir yapılanmayı mı savunacağız, yoksa legal bir yapılanmayı mı savunacağız? Şimdi imam hatip okullarının çoğalmasına bakarsanız sayın Demirel zamanında artarak gelmiştir. Sayın Demirel ortada.
HÜLYA AVŞAR - Artarak devam etti yani.
BAŞBAKAN - Evet artarak gelmiştir. Mesela şimdi zaten bu dönemlerde imam hatip okulu falan pek yapıldığı yok.
HÜLYA AVŞAR - İmam Hatip’ler eskiden imamlarımız olsun diye yapılırmış. Ama şimdi imam hatiplerde tarih, sosyal, matematik her türlü ders devlet okullarında olduğu gibi işleniyor.
BAŞBAKAN - O zaman da vardı.
HÜLYA AVŞAR - Var mıymış o zaman?
BAŞBAKAN - Tabi tabi. İşte sıkıntımız burada. Şimdi bu imam hatiplere karşı olanlara oturup sorduğunuz zaman yani bu imam hatip okullarında sen fizik, coğrafya, matematik, cebirin okutulduğunuz biliyor musun? Fizik, kimya, biyoloji bunların okutulduğunu biliyor musun? Bir çoğu bilmezdi. Biz sorardık bunları. Biz bunları okuduk, işledikte. Üstelik meslek dersi denilen o diğer dini ağırlıklı dersleri okuduğumuz için, bir de bir sene fazla okurduk. Ortaokul ve lise 6 seneydi. Biz ise 7 sene okurduk. Ve bunla kalmazdık. Bizim önümüze getirdiler. Eğer normal bir üniversiteye geçmek istiyorsan gidip dışarıdan bir de lise bitireceksin diyorlardı. Okuduğumuz derslerden bir de biz tekrar imtihana girdik. Mesela ben hem imam hatip mezunuyum, hem de eyüp lisesi mezunuyum. Gittim bir de Eyüp Lisesi’ni bitirdim. Arkadaşlarımın bir çoğu çok farklı liselerden de…
HÜLYA AVŞAR - Şimdi öyle oluyor mu?
BAŞBAKAN - Şimdi buna da fırsat vermiyorlar. Daha sonra bu kalktı. İmam hatip mezunları üniversitelere girebilir duruma geldi. daha sonra onu kaldırdılar. Üniversiteyi de kaldırdılar. İmam hatip mezunu girebilecekse sadece ilahiyat’a girebiliyorlar. Başka hiçbir yere giremez. Ne olacak? İşte katsayı getirdiler. Bu katsayıda nereye girebilirlerse oraya girebilir dediler. Ve böyle bir süreç başlattılar. Şimdi o sürecin içerisinde girebilenler girebildiği yere giriyor. Olay bu, fakat bizim burada üzüldüğümüz nokta şudur: Yani dünyanın hiçbir yerinde bir insana sen imam hatip mezunusun, lise mezunusun diye sormazlar. İmtihana tabi tutar ve o imtihanı başarabilen istediği yere girer.
HÜLYA AVŞAR - Doğrusu da bu zaten.
BAŞBAKAN - Olması gereken bu. Onların ilimde aldığı yol ortada. İşte buyurun Amerika. İşte buyrun İngiltere. Buyurun avrupa ülkeleri. Hepsinin aldığı yol ortada. Bizim ise geldiğimiz yer ortada. Bırakalım bunu. Açalım önünü.
HÜLYA AVŞAR - Niye acaba, korkuyor muyuz? Niçin o zaman? Aklın yolu bir…
BAŞBAKAN - Bizim de bu noktadaki üzüntümüz burada.
HÜLYA AVŞAR - Bizi korkutan ne oldu?
BAŞBAKAN - Özgürlüklere ket vurmayı ortadan kaldırmamız lazım. Bakın özgürlüklerin hiyerarşisi olmaz. Özgürlüklerin önünü açacaksınız ki insanlar rahat olsun. Her alanda ama. Eğitimde, düşüncede, örgütlenmede, teşebbüste, girişimcilikte, hepsinde. Bütün sebebi şu: benim tesbitim. Önyargı ve vehim.
HÜLYA AVŞAR - Gerçekten önyargı mı? siz bir sözü söylerken galiba burada bir hata yaptım. Dediğiniz hiç oldu mu?
BAŞBAKAN - Benim yaşam tarzım belli. Az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi, doğum yerim, doğduğum yıldan itibaren gelişim, her şeyim ortada. Bütün bunlar ortada olduğu halde. Kalkıp bu tür vehimlerle, önyargılarla bize yaklaşanlar aslında çözülmesi gerekenler daha çok onlar. Buradaki sıkıntı biraz başka. Bakın şu çok önemli. Bir ülkede değerler hakikaten çok çok önem arz ediyor. Az önce aileyi konuştuk değil mi? Biz bu değerler sistemi içerisinde Avrupa’da gittiğinizde sizin önünüze bir şey çıkartılıyorlar. Bunlar müslümandır. Dolayısıyla müslümanlara bakışımız işte son Avrupa birliği üyesi ülkelerden bir tanesinin başındakinin dediği gibi kullandığı ifade şu: “Türkiye halkının büyük çoğunluğu müslümandır. Dolayısıyla Avrupa birliğine girmemelidir. Bu bir yaklaşım tarzı. Şimdi bu anlamda etkiledikleri yerler oldu. Aynı şeyin uzantıları ülkemizde de var.Bizim bunu kendi ülkemizde yaşamamamız gerekiyor.
HÜLYA AVŞAR - Ama burada bir şey var galiba. Bir şeyden korkuyoruz. Ya da bir yerde yanlış var. Siz hiç düşündünüz mü? Neden bundan korkuyoruz? Neden bizler diyemiyoruz ki türbanını da takar istemeyen de takmayabilir, Başbakan’ımız böyle söylediyse bir bildiği vardır. Bunun sebebi ne olabilir acaba?
BAŞBAKAN - Hülya hanım şöyle söylüyorsa Hülya hanım şunu rahatlıkla söyleyebilmeli: “Benim başörtülü arkadaşlarım da var,başı açık arkadaşlarım da var. Aramızda bir sıkıntı var mı. Yok bir sıkıntı.
HÜLYA AVŞAR - Ben onu her zaman söylerim. Yok sıkıntım.
BAŞBAKAN - Ama tabi bu sayıların artması gerekiyor. Mesela şimdi ben bir program izliyorum televizyonda. Tartışma programıydı. Orada bir genç kalktı ve aynen şu ifadeyi kullandı. Yanında da başörtülü bir kızcağız oturuyor. Dedi ki: “Ben başörtülü kızlarla aynı üniversitede okumak istemiyorum “.
HÜLYA AVŞAR - Ben de seyrettim onu.
BAŞBAKAN - Biraz sonra moderatör kalktı başörtülü kıza da sordu. O kızcağız da dedi ki…
HÜLYA AVŞAR - Çok güzel konuştu.
BAŞBAKAN - Ben dedi başı açık arkadaşlarımla da, düşüncelerimi paylaşmayanlarla da aynı okulda okuyabilirim.
HÜLYA AVŞAR - Çok güzel söyledi gerçekten.
BAŞBAKAN - Türkiye’nin olması gereken nokta burasıdır. Öbürü değildir.
HÜLYA AVŞAR - Peki biz niye korkuyoruz? Ne yaptık? Sizden dolayı bir şey mi oldu?
BAŞBAKAN - Ben de ona üzülüyorum. Şimdi ama yüzde 47 geldi ve yüzde 47’nin geldiği akşam ben bir konuşma yaptım. Ve bu konuşmada şunu söyledim. Biz AK Parti olarak ülkemizin bütününe bir hizmet götürüyoruz Hülya Hanım. Benim Kars ilimin, Hakkari ilimin, ne Şemdinli’si ne Yüksekova’sı, adsl hizmetini görmemişti, bilmiyordu. Bilişim teknolojisini sınıflarını bilmiyordu. Ama bizim iktidarımızda bunu gördü. Bakın ben bilimi konuşuyorum. Bunu biz oraya götürdük, oraya taşıdık. Biz o insanlara gidip de ne yaptık? Ne yaptık da bu insanları korkuttuk acaba?
HÜLYA AVŞAR - Evet. Acaba bir söz mü?
BAŞBAKAN - Ben soruyorum ama cevap bulamıyorum.
HÜLYA AVŞAR - Bir söz mü acaba çıktı ağzınızdan? Simge kelimesine takılıyorlar. Bu rahatsız eden bir şey miydi? Simge kelimesi biraz…
BAŞBAKAN - Simge, sembol bunlar bayat şeyler.
HÜLYA AVŞAR - Takılmamak lazım diyorsunuz.
BAŞBAKAN - Lügatı bir açarlarsa, zaten bunu çok söylüyor. Bunlar bana göre adeta inadına işlenen konular. Bunlar vakit kaybettiren şeyler. Yeni şeyler değil. Bizim asıl uğraşmamız gereken. Bakın muhassır medeniyetler seviyesi diyoruz. Biz şurada 120 bine yakın derslik açtık 5.5 yılda. Bakın biz bununla uğraşıyoruz. Ama onlar onunla uğraşıyor. Aramızdaki fark bu. Biz hastanelerimizi açalım diyoruz. Bakın ben şunu düşünüyorum. Eskiden Doğu, Güneydoğu, biliyorsunuz. Kadın hamile. Affedersin sancılar içerisinde kıvranırdı. Doğumunu yapma şekillerini biz televizyonlarda acı acı izlerdik. En ideali veya en yi fırsatı yakalayan köpeklerin çektiği bir kızak üzerinde battaniyelere sararlardı,yanında yakınları ile beraber şehre onu indirmeye çalışırlardı. Bu dönemleri yaşadık. Fakat şimdi biz bunları aşan bir iktidar olduk. Biz şu anda paletli ambulanslarla Doğuyu, Güneydoğuyu donatıyoruz.Paletli ambulanslar ta buralara kadar çıksın onları alsın getirsin. Şimdi biz daha da ileri gittik. Sağlık bakanlığı attığı yeni adımla doğumu yaklaşmış, diyelim bir haftası, on günü var. onu şehirde misafir ediyor. Doğumdan sonra da onu bir hafta orada ağırlıyor. Ondan sonra onu evine gönderiyor. Şimdi bu sisteme geçiyoruz. Bunları bugüne kadar gelen iktidarların hiçbiri yapmadı. Biz bunu konuşuyoruz, bunu düşünüyoruz, bunu yapıyoruz, onlar hala oraya takılıp orada kalmışlar. Bakın Cumhuriyet tarihinde 6800 km yol yapılmış. Biz şurada 7500 km’yi aştık. Yaptığımız yol. Duble yollar bunlar. Ve Bunlarla kazaları azaltıyoruz. Köydes projeleri. Bu ülkenin köylerine bunlar niye gidemediler? Biz bunu yapıyoruz. Bununla uğraşıyoruz. Şimdi bakın Güneydoğu Anadolu projesi, Doğu Anadolu projesi, Konya Ovası projesi, bunlarla beraber biz istiyoruz ki Doğu, Güneydoğu, Batı ile arasındaki bu dengesizliği giderelim. Belli bir dengeye bunu getirelim istiyoruz. Bu adımları atıyoruz. Ama hala onlar bunları konuşacağı yerde gidip başka şeylerle uğraşıyorlar. Başörtüye bu işi sıkıştırmak. Bunlar gündem değiştirmektir.
HÜLYA AVŞAR - Halbuki gündemi sizin değiştirdiğinizi düşünüyorlar.
BAŞBAKAN - Bu yaptıklarımı anlata anlata, halkım biliyor. Onun için halkımız yüzde 47’yi veriyor.
HÜLYA AVŞAR - Aslında bu meseleleri hükümetin çıkardığı söyleniyor. Ekonomi kötü gidiyor, orayı kapamak için bu tür şeyler ortaya atıyor deniyor halk dilinde.
BAŞBAKAN - Siyasette yönetici konumunda olanlar ne yazık ki yazılı görsel basının bir kısmıyla bunu yapmaya gayret ediyorlar. Çünkü halkım yaşıyor bu konuları. Biz eğitimde ne yaptık, sağlıkta ne yaptık, adalette, emniyette, ulaşımda, tarımda, enerjide ne yaptık?
HÜLYA AVŞAR - Onlar için de sizin halka ekmek, kömür, altın gibi şeyler dağıttığınızı, bu sebepten dolayı da halk size ister istemez oy veriyor diye konuşuyorlar.
BAŞBAKAN - Şimdi Hülya Hanım bakın bir defa kömür ve kitap bu doğrudur. Ama altın dağıttı ifadesi biraz ağır olacak ama alçaklıktır. Bir defa hiçbir siyasi parti altın dağıtarak oy toplayamaz. Buna ne ekonomik gücünüz yeter, ne de böyle bir yol.
Biz 16 milyon 500 bin oy almışız. Siz 16 milyon 500 bin oyun çeyrek altınla çarpıldığını düşünün.
HÜLYA AVŞAR -Kömür ve kitap peki? Şimdi diyecekler ki kömür ve kitap da…
BAŞBAKAN - Ona geleceğim. Ve ben bunu halkıma hakaret olarak görüyorum. Halkın oyu bir çeyrek altınla satın alınır mı ya? Yani halk buna eyvallah eder mi? sizi rezil eder, yerden yere sokar.
HÜLYA AVŞAR - Artı size peki der oyunu başka türlü de kullanabilir.
BAŞBAKAN - O da olabilir. Bunun bir defa zemini yok. Böyle bir şey olmaz. Hakarettir bu, saygısızlıktır. Bunlar az önce söylediğimin başka bir versiyonu. Bu da gündemi değiştirmek. Seçimin başarısına gölge düşürebilmek için ne diyebiliriz. Geleyim ben diğerine. Mesela ekmek dediniz. Belediyelerin hepsi, hangi partili olursa olsun, özellikle de ramazanlarda veya ramazan dışında kendi bölgelerindeki belde olabilir, ilçe olabilir, hatta il olabilir. Burada fakir fukara aileleri muhtarlarla tespit ederler, ve oralara bu yardımları götürürler. Biz ise sosyal dayanışma, yardımlaşma vakfımızla kaymakamlıklar bu tür tespitleri yapar, ve bu kaymakamlıklar bu tespitler neticesinde bunları gönderilir. Ama daha çok maaşa bağlarlar. Yoksulsa, fakirse kaymakamlıklar bunu yapar. Bizim kitap olarak yaptığımız olay şu. Bakın demokratik laik sosyal bir hukuk devletidir diyoruz. Sosyal devlet nedir? Sosyal devlet; Garip, bütün bu ailelerin yanında olabilen bir devlettir. Biz bile öğrencilik yıllarımızda, sizler de hatırlayın gerekli olan kitaplarınızı bile ne yapamazdınız, bulamazdınız. Paranız bile olsa bazen o kitabı kitapçılarda, kitap evinde bulamazdınız. Mesela bizim dönemlerde üst sınıflardaki ağabeylerimizden teksir denilen şimdi fotokopi olan teksirdi böyle sarı saman kağıtlarına arttırılarak yapılırdı bunları satın almak isterdik biz eskiden. Satmazlardı.Öğretmen ders anlatır biz not tutardık, böyle okuduk. Ama şimdi biz aynı sıkıntıyı öğrencilerimiz yaşamasın istiyoruz. Ve zengin, fakir ayrımı yapmaksızın bütün okullarımız İlköğretim ve Ortaöğretimde okullar açılırken kitapları masanın, sıranın üzerinde görüyorlar. Bunu sosyal devletin gereği olarak yapıyoruz. Geldiğimizden bu yana devamlı yaptık. Yani şimdi bizden önceki iktidarlar bunu yapmadı diye bizim bunu yapmamıza mani bir hal yok ki. Bunu sosyal devletin gereği olarak yapıyoruz. Kömür… Evet dağıtıyoruz. Yine sosyal devletin gereği olarak dağıtıyoruz. Niye? Çünkü o kış mevsiminde affedersiniz bir sobası olmayan, kömürü olmayan ne garipler var,ne fakirler var. Şimdi bunlara ulaşılmamış. Biz de diyoruz ki bizim bu kadar kömür madenlerimiz var. Bunlar çalışılmıyor. Hem bunu çalıştıralım. Bu kadar kamyonlar vs hepsi boş duruyor. Bunlara da bunu bölgelere dağıtma görevini verelim. Valiliklerimize bu talimatı verdik, kaymakamlıklara verdik. Muhtarlarla koordineli olarak bütün o fakir fukaraya bunu dağıtıyorlar. Ve üstelik de tabi bizim buradaki şeyimiz şu bütün bu çalışmalarla birlikte o ailelerde bir rahatlama ve devletine karşı da tabi ki bir güven meydana geldi.Şimdi bir şey söyleyeceğim. Mesela Güneydoğu Anadolu projesi, Doğu Anadolu projesi,Konya Ovası projesi, şimdi biz bu projeyi, diyorlar ki efendim 5 sene içinde niye yapmadı. Kardeşim 5 sene içinde bu bölgeye sadece Güneydoğu ve Doğu Anadolu’ya 8 milyar dolarlık yatırım yaptık. 79 yıllık geçmişte böyle bir yatırım yok beş yıl içinde. Olmamış böyle bir şey. İlk defa bunu yaptık. Ama biz bu arada artı acaba buraya özel sektörü sokabilir miyiz diye de teşfik kampanyaları yaptık. Bakın şimdi bu bölgede illerin hemen hemen tamamında arazi ücretsizdir, vergide muafiyet vardır, SSK primlerinde çok düşüktür, enerji yüzde 50 indirimle verilir. Niye? İstedik ki oraya yatırımlar girsin. Ama hedefleri tam yakalayabildik mi? Tam yakalayamadık. Ama yine yatırım oldu mu? Oldu. Fakat gönlümüz tabi daha fazlası olsun istiyor. İstediğimize ulaşamadığımız için dedik ki bizim bir fonumuz var, işsizlik fonu, biz bu fondan devletin nemalarını biz buraya kaydıralım. İşte şimdi GAP projesi için buraya bu yıl 2.3 katrilyon ayırdık. Bundan sonraki yıllarda her yıl 3.5 katrilyon buraya ayıracağız. Ve 5 yılda inşallah Güneydoğu Anadolu, Doğu Anadolu ve Konya Ovası projesini bitireceğiz. Bu ne getirecek? 1. fakir fukara garip guraba ayağa kalkacak, çiftçi ayağa kalkacak. Niçin? Artık ilkel sistemlerle orada çalışmayacak. Artık tamamıyla barajlar bitirilmiş olacak. Silvan, Cizre barajları bitecek. Sulama kanalları, artık öyle açık sistemle akmayacak, yer altından gelecek, çünkü buharlamayla çok suyumuz kaybediyoruz. Ve yağmurlama damlama sistemiyle toprağın tuzlanması ortadan kalkacak, çatlaması ortadan kalkacak. Ne kadar dakikada ne kadar su vermemiz gerekiyor. Bütün bunlar bilişim teknolojisiyle ayarlanarak buna göre de bu sulama yapılacak. Bu tabi oradaki belki emek, belki yoğun çalışma sistemiyle azaltacak. Ama su kullanımındaki israfı ortadan kaldıracak. Verimliliği de arttıracak. Burada diyorlar ki bunu bugüne kadar niye yapmadınız. Bugüne kadar yaptığımız eğitim sağlık ağırlıklı olarak yapıldı. Altyapı olarak bunlar yapıldı. Şimdi de bu projeye yoğunlaştık. Öz kaynağımız da hazır. Ve bu öz kaynakla da inşallah 5 senede bunu da bitireceğiz. Hedef beş sene. Ve sosyal devlet olarak gereği olarak da biz geldiğimizde yoksulluk sınırı altında olan17 milyondu şimdi 13 milyona düştü. Bu bu çalışmayla oldu.Ve bu çalışmayı bundan sonra da aynen yapacağız. Bu zaten sosyal devletin gereğidir. Onun için bu yapılmıştır. Bunun oyla moyla yakından uzaktan alakası yok.
HÜLYA AVŞAR - Tabi vermeye bilir de. Ben aldım teşekkür ederim oyumu size vereceğim dese de her an fikir değiştirebilir. Peki başbakınımız 3 çocuk dediniz. Nasıl olacak bu 3 çocuk?
BAŞBAKAN - Bende 4 çocuk var.
HÜLYA AVŞAR - Allah bağışlasın.
BAŞBAKAN - Ben evlendiğim zaman aslında bir işçiydim. İett’de çalışıyordum. Ve zengin bir ailenin çocuğu değildim. Evlendik. Ve üstelik aralıklarla değil. Çocuklarımız 1.5-2 yıl arayla oldu. Ve çalıştım. Okudum. Sadece bir şeyimiz vardı. Kira vermiyorduk. Ama iett’de çalışıyordum. İşçi kadrosundaydım. Hamdolsun. Sıkıntılarımız şüphesiz olmuştur. Ama sürekli olarak verdiğimiz hayat mücadelesinin neticesinde de belli bir yere geldik. Çocuklarımız ortaöğretimi bitirdiler bitirdikten sonra da, üniversite çağına gelince çok daha özel sektöre geçmem, özel sektörde çok daha farklı imkanlar yakalamamla çocuklarımızı yine okuttuk. Yine belli bir noktaya getirdik. Yeter ki o kararlılık sizde olsun. Şimdi, sürekli acaba diyorlar bu nasıl olacak. Şimdi bakın bizim buradaki düşüncemizin ana esprisi şu. Bir defa Türkiye’nin nüfusu genç kalsın mı kalmasın mı? Nüfus yaşlansın mı, yaşlanmasın mı? Biz diyoruz ki sorumluluk mevkiinde olan bir insan olarak Türkiye genç nüfusuyla güçlü bir Türkiye’dir. Eğer Türkiye’nin nüfusu yaşlanırsa biz şu andaki gücümüzü kaybederiz. Bakın batılı bir çok liderlerle görüşmelerim olmuştur. Hepsi de şu anda geçmişte aldıkları kararlardan pişmandırlar. Mesela benim çok iyi bir dostum olarak Schröder, bir gün bana demiştir ki: “biz geçmişte bunu yaptık, yaptık ama nüfusumuz ciddi manada yaşlandı. Belki 10 sene 20 sene sonra Almanya’ya biz dışarıdan insan ithal edeceğiz. Belki Türkiye’nin kapısını çalacağız.” Dedi. Çünkü sizin nüfusunuz genç. Biz bunun çalışmalarını yaptık. Bu araştırmaların neticesinde şu ortaya çıktı. Eğer 2 anne baba 2 çocuk sahibi olursa ancak durum korunur, mevcut durum. Bunu 3 olarak yaparsak nüfusumuzu genç olarak geleceğe taşırız. Bunu yapmazsak ve sene 2037, 2038 nüfusumuz yaşlanmaya başladı deriz. Bu hale geliriz. Bu tabi Türkiye’nin bir defa o dinamik yapısını terse çevirecektir. Biz Türkiye’nin dinamik yapısının terse dönmesini istemiyoruz.
HÜLYA AVŞAR - Herkesin sorusunun altında şu yatıyor: nasıl besleyeceğiz bu çocukları?
BAŞBAKAN - Bu yönetimlerin sorunları. Biz ekonomik olarak güçlü bir Türkiye olduğumuz zaman, tabi ki göreve geldiğimizde Türkiye’de kişi başına milli gelir neydi? 3300 dolardı. Ama şu anda, 2007 sonu rakamını veriyorum. 9330 dolar. Bakın buradan buraya geldik. Biz göreve geldik biliyorsunuz milli gelirimiz gayri safi milli hasıla 230 milyar dolardı. Ama biz bunun üzerine şu 5 senede 429 milyar dolar ilave ettik. Gayri safi milli hasılamız 659 milyar dolar, buraya geldik. Zenginleştikçe bunun halkımıza yansıması ne yapacaktır? Rahatlayacaktır. Halkımızı da rahatlatacaktır.
HÜLYA AVŞAR - Birebir mi olur bilmiyorum. Belki üçüncü çocuğunu yapana teşvik primi gibi bir şey mi hani...
BAŞBAKAN - Ona benzer şeyler oluyor zaten. Şimdi bütün eğitim, sağlık hizmetlerinde, biz şunu yapıyoruz, açık söyleyeyim, yoksul bir aileyse, yoksul ailelere ilköğretimde erkek çocuğuna 20 YTL veriyoruz. Kız çocuğuna 25 YTL veriyoruz. Ortaöğretimde erkek çocuğuna 35 YTL, kız çocuğuna 45 YTL veriyoruz.
HÜLYA AVŞAR - Niye öyle erkeklere az, kızlara çok?
BAŞBAKAN - Pozitif ayrımcılık yapıyoruz. Parayı kime veriyoruz biliyor musunuz? Babaya değil anneye veriyoruz. Çünkü babaya versek duman olup gidecek. Anneye veriyoruz ki yerini bulsun. Bunun adımlarını atıyoruz. Kaç çocuğu olursa olsun, bu para annenin banka hesabına yatıyor.
HÜLYA AVŞAR - Üçüncü çocuktan sonra mı oluyor?
BAŞBAKAN - Hayır hayır. İlk çocuğundan itibaren, yoksulsa yoksul aileleri söylüyorum, varlıklı aileleri değil.
HÜLYA AVŞAR - Sizin söyleminizden sonra 3 tane çocuk yapacağım diyenler?
BAŞBAKAN - Tabi bunların hepsi bir yerde de istemekle olmuyor mağlum. Hülya Hanım’ın mesela şu anda 1 tane çocuğu var. Katma değer… gerçi vergide iyisiniz, fena değilsiniz de. Tabi bütün mesele toplumda güçlü aileye sahip olabilmek, güçlü ailelerle güçlü bir Türk milletini inşa edebilmek, kurabilmek.
HÜLYA AVŞAR - Tabi çok güzel söylüyorsunuz. 3 çocuk bence de olsun.
BAŞBAKAN - Ne yazık ki bu güçlü gördüğümüz parası olan ailelerde bu işe yanaşmıyor. Tek çocuk yapıyor. Sen yap kardeşim. Bahaneler filan geçerli değil.
HÜLYA AVŞAR - Gücü olanlar yapsın daha mantıklı.
BAŞBAKAN - Onlar yapıyor mu?
HÜLYA AVŞAR - Niye acaba yapmıyorlar ben de onu merak ediyorum.
BAŞBAKAN - Bunu bir sorarsanız cevabını onlardan bulacaksınız.
HÜLYA AVŞAR - Sizi çok yorduk gerçekten. Ama ben sizden bir fıkra dinlemeden ya da bir şiir okumadan katiyen bu programı bitirmem. Yoksa otururuz akşama kadar. Tabi siz Karadenizli olduğunuz için herhalde bir Karadeniz fıkrası mı anlatırsınız. Anlatır mısınız günlük hayatta böyle arkadaşlarınızla sohbet eder misiniz, fıkra anlatır mısınız?
BAŞBAKAN - Bizim özellikle bayındırlık ve iskan bakanımız Faruk Bey’in fıkra hazinesi çok zengindir. Buralardan esinlendiğimiz bazı şeyler oluyor. Şimdi Temel’le Dursun, idama mahkum olmuşlar. Şimdi tabi gelmiş artık son sözleri soruluyor. Son isteğin nedir, son sözün nedir filan diye.Sorulunca Dursun demiş ki son isteğim bir anamı göreyim demiş. Ondan sonra dönmüşler tabi Dursun’un son arzusu bu, Temel’e de sormuşlar. Temel’in arzusu çok enterasandır. Dursun anasını görmesin demiş.
HÜLYA AVŞAR - Harika. Karadenizliler için çıkan bu esprili bu 12’den sonra çalışır çalışmaz… gülüyorsunuz değil mi?
BAŞBAKAN - Siyasette böyle benzer şeyler var. Kafayı takanlar falan. Yani onun bakıyorsunuz ızdırabında kendi neşesini bulanlar olabiliyor.
HÜLYA AVŞAR - Bunda da siyasete düşürdünüz ya. Gerçekten söyleyecek bir şey bulamıyorum. Sizi böyle gülerken görmek hoşuma gitti.
BAŞBAKAN - Çok teşekkür ederim.
HÜLYA AVŞAR - Bir de şiir istesem bana kızar mısınız?
BAŞBAKAN - Onu bir başka programda.
HÜLYA AVŞAR - Yaaa... Hay allah. Bir kublecik şöyle güzel bir şiir.
BAŞBAKAN - Onu artık bir başkasında yapalım artık.
HÜLYA AVŞAR - Başkasında mı? kibarlığınızdan..
BAŞBAKAN - Tabi. Ben her zaman şeyi söylüyorum. Burada onu tekrar ederim fırsattır. Eğitime yönelik şöyle bir şey olmasında da fayda var. Bunu her yerde de söylüyorum. O da İstiklal şairimiz Akif’e bir gün komşusu çocuğunu gönderiyor, git diyor Akif amcan sana bir nasihatta bulunsun diyor. Gidiyor Akif amca babam gönderdi bana bir nasihatınız ne olabilir diyor. O da bir kuble olarak şunu söylüyor: “İhtiyar amcanı dinler misin oğlum Nevruz, ne çok söyle ne büyük söyle. Yiğit işte gerek. Lafı bol karnı geniş soyları taklit etme. Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol ırkına çek...” demiş.
HÜLYA AVŞAR - Bunu şiir yerine alıyoruz o zaman.
BAŞBAKAN - Dörtlük işte.
HÜLYA AVŞAR - Çok güzeldi.
BAŞBAKAN - Zaten Safahat’ta da bir dörtlük olarak var.
HÜLYA AVŞAR - Çok çok teşekkür ederim. Hep böyle gülün inşallah…