Güncelleme Tarihi:
Â
Başbakan Erdoğan ne kadar romantik, ailesine nasıl zaman ayırıyor?
Başbakan çocuklarının özel hayatlarını paylaşıyor mu?
Erdoğan'ın burcu ne? Başbakan olmasaydı en çok hangi işi yapmak isterdi?
Hülya Avşarı'ın sorularını uzun uzun yanıtlayan Erdoğan'ı en çok hangi soru şaşırttı?
İşte o ropörtaj:
İşte Erdoğan'ın Hülya Avşar ile yaptığı röportajın tam metni:
HÜLYA AVŞAR - O zamanlarla, bu zamanları kıyaslarsam, saçınız biraz daha mı beyazladı. Çok mu yorduk biz sizi?
BAÅžBAKAN - KoÅŸan, dertli olan, düşünen ya saçlarından dökülerek bir ÅŸeyleri kaybeder veyahut saçlarının aklaÅŸtığını zaman geçtikçe hisseder.Â
HÜLYA AVŞAR - Gerçekten çok yoruluyor musunuz, yoksa etrafınızdaki kişiler sizin yükünüzü üzerinizden yüzde 70 oranında alabiliyorlar mı? Sırf karar vermek değil de, her şeyi detaylı düşünüyor musunuz?
BAŞBAKAN - Şimdi tabi bunun oranını belirlemek kolay değil. Ama ben hizmet etmeyi bir güç kaynağı olarak görüyorum. O benim için ayrı bir güç kaynağı. Tabi ki bu gücü oluştururken yanınızdaki mesai arkadaşlarınızın size olan katkıları çok çok önemli. En azından onlar size moral depoluyor. Onlar size birikimleriyle katkıda bulunuyor. Gördükleri eksikleri size hatırlatmak suretiyle, sizin bu eksiğinizi gidermenize yardımcı oluyorlar. Tabi bunu dışardan bakanlar belki hissedemeyebilir. Ama bunu biz hissederek, bunu düzeltmek suretiyle de geleceğe çok daha da emin adımlarla, çok daha kararlı bir şekilde yürüme fırsatını buluyoruz. Bu bakımdan yorulmak nedir, ben yorulmak nedir şu ana kadar bilmedim. Çünkü siyasetteki ömrüm kısa değil. 18 yaşından itibaren gençlik kollarından, bugüne siyasetten adeta hiç ayrılmaksızın iç içe oldum ve böyle geldim. Ve halkımın teveccühü her zaman güç kaynağımız oldu, onlarla beraber olmak her zaman güç kaynağımız oldu. Şu anda da o güç kaynağıyla geleceğe çok daha kararlı bir şekilde yürüyoruz.
HÜLYA AVŞAR - Peki, tabi ki detaylı düşündüğümüzde yorulduğunuz gerçek. En çok Türkiye'nin hangi sorunlarıyla bizzat ilgileniyorsunuz? Çünkü, bir sıralama vardır tahmin ediyorum. Bunlar hangileridir, en önemli olan...
BAÅžBAKAN – Åžimdi bunu özellikle bu yeni dönemde ben 4 tane temel taÅŸ üzerinde Türkiye'yi yükselteceÄŸiz dedim. Birincisi eÄŸitim, ikincisi saÄŸlık, üçüncüsü adalet, dördüncüsü emniyet. Bu dört temel taÅŸ üzerinde yükselen bir Türkiye. Tabi bunun üzerinde neler olacak, bu çok önemli. Bunun üzerinde enerji, bunun üzerinde tarım, bunun üzerinde sosyal bir devlet ilkesi olmanın getirdiÄŸi toplu konut, bunun üzerinde dış politikada ÅŸahsiyetli ve onurlu bir duruÅŸ sergileme süreci. Bunun üzerinde ulaşım, Türkiye'nin en önemli sorunlarından bir tanesiydi. Bunları yükseltme kararlılığını verdik. Tabi hepsinden öte, insanımızın yaÅŸam standartını bütün bunları saÄŸlamak suretiyle, ben bu ülkenin evladı olarak, artık onurluyum, gururluyum diyebilme felsefesine, çünkü insana endeksli bir siyaseti hedefledik ve bu ÅŸekilde geleceÄŸe ayrımcılığı da bir tarafa koymak suretiyle yürüdük.Â
HÃœLYA AVÅžAR - Bu ülkenin vatandaşıyım diye gururla yaşıyor olmamızın sebeplerinden bir tanesi en baÅŸta saÄŸlığımız. Görüyorum tabi ki saÄŸlık açısından vatandaÅŸlarınıza her türlü kolaylığı tanıdınız, bunun farkındayız.Â
BAŞBAKAN – Şimdi benim alanım ekonomi ve yönetim. Bizim özellikle 3 konuyu koordine etme işlemini devlet üstlensin dedik. Devlet hastaneleri, SSK hastaneleri, Vakıf hastaneleri yani özel hastaneler. Şimdi biz hastanelere yatırım yapıyor muyuz, yapıyoruz. Dedik ki, mevcut hastaneler var. Nedir bu özel sektörün hastaneleri var. Kaldı ki özel sektör ben daha da yatırım yaparım diyor. Benim şu anda mali kaynaklarım azsa, ben özel sektörün bu alana girmesini teşvik edeyim. Özel sektör bu alanın içerisine girsin, ben ondan hizmet alayım. Dolayısıyla hem yatırımdan kurtulmuş olayım. Ben ondan sadece hasta başına belirleyelim, yalnız burada suistimal olmasın. Suistimal olmadığı takdirde, siz buradan ciddi bir rant elde edersiniz. Nedir bu rant? Düşünelim, bir hastaneye yatırım yapacaksınız. Bu hastanede istihdam, bu hastanede bütün cari harcamalar, bütün bunların bedelini şöyle bir tarafa koyduğunuz zaman, bunların sadece yıllık faiz hesaplarını yapsanız özel sektörle olan bu işletme mantığı içerisinde bunun çok daha ülke için yararlı olduğunu göreceksiniz.
HÜLYA AVŞAR - Buna bir zaman mı gerekiyor.
BAÅžBAKAN - Hayır bu zaman içerisinde oturacaktır bu sistem.Â
HÜLYA AVŞAR - Bu zaman dediğiniz... Biraz aceleci bir milletiz biz çünkü. Hep zaman zaman kelimesi...
BAŞBAKAN – Onun için de biz tabi olayı ister istemez çok daha sıkı tutuyoruz. Mesela şimdi, yaptığımız düzenlemelerde diyoruz ki, bir fiyat belirledik. Şimdi özel hastanelerle, devlet hastaneleri anlaşıyor. Çalışma Bakanlığı, bu anlaşmayı yaptıktan sonra, diyor ki size bu bedelin üzerinde biz yüzde otuza kadar fark veririz. Daha fazla vermeyiz. Şimdi burada biz tercih hakkını kime bırakıyoruz, vatandaşımıza bırakıyoruz. Şimdi burada tabi bazı yanlışlar duyuyoruz biz. Nedir, bazı yerlerde bıçak parası adı altında paralar alınıyor. Vatandaşlara düşmüş, bakıyorsunuz onlardan daha fazla paralar alınıyor ama, benden bu para alındı diyemiyor. İşte bir özel hastanede yattım, deme uğruna bunu veriyor. Biz burada da işte diyoruz ki, burada bakanlığımıza gerekli olan duyurular yapılırsa, biz gerekirse bu hastanelerle bütün anlaşmalarımızı iptal ederiz. Çünkü böyle bir şeye dayanmamız mümkün değil.
HÜLYA AVŞAR - Bunu çok iyi denetleyebiliyorlar mı acaba?
BAÅžBAKAN - Tabi iÅŸte az önce ifade ettiÄŸiniz o denetim mekanizması her geçen gün artacak. O daha da güçlenecek. Ve bu noktada biz de eksiklerimize bakıyoruz, çünkü bir sistemi oturtuyorsunuz, kolay deÄŸil. Bir evden bir eve taşındığınız zaman bile yerleÅŸene kadar, bir çok oradaki eÅŸyalarınızı bulmakta zorlanıyorsunuz. Burada sistem deÄŸiÅŸtiriyorsunuz. Bu sistemi deÄŸiÅŸtirirken, tabi ki bazı aksamalar olacak ama, bu aksamaların ben çok uzun süreceÄŸine inanmıyorum. Çünkü arkadaÅŸlarımız ciddi bir tecrübe sahibi oldular. Halkımızın bilinçlenmesi lazım. Halkımız bu arada bilinçleniyor. Ve bir rekabet baÅŸladı. Bu rekabet nedir, saÄŸlık kurumlarımızın arasında daha iyi hizmet verebilme anlayışı yerleÅŸmeye baÅŸladı. Çünkü iyi hizmet vermeyene benim vatandaşım bundan sonra gitmez. Bu hastanenin iyi bakımı vardır der, oraya gider. Devlet hastanelerinde, üniversitelerimizde, vakıf hastanelerinde bütün bunlar oturduÄŸu anda inanıyorum ki, benim vatandaşım iÅŸte ah demeyecek. Diyecek ki ben hamdolsun Türkiye vatandaşıyım ve benim artık ülkemde saÄŸlıkta bir sıkıntım kalmadı. Çünkü hatırlayın şöyle bir beÅŸ sene öncesini. KoÄŸuÅŸ tipi hastaneler, orada sekiz kiÅŸi, on kiÅŸi yatıyor. Koskoca koridorda bir tane tuvalet bulursunuz, banyo bulursunuz. SaÄŸlam girin, hasta çıkarsınız. Böyle bir dönemdi ama, ÅŸimdi bizim artık bir yataklı, iki yataklı odalarımız, her odada tuvaleti banyosu mevcut ve çok daha sıkı bir denetim. Bizzat ben gittiÄŸim illerde bu tür hastanelerimizi denetliyorum. Tabi yeni yapılanlarda, eskilerde bu mümkün deÄŸil. Eskilerden de ÅŸimdi yavaÅŸ yavaÅŸ yıkıma baÅŸladık. Yenisini yapıp, eskisini yıkıyoruz. EÄŸer ihtiyaç daha fazlaysa, onun yerine de gerekirse yeni bir hastane yapıyoruz. Ama, Türkiye genelinde bunu yaygınlaÅŸtırmak suretiyle, artık vatandaÅŸlarımızın fevkalade bir hal olmadıktan sonra bir ilden, diyelim sizin memketiniz Kars'tan çıkıp da, benim vatandaşım Erzurum'a gitmesin veya Ankara'ya gelmesin. Benim Kars'lı vatandaşım, Kars'ta ÅŸifasını bulabilsin.Â
HÜLYA AVŞAR - 18 yaşında politikaya girmeye karar verdim dediniz ve ondan sonra özel bir şirkette çalıştınız. Akabinde de politikanın içerisinde yer aldınız. Özel şirkette çalışırken, bir gün bu ülkede başbakan olabileceğinizi hedeflemiş miydiniz? Yoksa hayır ben politikanın içinde herhangi bir yerde ama, yeter ki politikada olayım diye mi düşünüyordunuz...
BAÅžBAKAN - Devlette de çalıştım bu arada.... Åžimdi siyasette önünüz mesafe aldıkça açılıyor. Ama ben siyasette ÅŸu yönümü önce ifade edeyim. Mesela gençlik kollarında çalıştım, hep baÅŸkan oldum.Â
HÜLYA AVŞAR - Liderlik yönüm kuvvetli diyorsunuz?
Başbakan – İlçe başkanlıklarında hep ilçe başkanı oldum. İl başkanlıklarında, hep il başkanı oldum. Ve o dönemlerde bir de ayrıca merkez karar ve yönetim kurulu üyeliklerinde de bulundum. Fakat bir şeyi çok farklı yaptım. Bu işi inanarak, severek yaptım. Burada bizde bir anlayış oluşmuştu. O da şu: Siyasette siz talep eden olmamalısınız, isteyen olmalısınız. İsteyen oldukça, talep eden oldukça siz zayıf kalırsınız. Ama istenen olursanız, talep edilen olursanız o zaman güçlü olursunuz.
HÃœLYA AVÅžAR - Talep edildiniz, istendiniz?
BAŞBAKAN – Talep edildim.
HÜLYA AVŞAR - Peki çok özür diliyorum. Kasımpaşa'da büyüdünüz. Orada tabi ki mahallede top da oynadınız, herkes gibi.
BAŞBAKAN – 15 yaşından itibaren.
HÜLYA AVŞAR - Evet yani, bildiğimiz bir çocukluk yaşadınız tabi ki. Nereden aklınıza esti politika. Niçin politikaya girmek istediniz? Durup dururken, doktor değil, avukat değil de...
BAŞBAKAN – Ben şimdi ortaöğretim çağlarında bir defa benim o zaman sivil toplum örgütleri içerisinde aktivitelere katılıyordum. Okulda iyi şiir okuduğum söylenirdi. Münazaralar olurdu liseler arasında, o münazaralarda okulun münazara ekibindeydim. Bunlar da biraz bizim sivrilmemize vesile olmuştu. Okulun bütün sportif aktivitelerinde, atletizmde, voleybolunda, futbolunda okul takımının liseler arasında vardım, oynuyordum. Yani bu yönümle zaten, sosyol bir insan durumundaydım. Ve okulu bitirdiğimde de hedefim Siyasal Bilgiler'e girebilmekti. Yani oradan bir siyasete yönelimim vardı. Ben o zaman Siyasal Bilgiler'e puan tutturamadım. İktisadi Ticari İlimlere tutturdum ve bu sefer fiili olarak siyaseti yapma fırsatını yakaladım. Siyasal Bilgiler'e giremedim ama, talep de gelince o zaman ben bunu fiili olarak yapabilirim dedim ve siyasetin içine girdim.
HÜLYA AVŞAR - Bunu biliyorlardı ki herhalde böyle bir şey istediğinizi ki talep geldi.
BAŞBAKAN – Ben sivil toplum örgütlerindeydim o zaman.
HÜLYA AVŞAR - Sivil toplum örgütleri dolasıyla geldiniz.
BAŞBAKAN – Tabi tabi onların içerisinde zaten çalışıyordum.
HÃœLYA AVÅžAR - Burcunuz nedir?
BAŞBAKAN – Söyliyeyim mi?
HÜLYA AVŞAR - Takım sormuyorum, burç soruyorum. Hangi takımdansınız diye sormuyorum.
BAÅžBAKAN – Balık...Â
HÜLYA AVŞAR - Balık? Şimdi içimden de geçti aslında, hani şiir okuma isteği... Aslında yan yana gelen bir şeyler var. Kasımpaşa denince, biz Kasımpaşa hani böyle sürekli boğuşan, top oynayan, gerçekten sert mizaçlı insanlara orada büyürler gibi.. Hani öyle bir imaj var. Fakat sayenizde Kasımpaşa'nın imajı o anlamda değil artık. Şimdi Kasımpaşa'da büyüyüp, şiir okuyan ve bir erkek. Genelde bayanlar daha çok şiir okurlar. Tabi ki erkekler de şiir okur ama, bir erkek... Kasımpaşa.. Top oynayan bir erkek. Ve sivil toplum örgütlerinde yer alan bir erkek. Çok romantik misiniz? Yani gerçekten içinizde bir romantizm var mıdır? Ya da romantik anlamda en hoşunuza giden nedir? Mesela, gül vermek midir, güneşin batışını seyretmek midir, nedir sizi bu kadar keyiflendiren, romantik yönünüzle...
BAÅžBAKAN – Şüphesiz ki, güneÅŸin batışını seyretmek, bunlar özellikle hele hele bizler için çok çok önemli. Çünkü onlar hep anlam yüklü.Â
HÜLYA AVŞAR - Orada bir anlam var yani. Siyasi anlam mı var orada?
BAÅžBAKAN – Batışı, doÄŸuÅŸu bizler için çok çok önemli. Onun felsefesini okuyabilmek çok çok önemli.Â
HÜLYA AVŞAR - Ondan sıyrılarak...
BAÅžBAKAN – Åžimdi öbür yanda yani gül vermek, karanfil dağıtmak. Hele hele çocuklarla ilgili olduÄŸu zaman çocuklara yönelik olarak, onları sevindirebilmek benim adeta aÅŸkımdır.Â
HÃœLYA AVÅžAR - EÅŸinize mesela...
BAŞBAKAN – Eşimle olan tabi... O benim için ayrı bir noktada.
HÜLYA AVŞAR - Gül vermek... Bir hanıma gül vermek anlamında. Çocuklara olan düşkünlüğünüzü biliyoruz zaten...
BAÅžBAKAN – Onlara bir çiçek demetini sunmak, onlar bizim için çok çok önemli. Kaldı ki, yapıda olduÄŸu gibi bir de bunun yanında özellik bir siyasetçinin zaten olması gereken en önemli anlayış farklılığı burada yatıyor.Â
HÜLYA AVŞAR - Bunu hanımlar açısından soruyorum özellikle.
BAŞBAKAN – Bu çok çok önemli. Ve şu ana kadar bunu öyle zannediyorum ki başarıyla götürdük ki, aldığımız oylarla da bunu zaten gösteriyoruz.
HÜLYA AVŞAR - Gösteriyorsunuz... Eşinizle olan, ailenizle olan ilişkiniz, başbakan olduktan sonra ne kadar dağıldı? Başbakan olduktan sonra torununuzla olmak, ya da çocuklarınızla sohbet edebilmek. Bu sizi biraz yaraladı mı? Nasıl zaman buluyorsunuz, çok merak ediyorum...
BAÅžBAKAN – Åžimdi talihsizliÄŸim demeyeceÄŸim, en önemli talihim ÅŸu. Bir evlenirken eÅŸimle bunları hep konuÅŸmuÅŸ olmamız ve kendisinin de bunu seviyor olması. Bunlar bizim için artı deÄŸerlerdi, kolay olanlardı. Dolayısıyla ben eÅŸimden bu anlamda en ufak bir olumsuz yaklaşım görmedim. GörmediÄŸim gibi, tam aksine hep destek gördüm. Kaldı ki, zaten benimle bu yolda beraber yürüdü.Â
HÜLYA AVŞAR - Zaman ayırmak açısından görüşebiliyor musunuz?
BAŞBAKAN – Ona geleceğim ama şunu bildi. Öyle benim günlerim olmuştur ki, ben öyle altıda, yedide, sekizde akşam evde döneyim, böyle bir şey mümkün değil. Bizim eve dönüşümüz geceleri hep oniki, bir iki... Ama eşim benim şunu bilir. Benim beyim muhakkak bir yerde bir toplantıdadır.
HÜLYA AVŞAR - Başka bir şey düşünemez zaten?
Başbakan – Bazı insanlar gider, lüzumsuz yerlerde vaktini geçirebilir. Benim hayatımda bu yok. Çünkü biz politikayı, masa başı politika olarak yapmadık. Veya sadece ne bileyim, yazılı görsel medyayı sadece kullanarak bu işi yürütün, böyle yapmadık. İlk politikaya başladığımız yıllarda adeta birebir politika yaptık. Biz sokak sokak, mahalle mahalle dolaşarak politika yaptık. Böyle anlattık. Mesela, 89 yılında benim Beyoğlu Belediye Başkan adaylığımda, bu dönemler hep böyle gelişmiştir. Biz kolayı seçmedik, zoru seçtik. Ve eşim o da benimle beraber aynı bu şekilde bu işi yaptı. Yani ben resmen siyasetin içindeydim ama, eşim de fiilen siyasetin içindeydi. Fakat çocuklarım tabi bizden bu noktada bizden gerekli olan doğrusu ilgiyi göremediler. Ama biz bu ilgimizi onlara kendimiz yaşayamadığımız eğitim, öğretimde onlara yaşatmanın kararlılığı içinde olduk. Dedik bizim alamadığımız eğitimi ve öğretimi hiç olmazsa çocuklarımız alsın...
HÜLYA AVŞAR - Ama burada sevgi çok önemli.. Yani çocuklarınıza onları sevdiğinizi söylüyor musunuz?
BAÅžBAKAN – Onu söylemez olur musunuz? Onlarla en azından hafta sonunda o zamanlar tabi, ÅŸimdi bizim çocuklar öyle bir süreç yaÅŸadılar ki, diyelim ki lise sona kadar burada okudular. Ondan sonra, tabi Türkiye'de mesela kızlarım Ä°mam Hatip Okulu mezunu oldukları için burada okuma ÅŸansını bulamadılar. Burada bulamadıkları için biz tabi yavrularımızı yurt dışına gönderdik. Ondan sonra da tabi orada kaldılar, sadece tatillerde geldikleri zaman görüştük. Aynı ÅŸekilde, çocuklarım da katsayında maduriyete uÄŸradılar. Onlar da yurt dışında okudular. Ve ÅŸimdi hala okumaya devam ediyorlar. Ve ÅŸimdi küçük kızım master ını yapıyor, yurt dışında. Büyük kızım, doÄŸumunu yaptı, ÅŸimdi doktarası sebebiyle ama, buradan doktorasını yürütecek. O böyle onunla ÅŸimdi iyi görüşüyoruz. O, torunum hep beraberiz. Bir numaralı oÄŸlum, o tamam artık burada. Ä°ki numaralı oÄŸlum, o ise ÅŸimdi doktorasını yapıyor, yalnız tatil için geldi. Dolasıyla eÄŸitim öğretim devem ettiÄŸi için ancak tatillerde görüşüyoruz.Â
HÜLYA AVŞAR - Günlük hayatta telefonla konuşma olanağınız var mı?
BAÅžBAKAN – Tabi o kesinlikle var. Onunla, baba, anne o hasretimizi sürekli gideriyoruz.Â
HÜLYA AVŞAR - Aynı zamanda bir babasınız.
BAŞBAKAN – Babalığı unutamazsınız. Bakın babalığın hakkını veremeyen milletle bütünleşemez. Anneliğin hakkını veremeyen milletle bütünleşemez. Önce bir aileyi kendi içinizde kurabiliyorsanız, milleti güçlü kılabilirsiniz. Eğer kendi içinizde bunu kuramıyorsanız, milleti güçlü kılamazsınız. Çünkü millet aslında en büyük ailedir.
HÜLYA AVŞAR - Tabi ki... Kızlarınız sizinle özel konularını paylaşabiliyorlar mı? Babacım, derste böyle bir problem yaşadım. Bir arkadaşım bana bunu söyledi. Ya da hocam bana böyle söyledi, yada bir yere gitmek istiyorum gibi problemlerini anne ile mi paylaşıyorlar, yoksa direkt size gelip de...
BAŞBAKAN – Ağırlıkla anne ile ama, zaman zaman benimle de paylaşırlar. Özellikle mesela farklı bir ülkeye gidecekse, beni muhakkak haberdar eder. Baba böyle böyle, ben filanca filanca arkadaşımla, filanca ülkeye gidebilir miyim? Tabi bir şeyi bir kenara koyamayız. Ayrı oluş sebebiyle içimizde o hasret, o özlem vardır.
HÜLYA AVŞAR - Şimda artık büyümüşler. Allah hepsinin yolunu açık etsin. Başbakan olmasaydınız hangi mesleği tercih ederdiniz?
BAŞBAKAN – Şimdi tabi onu düşünmem artık mümkün değil. Artık Başbakan olduk, başbakanlığın hakkını veriyoruz. Belediye başkanlığı yaşadık, ekonomik alanda mesafe aldım. Dolayısıyla artık siyasetin içinde de bu iş geliştiğine göre, İstanbul'da Büyükşehir Belediye Başkanlığını yaptım, İstanbul gibi bir şehirde bunu yaptım. Ve o dönemin bütün kamouyu araştırmalarına bakıldığı zaman, belediye başkanlığı dönemimin İstanbul'da başarılı olduğunu herkes teyit ediyor. Zaten o bizim için siyasette çok önemli bir sıçrama tahtası oldu ve siyasette de şu anda ilk dönemde 16 ayda iktidara gelen bir parti olduk. Ve 16 ayda iktidara gelen bir parti olarak 34.4 oyla parlamentonun yüzde 65 milletvekilini almak suretiyle iktidar partisi olduk ve ardından kısa bir süre sonra da yerel seçimler oldu ve orada da yüzde 42 oy aldık. Bu tırmanma halk nezdinde bir şeyi gösteriyor. Demek ki bir memnuniyet var. Daha sonra 22 Temmuz, 22 Temmuz'da yüzde 47'le yükseliş devam ediyor. Halkın merkezi seçimde de yine AK Partiye itibarı, itimadı bir gerçeği ortaya koyuyor. Bizim bundan sonraki sürece yönelik olarak, şahsımla alakalı bir konuda bütün bu edindiğim tecrübeleri milletime bir defa başbakan olarak sürdürmek. Tabi ki buralar bizim için kalıcı noktalar değil. Halkım bize bu görevi verdiği sürece biz buradayız. Halkım bizi buradan emekli ettikten sonra...
HÜLYA AVŞAR - Ama artık halkta değil galiba top...
BAŞBAKAN – Şimdi tabi ben topun her zaman halkla olduğuna inanan birisiyim. Siyasette topu kimse halkın elinden alamaz. Her zaman için oradadır o. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyerek yola çıktık. Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün en zor anlarında bile gelip dayandığı kapı, Türkiye Büyük Millet Meclisi olmuştur. Oradan çıkarmıştır kararı. Ve burada da halkın verdiği yetkiyi ancak halk alır. Halktan başkası alamaz.
HÜLYA AVŞAR - Kapatılma konularına geldiğimiz zaman halkın yapabileceği birşey...
BAŞBAKAN – Bunların hepsi ayrı ayrı konular ama. Ben bunu biliyorsunuz çok farklı yaşayan insanım. Biliyorsunuz, şiir okudum, ki bu şiir Talim Terbiye Kurulu'nun Milli Eğitim Bakanlığı'nın tavsiye ettiği kitaplarda olan bir şiirdi. Bununla hakkımda çıkarılan suçlama belliydi. İçeri girdim, çıktım ve gazetelerin o zaman attığı başlık. Muhtar bile olamaz demişlerdi. Ama biz kararlı bir şekilde yolumuza devam ettik. Muhtar bile olamaz dedikleri insan, geldi bu ülkede başbakan oldu. Şu anda ben başbakan olarak hizmetimi sürdürüyorum. Benim yolum hizmet yolu. Size değişik şeyler yapabilirler, ama benim abdestimden şüphem yok ki, namazımdan şüphem olsun. Ben bu noktada kendime ve arkadaşlarıma inanıyorum ve güveniyorum. Hatalar olur, yanlışlar olur ayrı mesele. Ama bizi yapmadığımızla bu nokta değerlendirmek, çok yanlış olur. Onun asıl değerlendirmesini kim yapar, halk yapar.
HÃœLYA AVÅžAR - Evet ama sonra devreye girer diyorsunuz...
BAÅžBAKAN – Şüphesiz. Er veya geç döner gelir, gene hak yerini bulur.Â
HÃœLYA AVÅžAR - Sorunun asıl cevabı tabi ki buydu. Ben de açıkçası siyasetçi deÄŸilim de. Sizinle halkın içersinden gelerek konuÅŸuyorum. Bilgisizce ve cahilce sorular sorabilirim. Beni lütfen ÅŸimdiden affedin. Halkın dilinde dolaÅŸan ÅŸeyler var bir sürü. Biz eyvah öldük mü? Amerika bizi özelleÅŸtirme sebebiyle topraklarımız, bankalarımız gidiyor. Biz sömürge mi olacağız? Yandık, bittik... Hiçbir ÅŸey bizim elimizde deÄŸil, her ÅŸey Amerika'nın elinde. Bu sözler halk içinde en çok dolaÅŸan sözler. Bir gün bir baÅŸbakanımız çıkıp da bize, bu Amerika meselesini kapatalım artık, biz biziz, ben baÅŸbakanım her ÅŸey benim aÄŸzımdan çıkan kelimelerle olur. Amerika burada ÅŸu kadar etkilidir ya da hiç etkili deÄŸildir. Bize hiç demediniz. Uçakta türbülans yaÅŸarsınız da kaptan anons yapmadığı sürece tetikdesinizdir. Biz de halk olarak sizden bu konuya açıklık getirmenizi istiyoruz. Gerçekten biz bu kadar Amerika'ya bağımlı mıyız?Â
BAŞBAKAN – Şimdi bakınız Türkiye'de şöyle bir yaklaşım tarzı var. Bu tarz tabi hoş bir tarz değil. Türkiye'de Amerikan halkı gelip de oy kullanmadı. Benim halkım oy kullandı. Benim halkım oyunu kullanırken, AK Parti'yi nasıl bir parti olduğunu biz anlattık ve onlar da ona göre değerlendirmesini yaptı ve bizi iktidara getirdi. Bir defa bir kapalı bir toplum değiliz. Biz açık bir toplumuz. Artık biz o demirperdelerin yaşandığı dönemin partisi de değiliz, ülkesi de değiliz. Perdelerin hepsi yıkıldı. Artık demirperde yok, biz açık toplum mücadelesini veriyoruz. Eğer siz dünyaya kapalı yaşayacak olursanız, o zaman sadece 780 bin km2 içerisinde kalırsınız ve onsan sonra bir müddet geçer, nefes alamaz hale gelirsiniz. Teneffüs kabiliyetinizi kaybedersiniz. Türkiye'nin şu anda satılan hiçbir şeyi yoktur. Tam aksine Türkiye'nin dünyada yükselen itibarı vardır. Bunu tabi ki Türkiye'nin içinde yaşayanlar, dar bir çerçeve içinde yaşayanlar anlayamazlar. Bunu ancak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızla görüştüğünüz zaman çok iyi anlarsınız. Ben örneğin Avrupa Birliği üyesi ülkelere gittiğimde kendi vatandaşlarımızı topluyorum, onlarla konuşuyorum. Onlarla konuştuğum zaman, aldığımız cevap hep şudur. Bizim onurumuzu yükselttiniz, bizim öne eğilmiş olan başımızı siz dikleştirdiniz. Artık onurluyuz, Amerika'ya gidiyorsunuz aynı şeyi görüyorsunuz. Rusya'ya acaba benim girişimcim niye artık çok daha fazlasıyla gidiyor, niye acaba şu anda Rusya ile Türkiye arasında dış ticaret hacmi Almanya'dan sonra ikinci sıraya geldi. Kimse bunu sormuyor dikkat edin. Bu çok önemli. Türkiye, Amerika ile de münasebetlerini, çünkü bir stratejik ittifakımız. Nato'da biz beraberiz. Ve bunu konuşmuyor kimse. Rusya ile olan münasebetimizi konuşmuyor kimse. Biz Rusya ile dış ticaret hacmi itibariyle 2. sıraya yükselmişiz. Amerika çok daha gerilerde. Niye bunu konuşmuyorlar da, burayı konuşuyorlar. Bir diğeri Türkiye bütün sınır ülkeleriyle, komşu ülkeleriyle şu anda münasebetlerini en ideal noktaya taşımış bir ülke. Biz geldiğimizde birçok sınır ülkeleriyle neredeyse diplomatik ilişkilerimizi bile kesecek noktaya gelmiştik, bu durumdaydık. Ama bizim şu anda dargın olduğumuz bir ülke kalmadı. Biz şu anda hepsi ile çalışıyoruz. Dış ticaret hacmini artırıyoruz. Diplomatik ilişkilerimiz çok daha farklı bir hale geldi. Bakın Yunanistan, Türkiye ile münasebetlerinde neredeydi, şimdi nerelere geldi. Bulgaristan, Romanya, Suriye, Lübnan.. Geliyoruz Irak, İran, hepsi ile münasebetlerimizde çok çok iyi bir konuma geldik. Ve bizler tabi bir şeyi kendimize özellikle temel felsefe biçtik. Dedik ki, biz düşman üretmeyeceğiz, dost üreteceğiz. Çünkü bu çok önemli. Avrupa Birliği ile ilgili süreçte, Avrupa Birliği'ne müracaat eden biz değiliz. Süreç 59'da başlamıştır ama 63'te merhum İnönü'nün döneminde resmen bu süreç başladı. 63'ten bu yana geldi geldi geldi, alınan mesafe ciddi manada yok. Sadece Sayın Çiller'in döneminde gümrük birliğiyle ilgili süreç başladı. O da bir kazanım. Olumlu konuşanlar var, olumsuz konuşanlar var ama bir kazanımdır bana göre. Ve gümrük birliğiyle bir sıçrama yapmıştır Türkiye. Daha sonra Sayın merhum Ecevit döneminde Helsinki anlaşması vardır. O da bir mesafedir. Ama bizim dönem Kopenhag siyasi kriterlerinin kabulu sebebiyle ki, benim milletvekili seçilmeden önce 14 günde yaklaşık, o zaman 15 üyesi vardı Avrupa Birliğinin, 14 ülkeyi dolaştığım dönemdi. Yoğun bir şekilde bütün ülkeleri dolaştım, başbakan değildim, sadece seçimi kazanmış bir partinin genel başkanıydım. Ve burada diğer siyasi partiler şunu konuşuyordu. Hangi sıfatla gidiyor. Ve Lüksemburg'a gitmiştik, orada çok manidar bir olay yaşadık. Türk medyasından birisi, Lüksemburg başbakanına şunu sordu. Sn. Erdoğan buraya bir partinin genel başkanı olarak geldi, siz hangi sıfatla kabul ettiniz. Ve beni sayın başbakan, ofisinde değil havaalanında kabul etti. Sonra beraberce ofisine gittik. Ve görüşmelerinden sonra yaptığımız basın toplantısında bunu soruyor gazeteci. Verdiği cevap şudur: "Biz demokrasiye inanmış ülkeleriz ve bir demokrasi mücadelesinden bu kadar büyük başarıyla çıkmış olan bir siyasi partinin genel başkanını karşıladım" dedi. Bu çok anlamlıdır. Biz bunların hepsiyle bu münasebetlerimizi çok yoğun ve çok süratli geliştirdik. Amerika ile ben Genel Başkan olarak Sayın Bush ile oval ofiste görüştüm. İlk görüşmem öyle olmuştur, başbakan değildim. Bu da yine o insanların demokrasiye bakışlarını göstermektedir. Ama Türkiye'de maalesef böyle bir anti yaklaşım, her konuda var. Bir zamanlar diğer komşu ülkelerimizde olduğu gibi. Bunların hepsini biz aştık. İran'la olan münasebetlerde bizim şu anda dış ticaret hacmimiz ciddi anlamda gelişiyor. Rusya ile az önce söylediğim gibi öyle, Türk cumhuriyetleriyle öyle. Türk Cumhuriyetlerine benim gidip, gelişim sadece merhum Özal, Sn. Demirel oralarla münasebetleri sıcak tutmuş, bunun dışında tutan olmamış. Ama ben aynen onlar gibi sık sık gidip geliyorum, görüşüyoruz, uluslararası toplantıları yapıyoruz. Ve burada herhangi bir ayırıma gidemeyiz, çünkü Türkiye'yi eğer güçlü kılacaksak dünya pazarlarında çok güçlü bir yere oturmamız lazım. Ben size bir rakam vereceğim. Türkiye 79 senede ihracatı 36 milyar dolar olan bir ülkeydi. 79 senede... Ama bakın son rakımı ben size söyleyeyim. Şimdi 120 milyar dolara ulaştık. 5 senede geldiğimiz nokta bu. Bu kenara atılacak bir olay değil. Yani siz oralara gitmezseniz, sizi kalkıp kimse buralara gelip, ziyaret etmez. Siz gideceksiniz, kendinizi anlatacaksınız, ürünlerinizi tanıtacaksınız ki o insanlar sizi ülkelerine davet etsinler, sizin ürünlerinizi alsınlar. Türkiye'de konuşuyorlar, işsizlik, işsizlik, işsizlik... peki kardeşim, bu ihracat olmazsa, bizim fabrikalarımız neyi üretecek? Neyi kime satacak? Şu anda bizim nüfusumuz bir taraftan artıyor.
HÜLYA AVŞAR - Biz üretiyor muyuz peki?
BAÅžBAKAN – Ãœretiyoruz tabi.Â
HÃœLYA AVÅžAR - Ãœretim bence biraz problem...
BAÅžBAKAN - Hayır, hayır üretiyoruz. Çok çok da bu konuda baÅŸarılıyız. Biz eskiden tarım ürünü satardık. Artık Türkiye tarım ürünü satmayı falan çok geride bıraktı. Åžimdi sanayi ürünlerinde Türkiye çok ciddi oranlara yükseldi. Artık yüzde 60'lar civarında sanayi ürünleri satan bir ülke durumuna geldik. Gelirimizi buradan elde ediyoruz.Â
HÜLYA AVŞAR - O konuda yatırım var mı peki?
BAŞBAKAN – Tabi sürekli bu yatırımlar artıyor. Bakın bizim gerek geçen yıl, gerekse evvelki yıl, mesela rakam 20 milyar dolarla, 22 milyar dolara çıktı. Doğrudan yabancı sermayenin Türkiye'ye girişinde. Biz gelmeden önce yıllık Türkiye'ye giren küresel sermaye 1 milyar dolar civarındaydı. 10 yıl geriye gittiğimizde. Ortalama 1 milyar dolar. Ama bu sürekli tırmandı, tırmandı, tırmandı ve bu yıl hariç 22 milyar dolara kadar çıktı. Şimdi Türkiye bir fırsatlar ülkesi oldu, bir yatırım ülkesi oldu. Şimdi tabi zaman zaman bu söylenen peşkeş çekiliyor, şu oluyor bu oluyor. Bakın samimi olarak söylüyorum, bizim devletin işletmiş olduğu fabrikalar noktasında devlet, bu fabrikaları işletirken çoğu bunların zarar ediyordu. Ve bu zarar eden fabrikaları ya tamamen kapattık, başka birimlere devrettik. Bunlar ne olmuştur. Ya üniversite olmuştur, ya okul olmuştur, ya hastane olmuştur, farklı bakanlıklar buraların alanlarını değerlendirmişlerdir. Veya bunları biz özel sektöre satmışızdır. Peki özel sektöre satınca bu niye peşkeş oluyor. Özel sektör bunu aldığı zaman burada yine bir tesis işletiyor ama, özel sektörün bir gayreti var. Nedir o? Sürekli günceller, neyi teknolojiyi günceller. Yani 10 yıl geride, 20 yıl geride kalmaz. Dünyayı rekabet edeceği için takip etmek durumunda. Ve oradan son teknolojiyi alır, belki ikinci elden alır ama alır. Bunu almak suretiyle de tabi ki, üretimini sürekli olarak arttırır. Bakın bizim tekstilde konfeksiyonda şu anda bizde bir durgunluk var. Niye bir durgunluk var biliyor musunuz?
HÃœLYA AVÅžAR - Merak ediyorum.
BAÅžBAKAN – Bunun tek sebebi var. Eskiden biz tekstilde, diyelim ki bir fabrikada 500 kiÅŸi çalıştırıyorduk. Åžimdi aynı fabrikada biz 50 kiÅŸi çalıştırıyoruz. Niye teknolojiyi aldı, 500 kiÅŸininin yaptığı iÅŸi ÅŸimdi 50 kiÅŸi ile yapıyor.Â
HÜLYA AVŞAR - İnsanlarımız ne oluyor?
BAŞBAKAN – İşte ona geleceğim. Maliyeti ne yaptı, düşürdü. Eskiden emek yoğun çalışılıyordu, şimdi teknoloji yoğun çalışıyor. Peki niye acaba bir durgunluk var. Dünya piyasalarında malum. Çin salgını dedikleri olay. Bu tabi ki özellikle iplik üretimini vs. vurmak suretiyle burada bizim maliyetimiz yüksek kaldı. İster istemez dünya piyasalarındaki rekabetimizi de olumsuz etkiledi. Ama buna rağmen, şu anda tekstilde konfeksiyonda arkadaşlarımız, tüm bu noktadaki üreticimiz mücadelesini kararlı bir şekilde sürdürüyor. Biz de tabi, kendileriyle görüşmelerimizde taleplerini sorduğumuzda, KDV'yi şuradan şurayaindirebilirseniz bu bizim için isabetli olur dediler. Biz de kalktık yüzde 18 olan KDV'yi, kalktık yüzde 8'e indirdik. Bu tür destekleri verelim istedik. Ve özellikle 49 tane teşvik bölgemiz var. Bu teşvik bölgelerinde onlara yardımcı olduk. Neydi bunlar, araziyi bedavaya verdik, vergide muafiyet getirdik, enerjide yüzde 50 indirim sağladık. SSK primlerini ciddi manada düşürdük. Bundan sonra bu yıl içerisinde Ekim zannediyorum, yüzde 5 gibi bir kolaylığı yine kendilerine bu noktada sağlayacağız. Bütün bu adımları atmamızın sebebi şu. Özellikle Türkiye gerçekten yatırım yapan, üreten ve dünya pazarlarıyla da ciddi manada rekabete giren bir güce kavuşsun. Ve şu anda biz bunu görüyoruz. Çünkü 120 milyar dolara dünyaya kapalı bir Türkiye olsaydık biz ulaşamazdık. Dünyaya açık oluşumuz bize bunu getirdi. Şimdi Amerika'ya düşman olmak sizi bir yere taşımaz. Rusya'ya düşman olmak sizi bir yere taşımaz, siz eğer güçlüyseniz o zaman kalkar rahat rahat konuşursunuz. Ve biz şimdi güçlüyüz.
HÜLYA AVŞAR - Peki insanlarımız? Teknolojiden dolayı işsiz kalan insanlarımız için ne düşünüyorsunuz?
BAÅžBAKAN – Göreve geldiÄŸimizde bakın ÅŸunu söyleyeyim, yüzde 10.9 oranında bir iÅŸsizimiz vardı. Åžu anda yine bu oranda. En azından yeni artan nüfusu iÅŸ sahibi yapabildik. Azaltamadık, bunu kabul ediyorum. Ama iÅŸ sahibi yaptık. Bir nüfus artıyor bizim devamlı.Â
HÜLYA AVŞAR - Azaltamadığınızı kabul ediyor olmanız, hoş bir şey.
BAÅžBAKAN – 70 milyon nüfusumuz var ama iÅŸsizlik dünyada tüm ülkelerin sıkıntısı. Avrupa ülkelerinin de sıkıntısı. Hepsinin sıkıntısı. Çünkü teknoloji ilerledikçe, az önce söylediÄŸim gibi, emek yoÄŸun durum ortadan kalkıyor. Maaliyeti de düşürüyor. Åžimdi teknoloji maliyeti düşürünce, ne yapıyor yatırımcı tabi ki teknolojiye gidiyor. Öyle yerler var ki 10 kiÅŸiyle yapıyor iÅŸini. Ama daha önce bunlar 100 kiÅŸiyle, 150 kiÅŸiyle yapılıyordu. Åžimdi koyuyor makinayı, bakıyorsun bir taraftan karton veriyor, öbür taraftan poÅŸetlenmiÅŸ olarak her ÅŸeyiyle mamülünü alıyor. Bu noktaya geldik. Ve ÅŸu anda biz Amerika'ya buzdolabı satıyoruz, televizyon satıyoruz. Türkiye bu noktaya geldi.Â
HÜLYA AVŞAR - Bunların hepsini aslında biliyorlar, biliyoruz.
BAÅžBAKAN – Bazı ÅŸeyler halkın gözünden malesef kaçırılıyor.Â
HÜLYA AVŞAR - Bence sizin iki tarafınız var. Gerçekten bu detaylar var. Bu tarafa dönüyoruz, gerçekten helal olsun. Başbakanımız bizi yurt dışında da, her yerde de bizi bizi her yönden ticari anlamda, kılık kıyafet ve fizik. Biliyorsunuz sizi çok yakışıklı buluyor herkes. Bu tarafa dönüyoruz. Bu sefer hani, o meseleye gelmek için söylemiyorum. Artık hepimiz sıkıldık. Başörtüsü meselesi çıkıyor. Hayda.. Şimdi başbakanımız bunu niye yaptı diyoruz. Çünkü siz iktidara geldiğinizden beri, gerçekten sizi takdir eden, bir taraftan da yeren kesimler. Ama takdir edenler daha çok olmak kaydıyla, son derece tek bir çizgide kabul ettik hepimiz. Ama bir anda başörtüsü çıkınca, sizi bence engelleyen detaylar bunlar. Gündem bir anda farklı bir şeye geliyor. O anda sizin yurt dışına buzdolabı, televizyon satacak noktaya getirdiğinizi göremiyor insanlar. Çünkü çalışmayan insanlarımızın ve ev hanımlarımızın ilgilendiği konu başka oluyor. Bunu acaba ayırt mı edemiyoruz? Ya da zamanlamada mı bir hata yapıyoruz. Bir şeyleri ispat ettikten sonra halkımıza, sonra mı acaba gündeme getirseydik diye mi düşünüyorum? Böyle bir eksiklik hissediyor musunuz?
BAÅžBAKAN – Åžimdi Hülya hanım bakın bu konu, öyle zannediyorum ki sizler için de bir özgürlükler konusu.Â
HÜLYA AVŞAR – Evet
BAÅžBAKAN – Bizim nezdimizde açık-kapalı ayırımı diye bir ÅŸey söz konusu deÄŸil. Fakat baÅŸbakanlık konumuna gelmiÅŸ bir insan olarak. Size bu konuda bir soru, hele hele yurt dışında yabancı gazeteci tarafından sorulduÄŸunda, siz hayır ben bunun cevabını vermiyorum diyemezsiniz. Kaldı ki bunun cevabı ilk defa orada verilmedi. Bunu çok kez konuÅŸtuk. Orada sorulan bir soru ve Türkiye Cumhuriyeti BaÅŸbakanı olarak ben de orada her zaman verdiÄŸim cevabı verdim.Â
HÃœLYA AVÅžAR - Simge olarak...
BAŞBAKAN – Daha önce verilmiş olan bir cevap. Bu konuda bu kelimelere takılıp kalma olayı, ne yazık ki bazı niyet itibariyla dürüst davranmayan bir anlayışın gereğidir.
HÜLYA AVŞAR - Evet ama, çok açıksınız. O yüzden diyorum.
BAŞBAKAN – Şimdi bu noktada bir defa ben ülkemde, hiçbir zaman böyle bir ayırımın tarafı olmadım ki. Benim için ülkemde başı açık hanım kardeşimle, başı örtülü hanım kardeşim hiçbir zaman, böyle bir sıkıntısı olmasını istemem. Bunun da teminatıyız. Nerede teminatıyız? Partimin bir defa bütün kadın kollarının içerisinde çalışan başörtülü bayanlar da var, başı açık bayanlar da var.
HÜLYA AVŞAR - Var mı?
BAÅžBAKAN – Ne demek...Â
HÜLYA AVŞAR - Bilmiyoruz... Ben herkes adına soruyorum.
BAÅžBAKAN – Ne demek.Siz bilmiyorsanız ben buna iyice üzülürüm. Hele hele bir medya mensubu olarak çok üzülürüm.Â
HÜLYA AVŞAR - Medya mensubu ben?.. Ben bir sanatçı olarak..
BAŞBAKAN – Hem sanatçı, hem medya mensubu.
HÜLYA AVŞAR - Sanatçı olarak karşınızda olmayı tercih ediyorum.
BAÅžBAKAN – Sizin birçok yönünüz var.Â
HÜLYA AVŞAR - Hayır şu anlamda söylüyorum. Ben bir sanatçı olarak. Size bunları sormak istiyorum.
BAŞBAKAN – Şimdi ailemde...
HÜLYA AVŞAR - Bilmiyenler için soruyorum tekrar.
BAÅžBAKAN – Çok teÅŸekkür ediyorum.Â
HÃœLYA AVÅžAR - Ben biliyorum.
BAÅžBAKAN – Aynı ÅŸekilde ailemde de var.Â
HÜLYA AVŞAR - Öyle mi?
BAŞBAKAN – Örtülüsü de var, açığı da var.....