Gülden AYDIN
Oluşturulma Tarihi: Mart 15, 2009 00:00
Önce Hayyam Garipoğlu’nu tanıdık. Meşhur bir işadamı, bir banka sahibiydi. Sonra iki kardeşiyle birlikte kelepçeli olarak gördük fotoğraflarını: Sümerbank’ın içini boşaltmakla suçlanıyorlardı. Rakı üreticisi olarak kendilerine yeni bir yer edindiler. Aradan 10 yıl bile geçmeden, bu defa bir cinayet öyküsüyle gündeme geldiler. Hayyam Garipoğlu’nun yeğeni Cem, kız arkadaşını öldürdüğü iddiasıyla aranıyor, annesiyle babası ona yardım etmekle suçlanıyor. Oysa bu ailenin hikayesi kesintisiz bir yükseliş grafiği gibi başlamıştı. Hayyam Garipoğlu’nun babası, Cem Garipoğlu’nun dedesi Kasım Garipoğlu, 12 yaşında kimsesiz bir çocuk olarak girdiği hayat mücadelesinde büyük bir başarı elde etmişti.
Soyadı bile, hikayenin başlangıcının ne olduğunu gösteriyordu. Onu ve eşi Sakine Hanım’ı evlerinde ziyaret ettik. Aranan torunları Cem’in adı geçince öfkelerini saklamıyorlar. Bu görüşmede bulunmak için Hayyam Garipoğlu ta Ankara’dan babasına refakat etmeye geldi, oğullarından biri de bütün görüşmeyi video kameraya kaydetti. İşte Garipoğlu ailesinin Cezayir’den Ceyhan’a, oradan da İstanbul’a uzanan hikayesi.
Aile efsanesi şöyle başlar: Çoğu Cezayirli askerlerden oluşan Fransız ordusu, 19 Aralık 1918’de Adana Ceyhan’ı işgal ettiğinde, askerlerden biri de mitralyöz çavuşu Cezayirli Muhammed’dir. Minareleri görünce çok şaşırır çünkü Müslüman bir memlekettir burası. “Müslüman Müslümanı öldürmez” der, namluyu havaya doğrultur. Cephanesini tükettiğinde tek kişi ölmemiştir...
Muhammed ya da Türkçe’ye çevrilen haliyle Mehmed ve beş asker arkadaşı, uygun bir zaman kollar. Cephane yüklü iki katır, iki makineli tüfekle birlikte Kuvayı Milliyeci Ali Caf Ağa’nın çetesine iltihak eder.
Fransızlar asker kaçağı olduğu için Muhammed’i idama mahkûm eder. Artık Muhammed’in Cezayir’e dönmesi mümkün değildir. Bir kelime Türkçe bilmese bile, Ceyhan’ı yeni yurdu bilir. Savaş bittiğinde kendisine Tatarlı Köyü’nde 150 dönüm tarla verilir. Emniyete bekçi yapılır. Adı artık Cezayirli Hacı Mehmet Çavuş’tur.
Aynı yıllarda Bağdatlı Fetiye’nin kocası askerdeyken İngiliz ordusu Bağdat’ı alır. Fetiye, ailesiyle Şam’a sonra Halep’e ve nihayet Ceyhan’a kaçar. Fetiye’yi tanıyan çete lideri Ali Caf Ağa, Mehmed’e, “Sen Arapsın, Fetiye de Arap. İkinizi evlendirelim” der. İkisi de kabul ederler bu teklifi: Nihayet anadillerinde konuşmanın heyecanıyla. 1922’de oğulları Kasım doğar.
BABASINI TANIMAZ BİLE, ANNESİ 12 YAŞINDAYKEN ÖLÜR
“Doğduğumda ikiz eşim varmış ama ölmüş” diye anlatıyor Kasım Garipoğlu. “Babamın ilk çocuğuyum, kardeşim yok.”
Annesiyle babası, aynı ana dili konuşmaktadır ama bu, bütün bir ömrü bir arada geçirmelerine yetmemiştir. Bir süre sonra ayrılırlar. İkisi de ikinci evliliklerini yapar. Kasım, annesiyle birlikte Konya Ereğli’sine gider. “Annemi 12 yaşındayken kaybettim. Babamı 1952’ye kadar görmedim bile. Yani başımda annem, babam, kimsem yoktu. Sokak çocuğuydum. Ama serseri olmadım...”
Kasım Garipoğlu, ortaokulu bitirdikten sonra Konya Ereğli’deki Sümerbank bez fabrikasında işçilik yapar. Cezayirli kimsesiz Mehmet’in oğlu olduğu için alır Garipoğlu soyadını. Ama kısa sürede hırsı sayesinde “garip oğlu” olmaktan kurtulur. Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirir (“ama diplomamı yırtsalar kimseyi dava etmem çünkü sınavdan sınava giderdim okula”), 11 yıl hem çalışır hem okur. Hakim olur, Karaman’a atanır. 1952’de de Ceyhan’a gelip avukatlığa başlar. Sakine Hanım’la aynı yıl görücü usulüyle evlenir.
Kasım Garipoğlu’nun iş macerasını herkes bilir: Adana’nın ilk pamuk tüccarlarından biri oluşunu, çırçır, un, irmik, iplik, maya, kimya fabrikaları kuruşunu.
ZİRVEYE ÇIKIŞ VE ORADAN DÜŞÜŞ
Bu sırada aile büyümektedir. Üç oğlandan sonra bir de kızı olur. Kasım Garipoğlu’nun bir takıntısı vardır: Yabancı dil merakı. “Çocuk yaşta daha iyi öğreniliyor diye dört çocuğumu da sekiz yaşına geldiklerinde birer buçuk yıllığına Fransa’ya, İngiltere’ye gönderdim.”
1990’lara gelindiğinde, büyük oğlu Hayyam Garipoğlu ön plandadır artık. 1995’te Sümerbank’ı, 1998’de POAŞ’ı alır. Fabrikalar kurar, Marmara Bira’yı üretir. İki kardeşi Nida ve Nizam da onunla çalışmaktadır. Kız kardeşleri Handan Hanım ise Çukurova Tıp Fakültesi’ni bitirip doktor olmuştur.
Fakat yükselişi kadar düşüşü de hızlı olacaktır Hayyam Garipoğlu’nun: Devlet Sümerbank’a el koyar, Hayyam, Nida ve Nizam, 18’er ay hapis yatar. Babaları Kasım Bey de 8 gün nezarette kalır.
Kasım Garipoğlu, 2005’te Hürriyet Gazetesi yazarı Vahap Munyar’a oğlunun ne kadar hırslı olduğunu anlatırken şöyle der: “İstanbul’u ver, İzmit’i de ister. İzmit’i ver, Bilecik de benim olsun der. Hep büyüme isteği vardır...”
2004’te Garipoğlu kardeşler, yeniden bellerini doğrultur. TMSF ile 373.7 milyon dolarlık bir geri ödeme protokolü imzalarlar. Şimdi ellerinde bir rakı fabrikası vardır. Burgaz Rakı, borçları ödemektedir ama rakip firmalar, kayıtdışı üretim yaptığını iddia etmektedir. Yapılan polis baskınları da sık sık gazetelere konu olur: 70’lik rakıda 20’lik rakı bandrolü olduğu ortaya çıkar mesela...
KUŞAKTAN KUŞAĞA YABANCI DİL MERAKI
Bu arada torunlar da büyümektedir. Yabancı dil takıntısı ailede devam eder. İlkokul üçe gelen çocuk, kendini bir Avrupa kentinde, yabancı bir ailenin yanında veya bir okulda bulmaktadır. Mehmet Nida’nın ikinci oğlu Cem de bunlardan biridir. Sekiz yaşında Fransa’ya yollanır. Sonra İngiltere, Almanya, Portekiz, İspanya, Rusya, Çin... Bu ülkelerin dillerini öğrenir. Eylül 2007’de Bahçeşehir Yıldızlar Koleji’ne girer. Arkadaşları, okul dışında kötü bir çevre edindiğini, çalıntı araba kullanan gençlerle dostluk kurduğunu söylerler.
Ertesi yıl, lise üçüncü sınıfta Cem birden okul değiştirir, Bebek Yeni Yıldız Koleji’ne geçer. Özel şoförüyle gidip gelmektedir okula. Cem, herhangi bir zengin çocuğundan farksızdır ta ki kız arkadaşı Münevver Karabulut’un başı bir gitar çantasında, gövdesi açıkta bir çöp konteynerinde bulununcaya kadar. Spot ışıkları yeniden Garipoğlu ailesinin üstüne çevrilir...
ÖMER HAYYAM’IN 494 RUBAİSİNİ EZBERE BİLİYOR
Kasım Garipoğlu’nun ilk oğluna Hayyam ismini seçmesi tesadüf değil. Daha 10 yaşındayken tanışmıştır ünlü İranlı şair Ömer Hayyam ile. 1932’de bir Hayyam kitabı geçer eline, tam 494 rubaiyi ezberler. O eski püskü kitap bugün de elinin altındadır ve sürekli rubailerden alıntı yapar. Çocuklarına tutumlu olma alışkanlığı aşılayamadığından da şikayet ediyor: “Hele Londra’ya, torunlarımın evine gittiğimde inanamadım. Saydım, tam 34 çift ayakkabı vardı. Tabanlarına baktım, hepsi birbirinden yeniydi...”