Güncelleme Tarihi:
Ağustos sıcağında Barcelona’nın en ünlü caddesi La Rambla’da dolaştıktan, belki birkaç hatıra satın aldıktan sonra görülmesi gereken başka yerlere geçmelisiniz. Bizim en çok keyif aldığımız yerlerden biri, Mercat del Born ve civarıydı.
Mercat del Born, Avrupa’nın “demir mimarisi” ile İspanya’nın kendine has “cam mimarisi”ni birleştiren çok hoş bir bina. Yapımına 1874’te başlanmış, 2 yıl içerisinde tamamlanmış. Şehrin en büyük, tarih kokan pazarlarından biri burası. Hemen karşısında çok güzel kafeler var. Güzel bir Barcelona gecesinde lezzetli tapas’lar, güzel bir sangria, çevrede dolaşan şık insanlar ve Mercat del Born’un ortamı ısıtan mimarisi tabloyu tamamlıyor.
Biz Mercat del Born’a en yakın kafe olan La Taverna Del Born’u tercih ettik. 1 litre sangria (meyvelerle karıştırılmış şarap) ve birkaç da tapas (İspanyol mezesi) seçtikten sonra günün yorgunu ayaklarımızı dinlendirdik. Gerçekten hepsi güzeldi, burada dinlenmeyi seçmek isabetli olmuştu.
Önümüzde Amerikalı bir kadın Cervantes okuyordu. Ama okumaya dalamadığını sürekli çevreyi süzen bakışlarından kolayca anlıyorduk. “Vicky, Cristina, Barcelona” filminden etkilenip buralara gelen kim bilir kaçıncı Amerikalı turistti. Uzun süredir burada elinde kitabıyla oturuyor olmalıydı, garsonu daha fazla kızdırmamak için ara sıra birkaç küçük sipariş veriyordu. Acaba gözleri birini mi arıyordu? Onu izlemek bir filme dönüşünce, tahminlerimiz uzadıkça burası bize bir sangria’ya daha patladı!
SAHNE 1:
Yeşil tişörtlü Amerikalı kadın, henüz yalnızken...
Bu kadının ilgi çekici biri olduğunu anlamıştım! Sonunda köşede bekleyen, kafenin sahibinin arkadaşı olduğunu düşündüğümüz bir adam, kitabın üzerinde yapayalnız gezinen gözleri yakaladı ve elinde bir kadehle, kendine güvenen adımlarla ilerledi. “Cervantes ha? Barcelona’ya hoş geldin” tarzı bir cümleyle sohbeti açtı.
SAHNE 2:
İşte Juan Antonio da geldi...
Amerikalı kadının yüzünde sıcacık bir gülümseme belirdi. Adam 10-15 dakika böyle ayakta durdu ve İspanyol edebiyatı havada uçuştu. Peki ya Amerikan edebiyatı? Sohbetin uzayacağı belli olunca adam, yan masadan bir sandalye çevirip “Oturabilir miyim?” diye sordu. Kadın mutlu bir şekilde “Elbette” diye yanıtladı.
VE MUTLU SON
Kadın üşür gibi oldu adam fırsatı kaçırmadan sarıldı
Keyifle izlediğimiz ufak oyunun ve başarılı oyuncuların tadını çıkarırken Woody Allen’ın, filmin konusunu çok düşünmediğini, şu şehrin sokaklarında biraz gezinip birkaç kafede oturunca senaryoyu hemen ortaya çıkardığını anladık. Marifet Woody Allen’da değil, Barcelona’nın sıcak havasında, kıpır kıpır insanında, keyifli sangria’sında, lezzetli tapas’larındaydı. Film bizim için sona erdi, yorgunduk dönmek istedik. Hesabı istedik. Köşeye kadar yürüyüp diğer sokağa geçecekken arkamı dönüp tekrar baktım, o da ne, bizim Cristina’yla Juan Antonio da kalkmıştı, diğer tarafa doğru oldukça samimi yürüyorlardı. Kadın üşür gibi oldu, adam fırsatı kaçırmadan sarıldı. Biz de neşeli bir şarkı söylemeye başladık.