Oluşturulma Tarihi: Nisan 13, 2003 00:00
Geçtiğimiz hafta, yolum bir parktan geçti. Kendimi kısa bir süre için, şanslı addettim. Öyle ya, bitmeler bilmeyen kışa inat, nispeten güneşli bir günde, cennetten bir köşedeyim... Güya...Geniş yeşilliğin ortasında, bir çocuk parkı düşünün. Islak çimen kokusuyla çevrelenmiş tahteravalliler, kum havuzları, salıncaklar... Çocukların neşeli kıkırdaşmaları...Huzurla gözlerimi kapayıp, bir müddet sessizliğin tamtamlarını dinlerim diye umarken, kolalı etekleri fırfırlı bir kız çocuğu, sallandığı salıncaktan, papilerinin altında uzanan kum öbeğine düştü. Gerisi malumunuz: Şaşkın bir suratla ayağa kalkıp, olan bitenin ayırdına varır varmaz kıyameti koparan çocuk; koşuşup çocuğu çevreleyen kalabalık; ve anne: Yanına varır varmaz, ‘‘neden düştün’’ diye, çocuğun suratına bir de ekstradan tokat patlatan, o şirret kadın... Bunun üzerine zincirleme reaksiyonla genişleyen gürültü; taklitçi, neredeyse şuursuz çocuk ve ebeveyn feryatları...Huzurun, karambolde kalkan cenazesi...Ben tipik bir Türk'üm... İmkanları biraz olsun elveriyorsa, faturasını cezalı yatırmayı yeğleyen... Hani oraya, o daireye birkaç gün daha sonra gidebilmek adına, elinden geleni ardına koymayan... ‘‘Rağmen yaşamaya razı’’ olan...Geçtiğimiz haftam, iş değişimi sebebiyle devlet dairelerinde geçti. Çok uzun zamandır yolum düşmüyordu. Zira, sırf oralara uğramak zorunda kalmayayım diye, elektriksiz, susuz, soğukta ve sigortasız yaşamaya bile razıyım. Mecbur kaldım... Özlemiş miyim? Hayııııır...Dedim ya, geçtiğimiz üç hafta boyunca, ne kadar devlet dairesi varsa, hepsine yolum düştü. Garip bir döngüydü: Amirler doğduğuna pişman, ama sebebi ebeveyninden ziyade çalışanlarında arıyor, acısını onlardan çıkarıyor. Çalışanlar, doğduğuna pişman, ama gücü amirine yetmediğinden, karşısında dikilen komşusu bile olsa, kompleksini haince ona kusuyor.Ve kocası/karısı aldatsa bile sebebini devletten bilen acılı halk dedikleri... Her zamanki gibi, nezlesinden kaynaklanan sümüğünün hesabını bile, mazlumun saçma mağrur tavırlarıyla devletten soruyor...Son haftanın manşetlerini okuyup, şu savaştan bir sonuç çıkarabilen varsa, rica ederim, bana da anlatsın. Bu hastalıklı döngünün varacağı bir yer vardır ya, umarım SSK değildir...İyisi mi sus Sam!Paparazzi kamerasıyla çekil‘‘miş gibi’’ görünen, safi pozdan ibaret kareler: Jennifer Lopez Cartier'den alışveriş yapmakta, Ben Affleck devasa bir yatın güvertesinde J.Lo'yu sigortalı poposundan öpmektedir. O sırada fonda, Lopez'in şarkısının sözleri duyulur: ‘‘Parmağımdaki kaya kadar pırlantalar yanıltmasın, ben hálá mahalleden bildiğiniz Jenny'yim!’’ Zaten o sakil klipten ve Affleck'in saç ektirmesinden sonra, iyiden iyiye Jennifer Lopez-Ben Affleck ikilisine tahammül edemez olmuşum. Şimdi bir de mevzuya tüy dikercesine, Casablanca'nın yeni versiyonunda Rick ve Ilsa'yı canlandırmaları söz konusu, iyi mi! Fanatik Casablanca hayranları eylem koyarsa, katılmayı düşünüyorum. Savaş aheyhtarı eylemler bir halta yaramadı, belki buradan ekmek çıkar!Turkish frightSon zamanlarda gözünüze çarpıyordur. Hülya Avşar'dan Özcan Deniz'e pek çok ünlü yıldızımız, ‘‘hayranlarıyla sımsıcak bir diyalog kurabilmelerine olanak tanıyan’’ telefon hatlarının reklamını yapıyorlar televizyonda. Gerçi buna diyalogdan ziyade ‘‘karşılıklı monolog’’ demek daha doğru olur, zira ahizenin diğer yanında bir teyp bandı dönüyor. Olsun varsın; konu o değil... Konu, geçtiğimiz yılın, kerameti kendinden menkul büyük yeteneği Nez... Barış Manço-Nesrin Topkapı kırması kıyafet politikasıyla, yani her zamanki allı-pullu-payetli-oryantal Çizmeli Kedi kostümüyle, erotik erotik bakıp, şirin mi şirin bir ses tonuyla; ‘‘Çocuklar da arayabilir!’’ demiyor mu, hem yetişkin, hem de dişi olduğum için, iki kere şükrediyorum. Maazallah, ya cinsel formasyonumun belirlendiği bir dönemde, Masalcı Teyze olarak Nez'i tanıyan bir zamane oğlanı olsaydım?! Şimdiki aklımla Tecavüzcü Coşkun'un pedofil amcasının eline düşmeyi bile yeğlerim...Aşkın bir kariyer olarak anatomisi Galerici sevgilisi Osman Güney, ayrıldıkları bir ara Hande Ataizi ile Mayadrome'da
yemek yerken görüldüğü için Gizem Özdilli ‘‘arkanı dön ve çık’’ nakaratını terennüm etmeye koyulmuş: ‘‘Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Gizem de aynen podyuma... BENİM SEVGİLİM, İŞİM; bunu anladım.’’ Klişeye buyrun... Málûm, ne zaman podyum ve sahne camiasından biri sevgilisinden ayrılsa, en sadık yárinin ve biricik yáreninin mesleği -pardon, kariyeri!- olduğuna bir kez daha kanaat getirir. Neden sonra, o koldaki sepetin yerini, yeni bir sevgilinin kolu alır ve bizimkiler bu kez ne hikmetse, kocalarının çalışmalarını istememesi hálinde evlerinin kadını olabileceklerine, bu álemin zaten korkunç nankör olduğuna, mankenliğin meslekten bile sayılmaması gerektiğine hükmederler. Onlar bu ‘‘manital’’ háli aşk diye tanımlarlar ama biz dilerseniz o dönemi, kendilerinin cümlelerini tersten kurarak tarif edelim: ‘‘Benim işim, sevgilim...’’ Yakışıklı bir kariyer yani... Hem geliri de bol...Muhtemel bir suçun mutlak azmettiricisi Selçuk Dereli'ye yönelik, kuvvetle muhtemel bir saldırı için, öngörülmüş bir suç duyurusudur: (Malum, böylesi provokasyonlar, kahin kesilmek için kristal küreye gerek bırakmıyor!) Biliyorsunuz, Fener'in Adana karşısında aldığı 3-1'lik yenilginin ardından
FB Asbaşkanı Murat Özaydın köpürdü: ‘‘Eskiden hakemleri Allah'a havale ederdik ama bitti. Ben bu hakemi FB taraftarına havale ediyorum!’’ Yani: ‘‘Allah'ın insafı vardır ama bizimkilerin n'asla! Atıl Kurt! Yakala Joe!’’ Bu nedir şimdi; tehdit mi, talimat mı? Özaydın, kendisini ne zanneder; mafya babası mı, Dünyevi ve Uhrevi Havaleler Sorumlusu mu? Peki FB taraftarını ne zannediyor; zincirinden boşalmayı bekleyen av köpeği mi, fedai mi? (Bu satırların yazıldığı sıralarda FB-GB maçı henüz oynanmamıştı. Dolayısıyla, sonuca, hakemin idaresine ve akıbetine dair bir fikrimiz yok. Ancak:) Özaydın'ın kesmiş olduğu bu ahkám, düpedüz suça teşviktir. Ve birilerinin bu uyarıyı bir yere not etmesi gerekiyorsa, bu kesinlikle hakemler komitesi değil, adli kurumlardır.
button