Güncelleme Tarihi:
Türkiye’den tek gazete olmanın rahatlığıyla adım atıyoruz “The Two Faces Of January” (Ocak Ayının İki Yüzü) filminin çekiminin sürdüğü Balat-Vodina Caddesi’ne... Cenker ile aramızda konuşurken “Universal Balat” yakıştırması yaptığımız kadar var; her gelen yabancı film ekibi mutlaka bir kez bu sokaklara uğruyor çünkü...
FİLMDEN FOTOĞRAFLAR
Filmin Atina’daki sahneleri tamamlanmış aslında ama Vodina Caddesi hem dokusu hem de çekim kolaylığı nedeniyle yapım ekibine cazip gelmiş ve Vodina bir Atina caddesine dönüştürülmüş; harıl harıl ek planlar çekilmekte...
İçime bir kurt düşüyor. Türkiye’de çekilen sahnelerin çoğu zaman olduğu gibi başka bir ülkeymiş gibi beyazperdeye yansıtılacağınızı düşünüyorum. Beni o sıkıcı düşüncelerden yapımcı Robyn Slovo çekip alıyor: “Atina sahnelerini Atina’da çektik. Ama prodüksiyonla ilgili bazı nedenlerden dolayı bir kısmını da burada çekelim dedik. Merak etmeyin, biz İstanbul’da başka bir yerin filmini değil, İstanbul filmi çekiyoruz!”
ARGO FİLMİNDE OLANLARI BİLİYORUM
Her şeye rağmen içim rahat etmiyor, Ben Affleck’in yönettiği “Argo” filminin İran sahnelerinin İstanbul’da çekildiğini hatırlatıyorum. Slovo, durumdan haberdar olduğunu söylüyor: “Argo’da olanları biliyorum. Ama biz İstanbul’da İran sahnesi çekmeye gelmedik. İstanbul’a geliş amacımız, İstanbul’u çekmek... Burası film çekmek için çok güzel bir şehir. Burada sadece bir atmosfer değil birçok katmanlı mekanlar bulabiliyorsunuz. O yüzden ikinci kez buradayım ya.”
Ben “Madem böyle komplimanlar yapıyorsunuz, memnuniyetinizi dostlarınıza da iletin” diye düşünürken, aklımdan geçenleri okur gibi ekliyor: “Bütün arkadaşlarıma anlatıyorum İstanbul’u... Kim bilir, belki bu film son olmaz, bir kez daha geliriz.”
PARİS ÇEKİMLERİ İSTANBUL’A TAŞINDI
Komplimanlar birbirini izleyince İstanbul’un kendisine neden bu kadar cazip geldiğini soruyorum. İlginç bir açıklama yapıyor. Meğer filmin hikayesi aslında Fransa’da geçiyormuş ama çekimleri burada yapabilmek için senaryoyu değiştirmişler: “İkinci kez buradayız çünkü konu İstanbul’da geçiyor. Aslında filmin önemli bir bölümü Paris’te geçecekken dümen İstanbul’a kırıldı. Bir diğer neden ise şehrin çok fazla değişime uğramamış olması. ‘Tinker Tailor Soldier Spy’ın 1970’lerde geçmesi gerekiyordu, bu detayı İstanbul’da çok rahat biçimde çözdük. ‘The Two Faces of January’de ise 1960’larda olmamız gerekiyor. Ve İstanbul’un tarihi dokusu bize bu imkanı tanıyor.”
HİPODROMUN İÇİNE HAVAALANI KURDUK
Biz Vodina Caddesi’nde dolaşırken, yanım jilet gibi ütülü mavi takım elbisesi içinde Viggo Mortensen geçiyor. Yönetmen masasındaki monitörün başında ise Hossein Amini’yi görüyorum, neredeyse göz kırpmadan oturuyor.
Kafamı diğer yana çeviriyorum, bornozlu Kirsten Dunst ile göz göze geliyorum. Dunst, sanki ekmek almak için bakkala çıkmış Türk kızı; o kadar rahat, o kadar kayıtsız ve kendi halinde... Neden bu kadar etkilendiğimi merak edenler için bir hatırlatma yapayım; bu kadının ‘Melancolia’ filmindeki rolüyle Cannes’da en iyi kadın oyuncu ödülü kazanmışlığı var!
Devam ediyorum yürümeye... Ortalıkta dolaşan sayısız figüran var. Bu ne karmaşa! Yapımcı Robin Slovo bu konuya da açıklık getiriyor: “Kaotik değil ama kalabalık sahnelerimiz var. Bunun için 300’ün üzerinde figüranla çalıştığımız çekimler bile oldu.” Ve sonra sözü çekim detaylarına getiriyor: “Çekim yapacağımız yerler arasında Kapalıçarşı ve civarı, Karaköy, Taksim, Yeni Çarşı, Veli Efendi Hipodrumu ve bir de mezarlık var. Bu arada hipodromun içini 1960’ların havalimanı haline getirdik. Dört haftalık çekimler süresince beş de gece çekimimiz olacak. İstanbul’da işimiz bittikten sonra Londra’daki stüdyo çekimlerine başlayacağız.”
Slovo’nun keyfi ve memnuniyeti her halinden belli. Gülümseyerek “Viggo Mortensen, Oscar Isaac ve Kirsten Dunst gibi üç başarılı oyuncu ile çalışıyoruz. Ne diyebilirim ki? Müthiş insanlarla çalışıyoruz” diyor.
Haliyle bu dev ekibin çekimden arta kalan saatlerde neler yaptığını, nerelerde zaman geçirdiğini merak ediyorum: “Çekim olmadığı zamanlarda herkes bir yerleri geziyor, şehri keşfediyor. Ve tabii alışveriş yapıyor.”
“GECEYARISI EKSPRESİ” SIKINTISINI UNUTMADIK
Derken birçok yabancı filmin Türkiye’de çekilmesine önayak olan Alex-Zeynep Şantıroğlu Sutherland çifti sohbete katılıyor. AZ Celtic Films’in kurucusu olan çift, İstanbul’un yıldızının parlamasında önemli rolü bulunanlardan... İlk işleri “Tinker Tailor Soldier Spy”dı. Ardından “Argo” geldi. Şimdi sıra “The Two Faces of January”de.
İlk günkü heyecanını koruyor görünen Alex Sutherland, hızlı hızlı anlatıyor. O “Bizim gibilerin desteğe ihtiyacı var. Bize birçok iş geliyor ama seçici davranıyoruz. Ülkemizi iyi şekilde yansıtacak filmleri seçmeye çalışıyoruz” der demez lafı eşi Zeynep alıyor: “Biz Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi) sıkıntısını bilen insanlarız. Haliyle proje seçimlerinde dikkatli davranıyoruz. Tek bir filmle milyonlarca dolarlık reklam yapılabilir çünkü...”
Yollarının AZ Celtic Films ile nasıl kesiştiğini sorduğum Robyn Slovo, “Alex ile 2000 yılından beri tanışıyoruz. O nedenle ‘Tinker Tailor Soldier Spy’da AZ Celtic Films’le yani Alex ve Zeynep ile çalışmayı tercih ettik” diyor.
Son olarak “Türkiye’de çalışmak sizin için zor mu?” diye soruyorum. Slovo yanıtlıyor: “Çok kolay değil ama zor da değil. Burada çalıştığımız yapımcı şirket de, Türk ekip ve asistanlar da çok iyi. Ucuz mu diye sorarsan, biraz vergi iadesi alabilsek çok daha ucuza gelirdi tabii... Öte yandan kabul etmek gerek, çok pahalı da sayılmaz.”
TERZİ YİĞİT POLİS MEHMET
Günün en ilginç haberi Alex Sutherland’den geliyor: “Filmde çok yetenekli Türk oyuncular da var. Yiğit Özşener’i Terzi Yahya rolünde göreceksiniz mesela... Mehmet Esen ise sivil polis rolünde. Bir de Okan Avcı var kadroda.” Bizden birileri de önümüzdeki yıllarda BAFTA ya da Oscar adayı olur mu bilinmez ama daha pek çok yabancı yapımın Türkiye’ye geleceği kesin.
BELEDİYE DESTEĞİ
Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Türk yapımlarına olduğu gibi yabancı yapımlara da destek verdiklerini belirtiyor: “Ülkemizin tanıtımına katkısı olacak tüm projelere elimizden gelen tüm yardımı yapıyoruz.”