Güncelleme Tarihi:
İki şey beni fena sarstı bugün. Birincisi, Basın Enstitüsü Derneği’nin düzenlediği seminerlerden birinde konuşmacıydım bu sabah. Boğaziçi Üniversitesi’nde. Genç meslektaşlarımla iki saate yakın sahbet ettik. Sonra, Güney nizamiyeye kadar – solumuzda Boğaz’ın en güzel manzaralarından biri – bahar, güneş, mis gibi kokan çiçekler... yürüdük açık havada. Oksijen yaramadı herhalde, alışkın değilim artık.
Ama beni asıl etkileyen Bingöl’deki facia oldu bu sabah. O okul, tonlarca betonun, demirin altındaki çocuklar, ölenler toza kana bulanmış yatıyor, sıkışıp kalanlar, canı acıyanlar, dışarıda anneler, babalar... Tanrım! Yine “kamu binaları”, yine “devlet müteahhitleri”, rüşvet, çürümüşlük, ahlâksızlık... Tabiatın karşısındaki bu güçsüzlük hissi... Bozuk düzenin, yolsuzlukların, çirkefin karşısında insanı isyan ettiren bu çaresizlik...
Yine eskilerde arayacağım çareyi. Yıllarca önce yazdığım iki yazıda...
İki sene önce de MGK toplantısından, yolsuzluklardan, örtbas edilen hırsızlıklardan bahsediyormuşuz. Yani söyleyeceklerim eskimiş sayılmaz.
Kirliyle temiz
Köylü, Duvno'ya inmiş mallarını satmaya; "Şu Haham'a bir merhaba diyeyim, hem de kafamı kurcalayan soruyu sorarım" demiş.
- Haham Efendi, Zebur öğretisi ne demek? Bilgelerden, kutsal kitaplardan bahsediliyor... Ne anlatır bu kitaplar, söyle bana!
- Soruna cevap veririm vermesine de, ne kadar vaktin var?
- En fazla bir saat... Sonra hava kararır, köye dönemem.
- O zaman şimdi git, vaktin olunca gel. Ben sana bir saatte Zebur'un ne öğrettiğini anlatamam...
Ama köylü yapışkan, kafaya koymuş ya bir kere:
- Havra'ya paramızı aksatmadan veriyoruz, sonra bir işimiz düşünce bizi başından savıyorsun...
- Peki peki otur! Zebur'un mealini sana bir örnekle özetleyeyim: İki hırsız kimse yokken bacadan eve girmiş. Birinin yüzü kurumdan kapkara, diğerininki temiz. Sence, evden çıkmadan önce, hangisi gidip yüzünü yıkar?
- Kolaaay, tabii yüzü kirli olan gidip yıkar.
- Hiçbir şey anlamadın. Yüzü pis olan, karşısındakinin yüzünün temiz olduğunu görünce, kendi yüzünü de temiz zanneder. Halbuki, yüzü temiz olan, suç ortağının yüzünü görünce, kendi yüzünün de kara olduğunu zanneder ve yüzünü asıl o yıkar.
Köylü bir an bocalamış, ama yüzü gülmüş tekrar:
- Vay be! Zebur amma derinmiş yahu. Kendim bulamadım ama, köylü möylü, senin söylediğini çok iyi anladım, Haham Efendi!
- Yaa, işte sana bunun için, boş vaktin olunca gel dedim, demiş Haham. Sen hiç bacadan giren hırsızın yüzünün temiz kaldığını gördün mü? Üstüne vazife olmayan sorular sorarsan, cevaptan da bir halt anlamazsın. Hadi uğurlar ola...
*
Bu yukarıdaki bir fıkra değil, bir derstir. Ankara'da bakanlık da yapmış, çok tecrübeli bir büyüğümün, bana verdiği bir ders.
Sorum gayet basitti aslında: "MGK'da kavga çıktı. Cumhurbaşkanı, hükümeti yolsuzlukların üzerine gitmemekle, hatta bunları örtbas etmekle suçlamış. Bana bir anlatsanız, yolsuzluk deniliyor, bir sürü şey anlatılıyor. Neye inanalım?"
- Anlatması da anlaması da o kadar kolay değil!
Bu dersi hak ettim. Galiba henüz Zebur'u anlayacak hale gelemedim.
*
Evet, böyle yazmışım 27 Şubat 2001’te, Milliyet’te.
Ama, altına da eklemeyi ihmal etmemişim o zaman:
Bahara Allah kerim!
Hafta sonu bir vesile oldu, Sertap Erener'in son kasetini dinledim.
Yıllar önce, bir şarkısıyla beni ayakta tutmuştu, Sertap Erener.
İşlerimin çok kötü gittiği günlerdi. Şirketim kapanmış, şartları kötü de olsa, yeni bir işe girdiğim için kendimi şanslı saymıştım. Ama günler zordu. İçim kararmıştı. Hayatın tam orta yerinde... yeniden başlamak gerekmişti.
Yeniden başlamak değildi beni yıldıran, alışıktım buna. "Galiba ben bu işi beceremeyeceğim" diye, yılgınlıktan korkuyordum.
İçim kararmış, bezgin, evin yolunu tuttuğumda dinlediğim bir şarkı.
İşinde ağlayamazsın, kuyruğu dik tutacaksın. Evinde ağlayamazsın, moral bozmayacaksın.
Ama yollar senin. Kaseti takar, bağıra bağıra ağlarsın Sertap Erener'le...
Değmeyin feryadıma, figanıma değmeyin.
Eğer sevda bu demekse, ben vazgeçtim, sevmeyin.
Garipliğim kader değil, gülmeyin.
Bu kış da efkarlıyım, bahara Allah kerim...
Hadi yüreğim ha gayret; hele sıkı dur, hele sabret!
Başını eğme, dik tut; bu bir rüyaydı farzet...
Sertap Erener'e uzaktan teşekkür etmiştim o gün. Sezen Aksu'yu da unutmadan.
*
İki sene ve şu kadar ay geçmiş bu yazıların üstünden.
“Kirliyle temiz” yazısı... tamam!
“Bahara Allah kerim!” yazısı?
Bilmiyorum, galiba umudumu kaybediyorum artık!