Güncelleme Tarihi:
“Touch”ın ilk sezonunu geride bıraktık, artık sormanın vaktidir: Jack Bauer’dan sonra Martin Bohm ile nasıl bir bağ kurdunuz? İki karakterle kurduğunuz ilişkiyi değerlendirir misiniz?
- İki karakter arasında özellikle duygusal anlamda çok, çok büyük bir fark olduğunu söyleyebilirim. “24” ve “Touch”ın dinamikleri farklı. Jack olayları daha geniş bir perspektifte ele alıyordu, Martin’in ise bir odağı var; oğlu. Dünya onun etrafında dönüyor. “Touch”ta ilk sezon bir babanın oğluyla iletişim kurma çabasını izlediniz, son iki bölümde New York’tan ayrıldıklarında iş değişti, artık oğluyla ilgili bir ölüm-kalım meselesi var. Bununla birlikte Martin’in hayatına biraz “Jack Bauer aksiyonu”nun geleceğini söyleyebilirim, çünkü oğlunun peşinde olan adamlar yüzünden artık büyük tehlike söz konusu. Bu da ikinci sezonun tansiyonunu artıran en önemli konu. Her ne kadar duygusal açıdan Martin’le Jack Bauer çok farklı adamlar olsalar da aksiyon açısından biraz daha birbirlerine yaklaşacaklar. Geçen gün uzun yıllardan sonra -nihayet- birini kovaladığım bir sahne çekiyorduk, “24”ten beri bizimle çalışan bir dostumuz “Seni tekrar koşarken görmek güzel, açıkçası artık koşabildiğini düşünmüyordum” dedi!
Çok genç bir oyuncu; David Mazouz ile birlikte çalışıyorsunuz, onunla işler nasıl? Sette iyi anlaşıyor musunuz?
- Müthiş. Cep telefonu yok ve annesi onu işe zamanında getiriyor! Şaka bir yana, gerçekten müthiş bir çocuk. Onunla birlikte çektiğimiz ilk sahneden beri böyle bir iş çıkaracağını biliyordum. Duygularını konuşmadan bu kadar net ifade edebilmesi, gerçek bir yetenek olduğunu gösteriyor. Benzersiz bir çocuk. Her gün işe büyük bir heyecanla geliyor ve bu hali bana oyunculuğa ilk başladığım zamanları hatırlatıyor. Sanırım yaşlandıkça bazı konularla ilgili duyarsızlaşıyoruz ve bu bulaşıcı bir durum. Onun bu halini görmek hepimize iyi geliyor. Normalde çocuklarla çalıştığınızda bir sahneyi çekebilmek için sakinleşmelerini beklersiniz. David tam aksi, çok sakin bir çocuk. Hatta bazen biraz daha oynaması ve eğlenmesi için onu cesaretlendiriyoruz. O ise okumayı seviyor. Gerçekten farklı bir çocuk. Üstelik kendini yaptığı işe adamış ve odaklanmış, iyi bir aktör. Artık kendini yanımızda rahat hissetmeye başladı. Ona oyunculukla ilgili verdiğimiz tavsiyelere karşı önerilerde bile bulunuyor, “Peki öyle değil de, böyle yapsam nasıl olur?” diyor, kendi fikirlerini de ortaya koyuyor. Onunla ilgili ne desem az, harika bir çocuk…
Geçen seneki röportajımızda “Touch”ın dünyanın dört bir yanından farklı ülkelere ve insanlara yer veren renkli yapısının dizinin en güçlü yanlarından biri olduğunu söylemiştiniz. İzleyiciyi ters köşeye yatıracak sürprizler beklemeli miyiz bu sezonda?
- “Touch”ın roman gibi örülmüş bir yapısı var, olayların sağladığı koşullara göre drama ve tansiyon yükseliyor. İnsanlar sürprizlere ancak iyi örülmüş hikayelerde güçlü bir şekilde tepki verirler. İzleyicinin beklemediği bir hareket yaptığınızda bunu, onlara hissettirmeden doğru manevralarla kontrollü bir biçimde yaparsanız istediğiniz tepkiyi alırsınız. Beklenmedik durumları, izleyicinin hikayenin bir parçası olarak görebilmesini sağlamak gerekir, izleyiciyi savunma mekanizmaları düşmüşken yakalamalısınız mesela... O zaman başarılı olabilirsiniz. Ve evet, biz de her zaman bunu yapmaya çalışıyoruz.
KIZIM OYUNCU OLMAK İSTEYİNCE HAYAL KIRIKLIĞINA UĞRADIM
“24”ün filminin çekileceğini duymuştuk, son durum nedir?
- Hiçbir fikrim yok! Son zamanlarda tek odağım “Touch”. “24”ün filminin yapılması için çok çalıştım ama artık konu benim dışıma çıktı. Biraz önce anlattığım gibi hâlâ koşmayı becerebiliyorken “24”ün filmini de yapmak isterim tabii! Şaka bir yana, ne zaman bilmiyorum ama en kısa zamanda bu projenin gerçekleşmesini umuyorum...
Mesleğiniz bir “aile geleneği” olarak kızınızda devam ediyor. Destekliyor musunuz onun bu seçimini?
- Bence oyunculuk nesilden nesle pas edebileceğiniz bir meslek değil. Evet, kızım da oyuncu olmayı seçti, bu konuda yapabileceğim tek şey, ancak ona yalnız olmadığını hissettirmektir. Bazı tatsız deneyimleri, mesela geri çevrilmeyi, hayal kırıklıklarını ilk defa yaşayacak şimdi. Yaşadığı üzüntüleri benimle pek paylaşmıyor pek; kendi yolunu kendi bulmak istiyor.
Kızınız Sarah oyuncu olmak istediğini söylediğinde endişelendiniz mi? Yoksa gururlandınız mı?
- Esasına bakarsanız hayal kırıklığına uğradım.
Neden?
- Çünkü hayli akıllı bir kızdır. İnanılmaz bir öğrenciydi, okulunu sınıf birincisi olarak bitirdi. İstediği her şey olabilirdi ama o oyunculuğu seçti. Bana gelecek olursak, eğer aktör olmasaydım Kuzey Ontario’da telefon kablosu döşüyor filan olurdum herhalde! Gerçekten, kendimle karşılaştıramam kızımı. Harika bir yazar, çok akıllı bir insandır. Ama bu onun seçimi...
Vazgeçirmeye kalkmayacaksınız yani!
- Hayır, hayır... Babamla birlikte onun bir oyununu izlemeye gitmiştik bir gün. Oyundan sonra babamla akşam yemeğine çıktık ve yemekte konuşmadan uzun süre birbirimize baktık. O uzun sessizliğin sonunda ilk konuşan babam oldu ve dedi ki; “Kiefer, o gerçekten iyi bir oyuncu!” Ben “Evet... Evet... O... Gerçekten iyi, biliyorum” diye lafı ağzımda gevelerken “Bunu bildiğin için mi oyunculuk yapmasına izin veriyorsun?” diye sordu. Durdum ve sadece “Onu durduramıyorum” diyebildim. “Ben de seni durduramamıştım Kiefer” dedi. Evet, çok yetenekli bir kız ama tüm babalar gibi ben de aynı şeyi söyleyeceğim: Doktor da olabilirdi!
BABAMLA WESTERN FİLMİ ÇEKECEĞİZ
Siz bu işlere başladığınızda anne ve babanız size rehberlik etmiş miydi?
- Annem ve babam en büyük ilham kaynağımdı, özellikle de annem. Okuldan sonra çalıştığı tiyatroya giderdim. O sahnedeyken ödevimi yapar ve bir yandan büyük hayranlıkla oyunculuğunu izlerdim. Her gece insanların gelişini, oyunda aynı yerlerde gülmelerini, aynı yerlerde tepki vermelerini izler ve “Oyuncular her gece aynı etkiyi yaratmayı nasıl başarıyorlar?” diye hayret ederdim. Oyunculuk, en başta bu sebepten ötürü ilgimi çekiyordu.
Peki ya babanız Donald Sutherland? Onun etkisi nasıldı üzerinizde?
- 18 yaşında Los Angeles’a “Stand By Me” filmini çekmek için geldiğimde bir arkadaşımda babamın tüm filmlerinin VHS kopyalarını buldum. Büyürken babamın “Fellini’s Casanova” veya “Don’t Look Now” gibi filmlerini izlememe izin yoktu. Pek filmlerini izlemediğimden babam benim için “ünlü bir oyuncu”ydu sadece, nasıl bir oyuncu olduğunu bilmiyordum. Bir hafta sonu arkadaşımdan bu video kasetleri aldım, oturdum ve arka arkaya 9 film izledim. “Kelly’s Heroes”, “Klute”, “The Day of the Locust”, Bertolucci’nin yönetmenliğini yaptığı “1900”... İzledikten sonra babam benim için “ünlü bir oyuncu” dan, hayatımda gördüğüm en “çok yönlü oyuncu”ya dönüştü. Karakterler birbirinden o kadar ilgisizdi ve her birini öyle güçlü canlandırmıştı ki, bir oyuncu olarak son derece büyük bir etki bıraktı üzerimde. Ondan önce -evet- babamın çok ünlü olduğunu biliyordum ama ne kadar iyi bir aktör olduğunu bilmiyordum. Ve çok kısa bir süre içinde babam, olmak istediğim oyuncu haline dönüştü. Düşünebiliyor musunuz, sadece bir hafta sonundan bahsediyorum, babamın bu yönünü tanıdım ve “İşte ben bu işi yapmak istiyorum. Böyle bir oyuncu olmak istiyorum” dedim. Önce sandım ki saçımı farklı bir renge boyayıp farklı göründüğüm zaman başarabileceğim. Kısa zamanda yanıldığımı anladım. Mesele farklı karakterler yaratabilmekteymiş meğer... Hayatımın daha sonraki evrelerinde babamın çok önemli etkileri olmuştur, bilhassa yaptığım seçimlerle ilgili olarak.
Birlikte çalışmayı düşünüyor musunuz?
- Evet. Birlikte bir western çekeceğiz. Nisanda Kanada’da başlıyoruz. Bu, iç savaştan sonra annesinin ölüm haberiyle eve dönen oğlun, uzun yıllardır hiç görmediği babasıyla olan hikayesi. Anneyi birlikte defnediyorlar ve çiftliklerini kurtarmak için mücadele edecekleri bir dönem başlıyor. Birbirlerini keşfediyorlar. Çok güzel bir hikayesi var. Bu proje beni çok heyecanlandırıyor...
ESKİDEN NASILSAM, ŞİMDİ DE ÖYLE YAŞIYORUM
Sosyal medyayı nasıl kullanıyorsunuz? Twitter’da bir hesabınız var ama sık yazmıyorsunuz, neden?
- Biraz kendine dönük ve kapalı bir insanım, sanıyorum Twitter bunun tam aksi olmayı gerektiriyor. Benim için insanlara “teşekkür ederim” demek için imkan tanıyor, sadece bu kadar. Oradaki varlığımı limitli tutmaya çalışıyorum. Bugüne kadar hiç kimseden bir politikacıyı desteklemelerini istemedim. Birilerinin yaptığı sosyal bir çalışmayı desteklemelerini veya ona katılmalarını istemedim veya onlardan para istemedim. Dediğim gibi, sosyal medya sadece izleyenlerime, bana bunca yıl verdikleri destek için teşekkür etmenin bir yolu sadece. Öte yandan iletişimin niteliğini ve hızını değiştirdiğini biliyorum ve bunun farklındayım, bunun gelecekte insanlığa dair iyi yönde büyük değişimlere yol açacağına inanmak istiyorum.
Teknoloji birçok insanın hayatını değiştirdi, özellikle iletişim konusunda. Esasında hayatımızın her alanına dokundu diyebiliriz, bilgiye bile 10 yıl öncesinden farklı yöntemlerle ulaşıyoruz. Sizde durum nedir?
- Ben günde 400 mail’e cevap verenlerden değilim. Hâlâ kağıt üretiliyor ve kütüphaneler var. Eskiden bilgiye nasıl ulaşıyorsam, hâlâ öyle yapıyorum. Kütüphaneye gitmeyi seven türden bir insanım. Kahvaltıda elimde gazeteyi tutmayı, öyle okumayı severim. Yani, konu sadece bilgiye ulaşmak değil tabii, benim yaşam hızım veya yaşamımın gereklilikleri büyük bir değişim getirmedi. Neticede ben hisse senedi satan biri değilim. Bugün olanlar, hikayemizi veya yaşarken kullandığımız yöntemleri değiştiriyor olabilir ama “insan olma hali” tüm teknolojiye rağmen aynı. Günde 14-15 saat çalışan biri olarak, yeni teknoloji ve yeni yöntemler hayatımda kendilerine büyük alanlar açamadı diyebilirim...