Güncelleme Tarihi:
Aslında edebiyata meraklıydım. İlkokul üçüncü sınıftayken Maarif Vekâleti, bir yarışma açtı. Birinci oldum. Ondan sonra yazıp dergilere göndermeye başladım. Zamanla resme dönmeme rağmen edebiyatla bağımı koparmadım. Ulus gazetesinde ‘Defterimden’ başlığıyla köşe yazılarım çıktı. Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği’ni kurup, orada Sanat adlı dergiyi çıkardık. Sanat üzerine yazılar, sanatçı portreleri yazdım, kitaplar hazırladım. Yayınlanmamış hikâye denemelerim de var. Fakat ağırlığı resme verdim. Yeni çıkan ‘Gözlerinden Öperim’ kitabı, bana gelen mektupların tamamını kapsamıyor. Kitapta, Bilge Karasu, Orhan Peker, Avni Arbaş, İlhan Berk, Hamit Görele, Kuzgun Acar gibi 23 dostumun mektupları var.
ÖĞRETMENİMİN AÇTIĞI SERGİ
Milas’ta, ilkokul dördüncü sınıfta öğretmenimiz İstanbul’da, Eminönü Halkevi binasında ‘Milas Ortaokulu Öğrencileri Resimleri’ sergisi düzenledi. 1943 yılı. İkinci Dünya Savaşı devam ediyor. Beni ve Nihat Karaca adındaki arkadaşımızı da yanına aldı. Vapurla Küllük’ten (Sonra Güllük oldu) bir haftada İstanbul’a gittik. Bedri Rahmi’ye de davetiye yollamıştık ama gelememişti. Telefon ettim, “Sergimizi görmenizi çok istiyorum” dedim. “Reis” diye konuşurdu, “Valla Reis, işittim serginizi ama hiç vaktim yok, sen gel” dedi. Salıpazarı’ndaki evine gittim. Bedri Bey resim yapıyordu, bir tabureye oturup seyrettim. Böyle tanıştık. Ona, Akademi’ye öğrenci olmak istediğimi söyledim. Kayıt zamanı geçtiği için, “İstersen misafir talebe ol” dedi. İki ay misafir talebe olarak devam ettim akademiye.
Ortaokuldan sonra İzmir Lisesi’ne gittim. Ama gözüm hep Akademi’deydi. Babama haber gönderdim Milas’a. Akademide okuyacağım” diye... Bir hızla kalktı geldi, “Ressam olacaksın da ne olacak? Olmaz öyle şey” dedi. Peki dedim, liseye döndüm. Nihayet bir gün dedi ki, “Anlaşılan okumaya niyetin yok, kalk Milas’a gidiyoruz, sana sermaye vereyim dükkân aç. Yoksa İstanbullarda serseri olacaksın.” Milas’a götürdü beni. Kırcağız Köyü ilkokuluna vekil öğretmen oldum. Üç ay öğretmenlikten sonra sıtmayla mücadelede bataklık kurutma işinde amelebaşı olarak çalıştım. Bu arada vesikalık resim büyütüyordum kareleyerek. Beni, ‘İyi resim yapan bir çocuk’ diye tanıyorlar Milas’ta. Kaymakam da köylerin yol levhalarını yazma işini verdi. Bir buçuk yıl böyle geçti. Para biriktirince babamı da ikna ettim. Kalktım İstanbul’a gittim yeniden. Yetenek sınavını en iyi puanla kazandım. Orhan Peker ile de orada tanıştık. En yüksek puanla Orhan ve ben kabul edildik. Öyle başladım akademiye.
Bisiklete binmeyi beceremedim çocukken. Bazen bisikletleri resimlerime koydum. Kompozisyonun getirdiği bir gereklilik olarak yerde duran bisikletler yapmışımdır, psikolojik nedenleri yok. Küçükken çok iyi at binerdim. Arkadaşlarım da hayret ederdi, ‘Bu, bisiklete binemiyor ama çok güzel at biniyor’ diye. ‘Kömür Dağıtım Yerleri’ resimlerimde at figürünü biraz mahzun, hüzünlü olarak kulandım
“İlk kızımın adını Bedri Rahmi koydu: Elif. İkinci kızımın adı Zühra, annemin adı. Üçüncüsü Rengin. Bir de ressamca bir isim olsun dedik. Hacettepe’den emekli olduktan sonra kendime Ankara, İstanbul ve Bodrum’da bir yaşam kurdum. Kışın Ankara’da, yaz aylarında Bodrum’da kalıyoruz. Kuzguncuk’ta pek de sık gidip oturamadığım tarihi ahşap bir evim var”
BEDRİ RAHMİ
Anadolu’yu onun etkisiyle sevdim
Bedri Rahmi’nin, Güzel Sanatlar mecmuasında birkaç resmi basıldı. O resimlerden biri bir koltuğa yaslanmış bacak bacak üzerine atmış bir kadın figürü resmi. Onu çok sevdim ona benzer bir resim yaptım. “Reis, benden etkilenmişsin, vazgeç, etkilenecek başka usta mı bulamadın” dedi. Ülkü dergisinde Bedri Rahmi’nin Yuku Lele’ye mektuplar diye yazıları çıkardı. Yuku Lele Çinli bir ressam. O yazıları tutkuyla okurdum. Anadolu fikriyatını savunuyordu, hem resminde hem yazılarında. Biz öğrencilerinin Anadolu’yu sevmesi biraz onun etkisiyle. Bedri Bey halkçı, cumhuriyetçi, Atatürkçü bir insandı. Şahsiyeti de yakından tanıdıktan sonra çok sardı beni. Beni diğer öğrencilerinden ayrı tutar, Narmanlı Han’daki yerine beni de çağırırdı. Perşembeleri yakın dostlarını oradaki atölyesinde sohbete, içmeye davet ederdi. Sabahattin Âli, Orhan Veli, Sait Faik gibi isimler gelirdi. Bir gün, Sait Faik yanımda oturuyordu. Yeditepe dergisi sahibi Hüsamettin Bozok ile tartıştılar, Sait Faik’e, “Adadan çıkmamış bir adamsın, ne bilirsin sen” dedi. Kapıştılar yani.
PARİS
Friedlander gravürünü imzaladı
Diyarbakır’dayken Paris’e burslu gitmek için bakanlığa müracaat etmiştim. Ankara’ya çağırdıklarında Paris’e gönderilme kararı da çıktı. Sonra Fransızlar da burs verdi, bir buçuk yıl da onların bursuyla kaldım. Toplam iki yıl. Louvre’da, Goya’nın, ‘Marquise de Solana’ adlı resmini çok sevdim. Dilekçe verdim, izin çıktı. Benim istediğim günlerde sehpamı getirip resmin önünde hazır ediyorlardı, haftada iki gün gidip çalışıyordum. O kopyayı getirdim, burada sergiledik. Çok beğenildi. Üstüne yazılar yazıldı. İstanbul Resim Heykel Müzesi’ne aldılar. Paris, beni zenginleştirdi kuşkusuz. Çağımızın en büyük gravür sanatçılarından olan Friedlander’ın atölyesine devam ettim. İlk gravürümü gören Friedlander çok beğendi, benimle ilgilendi. Bir gün bitirdim artık gideceğim dediğimde bir gravürünü çıkarıp, ‘Turan Erol’a...’ yazdı, imzaladı verdi bana. Oradaki diğer sanatçılar hayretler içinde kaldılar.
ANKARA
Her şehre resim galerileri açtım
Ankara’ya gelişim 27 Mayıs sonrasında. Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü’nün yeniden organizasyonu için birini arıyorlar. Şube Müdürü olarak başladım. Genel müdür yardımcılığı ve sonra da genel müdürlük yaptım. Vilayet Galerileri benim zamanımda açıldı. Bu arada 1963’te ilk şahsi resim sergimi kendi kurduğum Ankara Sanat Galerisi’nde açtım. O sergiden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü hocaları beni ziyarete geldi; “Seni bize hoca istiyoruz” dediler.
DİYARBAKIR
Sıradan değil kalıcı işler peşindeydim
Akademiden mezun olunca askere gittim. Sonra Diyarbakır’a Ziya Gökalp Lisesi’ne atandım. Diyarbakır’ı çok sevdim. Orada evlendim. ‘Yudum’ diye bir dergi çıkardım. Edebiyat geceleri düzenledim, Cahit Sıtkı Tarancı’ya gittik öğrencilerle, hasta yatağında ziyaret ettik. Diyarbakır’da dikkate değer yaptığım ilk resim ‘Köyden Çıkış’. Diyarbakır dağ köylüleri, pazaryerine gelirlerdi; yayan yapıldak, eşyaları eşeklere yükleyip. Onları anlatan birkaç resim yaptım, ‘Meyan Kökü Şerbeti İçenler’ gibi. Öyle sıradan değil, hep kalıcı işler yaptım.
“Benim resmimde hüzün vardır. Resimlerimin önünde duran biri dinginlik, sessizlik, yalnızlık, hüzün duyarsa amacıma ulaşmış olurum. Bu toprakların yansımasıdır resimlerim. Bir söyleşide, “Kabul edilmiş güzelliklere düşkün biri değilim” demiştim. Kabul edilmiş güzellikler nedir? Güzel bir deniz, bir yamaç, fıstık çamları gibi öyle basmakalıp sevilen manzara tipleri vardır. Gonca güller, zambaklar gibi. Zambak resmini değil de bir enginar çiçeğini, bir tekne kaburgasını tercih ediyorum mesela”
AĞRI DAĞI
Benim resimlerimde daha görkemli
Yaşar Kemal ile Akademi günlerimden tanışıyorduk. Kendisine sevgiyle yaklaşan biri olarak beni unutmadı hiçbir zaman. Bir karşılaşmamızda, “Benim için kitap kapağı yapar mısın?” dedi. ‘Yusufçuk Yusuf’ ve ‘Demirciler Çarşısı’ kitaplarının kapaklarını yaptım. Bilhassa ‘Yusufçuk Yusuf’un kapağındaki resmi çok sevmiş olmalı ki, onu imzalayıp gönderdi. Haluk Şahin, ‘Ağrı’ya Dönüş’ kitabının kapağında benim Ağrı resimlerinden birini kullanmak istedi. Ona izin verdim. Ağrı’yı görmeden dostum Ara Güler’in fotoğraflarından etkilenip resimlerini yapmıştım ama sonra gidip gördüm. Benim yaptığım resimlerdeki Ağrı Dağı daha görkemliydi.