Törende 50 yıllık tiyatro hayatının kısa bir muhasebesini yapacaktı. Böyle bir konuşma hazırlamıştı ama olmadı çünkü para ödülünü bağışlamayı planladığı Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nin kurucusu Türkan Saylan’ın evi Ergenekon davası nedeniyle aranıyordu. Bunun üstüne Erkal, biraz kırgın biraz şaşkın bir şekilde “Bu ülkede muhalifler susturuluyor” dedi. Ona, planladığı halde yapamadığı konuşmayı sorduk.
? Aydın Doğan Vakfı’nın verdiği ödülü alırken politik bir konuşma yapmayı planlamamıştınız aslında değil mi?
-Hayır, aksine 50 yıllık sanat hayatım ödüllendirdiğine göre “Ben bu yola nasıl çıktım” onu anlatmalıyım, 50 yılın bir hesaplaşmasını yapmalıyım diye düşünmüştüm.
? Orhan Pamuk’un Nobel alırken yaptığı Babamın Bavulu konuşması gibi bir şey yani?
-Aynen öyle. Zaten benim de ana karakterim babam. Anlatacağım şey şuydu: İlkokula gidiyorum, karnemi alıp sevinçle eve gelmişim. Çünkü hepsi pekiyi, bir tek resim iyi. Babam karneye şöyle bir baktı ve resim neden pekiyi değil dedi. Ertesi gün beni resim derslerine başlattı. Düşünebiliyor musunuz? Ona göre ben hiçbir zaman iyi olamazdım, pekiyi olmam şarttı.
? Ne kadar zor...
-Tabii. Babam deniz subayıydı, çok disiplinli ve mesafeliydi. Ama asıl önemlisi mükemmeliyetçiydi. Resim dersini aldıktan sonra o dersi de pekiyi yaptım ve yılsonunda yine koşa koşa eve gittim. Fakat bu kez de sınıf birincisi değil, ikincisiyim. Durdu durdu, neden birinci değilsin dedi. O gün sırtıma öyle bir yük yükledi ki, hayatım boyunca hep kendimle yarış etmek mecburiyetinde hissettim.
? Anneniz tampon bölge olmadı mı, bu kadar yüklenmesek çocuğa filan diye?
-Hiç olur mu! Annem de en az babam kadar mükemmeliyetçiydi. Dönemin ünlü terzilerinden... Terzi Nebahat denince akan sular dururdu. İlk araba kullanan kadınlardan, yeniliklere açık, tam bir modern Cumhuriyet kadınıydı. Çok hırslıydı. Babamın mükemmeliyetçiliğini de kullanırdı. Bak böyle yapma, aman baban kızar derdi, halbuki kendi fikri de o yönde olurdu.
YAHU 50 YIL GEÇTİ HÂLÂ YAPRAK GİBİ TİTRENİR Mİ? Tiyatrocu olmanıza da karşı çıkmışlar, niye?
-Onların gözünde ben mühendis ya da operatör doktor filan olmalıydım. Aslında sanat ve edebiyatla çok ilgiliydiler. Evde klasik müzik ve şansonlar dinlenirdi. Ben de ilkokulu Fransızca okudum, sonra Robert Kolej’e gönderdiler. Bütün klasikleri orijinal haliyle hatmetmişimdir onların sayesinde. Yani tiyatrocu olmamı istememelerinin sanattan uzak olmalarıyla ilgisi yoktu. Sadece benim başarısız olmamdan korktukları için karşı çıktılar. Haklılardı da; tiyatro yapacağım dersen ve bu işi kıvıramazsan hayatın boyunca mutsuz olursun.
? Baba böyle derken siz nasıl emin oldunuz kıvıracağınızdan?
-Onu hissedersin. Robert Kolej’deyken çok iyi hocalardan ders alıyor, amatör tiyatro yapıyordum. Seyirciyle aranızda bir kıvılcım çakıyorsa bu iş tamamdır. Zaten sonradan beni çok destekledi babam. Son yıllarında ALS hastalığına yakalandı, aklı yerinde olmasına rağmen vücudunu hareket ettiremiyordu. İlk oyunlarımdan Kerem Gibi’yi kasede çekip ona yatakta dinlettim, gözleri doldu. Ama tabii babamın o küçük yaşlarda bana geçirdiği mükemmeliyetçilik şartı ben de hala “Yeterince iyi bir oyuncu muyum?” duygusu yaratır.
? Hâlâ mı?
-Geçen gün başıma geleni anlatayım: Marx’ın Dönüşü oyununu hazırladım. Prömiyer geldi çattı, kulisteyim. Nasıl elim ayağım titriyor, anlatamam size. Bir yandan kendi kendime “Yahu sen 50 yıldır bu kadar sınav verdin, yeter artık, işte iyi kötü bir şey yapacaksın” diyorum, bir yandan da yaprak gibi, zangır zangır... Ben böyleyim işte. Her oyunu bir ölüm kalım meselesine dönüştürürüm.
YILDIZ HOCA’YLA ÇALIŞMAK HAYATIMA YÖN VERDİ? Babanız dışında sizi başka kimler etkiledi?
-İsmail Dümbüllü, Şevki Şakrak, Muammer Karaca gibi tuluatın yıldızlarını çok izledim gençliğimde. Bugün yaptığım tiyatroyla ilgisi yokmuş gibi görünmesine rağmen onlardan geleneksel tiyatromuzdaki göstermeci oyunculuğu öğrendim. Yani büründüğü karaktere dışarıdan bakan, eleştiren bir oyunculuk tarzı kaptım.
? En çok kimden öğrendiniz?
-Babam engel olduğu için konservatuar okumadım, İstanbul Üniversitesi psikoloji bölümünü bitirdim. Bir yandan Beckett ve Ionesco’yu Türkçe’ye çeviriyorum bir yandan amatör tiyatro yapıyorum. Muhsin Ertuğrul, Çöl Faresi’nde oynamam için Muammer Karaca Tiyatrosu’na çağırdı beni. Ama oyunda ne starlar var; Müşfik Kenter, Şükran Güngör, Lale Oralıoğlu, Cahit Irgat, Turgut Boralı, Karman Yüce, Sadri Alışık. Amatör tiyatrodan bir anda böyle bir kadro içine girdiğimde kendimi çok ezilmiş hissetmiştim. Ama işte o oyun sırasında en büyük ustamla tanıştım; Yıldız Kenter. Onunla çalıştığım üç buçuk yıl hayatıma yön vermiştir.
AKP İKTİDAR OLDU CAN DOSTLARIMLA AYRI DÜŞTÜM
? Aydın Doğan Vakfı’nın size verdiği para ödülünü neden tiyatronuz için kullanmak yerine bağışladınız. Çok mu varlıklısınız?
-Hayır hem de hiç değilim. Ama şükür ki tiyatromun borcu yok, oyunlarımız iyi gidiyor. Ödülü Türkan Saylan’ın derneğine bağışlamamın başka bir sembolik bir anlamı vardı. Bence biz de bir eğitim seferberliğine girmeliyiz diye düşünüyorum. Türkan Saylan çok önemli bir iş yapıyor, bir sürü öğrenciye burs veriyor.
? Son Ergenekon dalgasında Türkan Hanım’ın evinin aranması sizi çok sarstı değil mi?
-Çok ama çok üzüldüm. Günler önce konuşmuştuk ve ona çeki ÇYDD’ye bağışlayacağımı söylemiştim. Çok sevinmiş, bu parayla kaç çocuğunun kaç yıl okutulacağını hesaplamıştı. Törene davet etmiştim ama o sabah bir anda bu Ergenekon aramasıyla karşı karşıya geldi, sarsıldım ben de. Ama sonra düşündüm ve sevindim.
? Nasıl?
-Bu Ergenekon işinde o kadar saçmalamaya başladılar ki artık, bir Beckett oyununa dönüştü her şey. Yani absürd. Çünkü belli bir kesim var, Ergenekon’un Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından önemine dikkat çeken... Onları bazı şeyleri görmeye ikna etmek çok zordu. Şimdi onlar da bunu görecek diye düşündüm.
? Onlar dediğiniz kim?
-İktidar partisinin kuyruğuna takılanlar. Artık yahu biz bunu mu savunuyoruz diyecekler diye umuyorum. Ne oldu biliyor musunuz? Çok yakın dostlarımla aramıza büyük bir uçurum girdi. Büyük ve tehlikeli bir çatlak bu! Bir fay hattı oluştu ve bir kısmımız bir tarafta, diğerleri öbür tarafta kaldı. O kadar üzülüyorum ki yıllarca içtiğimiz su ayrı gitmeyen bazı arkadaşlarımla bazı konuları konuşamaz hale geldim. Şimdi bu dostluk nasıl sürecek? İşin kötü yanı ben iki tarafı da çok aşırı buluyor, hiçbirine ait hissetmiyorum. Fay hattına düştüm, düşeceğim yani o vaziyetteyim.
? Ergenekon’la birlikte mi ayrı düştünüz dostlarınızla?
-Çok daha evveliyatı var. AKP iktidarıyla başladı her şey.
MARKSİST SOSYALİST ATATÜRKÇÜ KOKTEYLİYİM? Siz kendinizi Atatürkçü mü, sosyalist mi, Marksist mi, liberal mi olarak tanımlarsınız?
-Liberal değilim. Atatürkçü, sosyalist ve Marksist kokteyli olabilirim ancak.
? Sizce Ergenekon davasının hiç mi faydası yok yani, ülkeyi çetelerden temizlediğine inanmıyor musunuz?
-İnanmaz olur muyum... Darbe girişimi planlayan bir örgüt varsa elbette bunun sonuna kadar gidilmeli. Burası kesin. Ama bunu bahane ederek ülkedeki iktidara muhalif sesleri susturmaya çalışmak, bütün davayı çuvallatıyor bence.
YAŞAYAN FOSİL OLMAYA DAYANAMAMGeçen gün Londra’daki bir oyunun fuayesine bir baktım, seyircilerin tamamı kır saçlı yaşlı insanlar. Vah bizim mesleğe, diye geçirdim içimden. Sonumuz mu yaklaşıyor? Bu kır saçlı insanlar öldüğünde kim gidecek tiyatroya? Hep bunları düşünerek gençlerin yeni hayat biçimine dokunan oyunlar yapmaya çalışıyorum. Çünkü benim için en kötüsü “Aman o da 50 yıldır hep aynı” sözünü duymaktır. Hep beklenmedik, ses getiren, gündeme oturan bir oyun sahnelemek zorunda hissediyorum. Aksi halde yaşayan bir fosil olurum. En korkuncu, en dayanılmazı bu olur herhalde.