üç kafadar, geceyi Brüksel’deki parkın çimenleri üzerinde geçirdiler. Sabah güneşi üzerlerine vurduğunda acıkmışlardı ve hiçbirinin cebinde tek bir frank yoktu. Arabaları vardı ama onun da benzini tükenmek üzereydi.
Az ilerdeki bir Türk restoranını hedef seçtiler. Bellerindeki silahları kontrol ederek daldılar kapıdan içeri. Ya para ödemeden doyuracaklardı karınlarını ya da içerdeki müşterileri ve kasayı soyacaklardı.
Bereket restoran sahibi Türk, aç ve parasız olduklarını söyleyen bu üç Türk gencine anlayış gösterdi. ‘Ne demek yahu? Sizi aç mı bırakacağız? Oturun bir masaya gençler’ dedi. Farkında olmadan büyük bir belayı savuşturmuştu adam.
Hemen bir masaya geçip karınlarını doyurdular. Uslu uslu teşekkürler edip, güle oynaya ayrıldılar restorandan. Ancak soygun fikrinden vazgeçmemişlerdi.
O gece geç saatlerde bir kumarhaneyi soydular. Temiz bir iş olmuş, kimse peşlerine düşmemişti. Kuytu bir köşe bulup parayı aralarında paylaştılar.
Bu ilk soygunlarıydı. Emek harcamadan bir anda paraya kavuşmak coşkulu bir sevinç duymalarını sağlamıştı. Parayı havaya savuracaklardı neredeyse. O coşkuyla bir arkadaşlarının Türkiye’deki oğluna postayla büyük bir koli oyuncak bile gönderdiler.
Bu üç gençten biriydi Ali. 1977 yılında Türkiye’den Hollanda’ya, babasının yanına gelmişti. Babasının evden işe, işten eve sürüp giden monoton yaşamına ancak üç yıl dayanabildi. Yuvadan uçtu ve iki arkadaşıyla birlikte doludizgin maceraya atıldı.
Amaçsız biçimde oradan oraya dolaşıyor, parasız kaldıkça, benzinci, kumarhane, restoran neresi denk gelirse soyuyorlardı. Ali, babası aklına geldikçe gülümsüyordu. ‘Benim pembe hayallerim var, iyi ki onun kadar renksiz bir hayat sürmüyorum’ diyordu. ‘Standart hayat’ düşmanı ilan etmişti kendini.
TÜRKİYE TATİLİYLEKÜÇÜK ÇETEDEN KOPTU
‘Küçük çete’yle birlikteliği kısa sürdü. Birkaç ay sonra Türkiye’ye ‘tatile’ gidişiyle birlikte koptu onlardan. Memlekette dolaşırken Mahmut adlı eski bir arkadaşıyla karşılaşması, yepyeni bir ilişkiler ağına sürükledi Ali’yi.
Mahmut, ‘Almanya’ya adam kaçırma’ işiyle uğraşıyordu. ‘Elimde dört adam var. Giderken onları da arabana al Almanya’ya götür, sen de payını al’ dedi. Aklına yattı bu iş. Tehlikesiz ve kolay görünüyordu. Bedavadan para kazanacaktı yine.
Tarih belirleyip, dört kaçakla birlikte K.Maraş’tan yola çıktı. Kaçakları Almanya’ya nasıl sokacağı konusunda doğru dürüst bir planı yoktu Ali’nin.
Uzun bir yolculuktan sonra vardılar Edirne’ye. Türkiye gümrüğünde sorun çıkmadı. Konut fonunu yatırıp, rahatça geçtiler sınırı.
Bulgaristan gümrüğünü aşmak bu kadar kolay değildi. ‘Vizesiz geçemezsiniz’ dedi Bulgar gümrükçü. Ali, sıkı bir pazarlığa başladı gümrükçüyle. İn aşağı çık yukarı derken 500 Alman Markı’na anlaşıp geçtiler kapıdan.
Aynı yöntemi Yugoslavya’da da başarıyla uyguladı Ali. Sıra Avusturya’ya gelmişti. Oradan rüşvetle geçmek imkansızdı. Sorun yeni başlıyordu.
Dört kişiyi koltukların altına saklayamayacağına göre çok fazla seçeneği de yoktu aslında. Yugoslavya çıkışındaki köyden bir harita alıp ara yolları inceledi. Sınır hattında güvenlik önlemi olmadığını biliyordu.
Dört kaçağa gösterdi bulduğu köy yolunu. ‘Arkadaşlar, siz gece bu yoldan yürüyerek geçeceksiniz sınırı. Ben de gümrükten arabayla geçip sizinle Avusturya tarafında yeniden buluşacağım.’ Orada bekleyeceği benzin istasyonunu da gösterip, yolu haritaya bakarak ezberlemelerini istedi.
Bütün günü köydeki minik bir restoranda geçirdiler. Heyecandan kaçakların ağzını bıçak açmıyordu. Saatler ağır akıyordu. Ali, geceyarısına doğru hareket emri verdi. Onlar iki grup halinde ara yola saparken, Ali de arabasına atlayıp gümrük kapısından girdi Avusturya’ya.
İKİ KAÇAK BEKLEMENOKTASINA GELMEDİ
Kısa sürede varmıştı buluşma noktasına. Arabayı bir kenara çekip koltuğa uzandı. Endişeli olmasına rağmen yol yorgunluğunun etkisiyle uyuyakaldı. Kaçaklardan ikisi camı tıklatıp onu uyandırdığında aradan 10 saat geçmişti.
Adamlardan ikisi yoktu ortada. Merakla beklemeye başladılar. Beş altı saat kadar sürdü gergin bekleyiş. Gelen giden olmayınca ümidi kesip yeniden yola çıktılar.
Tam otobana ulaştıkları sırada polisler önlerini kesti. Üç polis aracı etraflarını çevirmişti. Sınır karakoluna götürdüler onları.
Tahmin ettikleri gibi, yolu kaybeden iki kaçak gece devriyesine yakalanmıştı. Arabanın plakasını vermişler, buluşacakları yeri tarif edemedikleri için polis, otobana çıkış noktasına pusu kurmuştu.
Ertesi sabaha kadar karakolda misafir ettiler onları. Ali, ifadesinde para almadığını söyledi. ‘Almanya’ya götürebilseydim alacaktım’ dedi.
Yolu bulup Ali ile buluşmayı başaran iki kaçak, uyanık çıktı. Hemen iltica başvurusunda bulundular. Önceden hazırlamışlardı belki de bu senaryoyu. Yolu kaybeden diğer ikisi ise şanssızdı. Trenle geri gönderildiler Türkiye’ye.
Ali’ye gelince, o da cezalandırılmaktan kurtulamadı. 10 yıl, Avusturya’ya girme yasağı koyup, Yugoslavya gümrüğüne bıraktılar onu. İlk işi, hiç ummadığı biçimde fiyasko ile sonuçlanan Ali bu kadarla da kurtulamayacaktı.
Türkiye’ye gönderilen iki kaçak, K.Maraş’a varır varmaz Mahmut’un bürosuna gidip verdikleri parayı geri istediler. ‘Ne parası? Verdiğiniz para yollarda harcandı bitti’ cevabını alınca da, mali polise başvurdular.
Birkaç gün sonra Maraş’a gelen Ali’yi, Mahmut uyardı. ‘Polis ikimizi de arıyor, yakalarlarsa hapse girmekten kurtulamayız.’ Maraş’ta kalmak yerine arandıkları henüz sınır kapılarına
haber verilmeden yurtdışına kaçmaya karar verdiler.
Ali, ‘pembe hayalleri’nin kararmaya başladığını bu noktada fark edip, geri adım atabilirdi. Babasının yanına, ‘standart’ ama sorunsuz yaşama geri dönebilirdi. Ancak o, yaşamına ‘insan kaçakçısı’ olarak devam etmeyi yeğledi. ‘Palabıyık Ali’ydi lakabı artık.
Mahmut ile birlikte Romanya’yı mesken seçtiler kendilerine. Bükreş, o sırada karanlık işler yapanların rahatça at oynattığı bir kent halindeydi.
Türkiye’de ‘insan kaçakçılığı’ yapan Mahmut, geniş bir çevre edinmişti. O, Türkiye ile bağlantı kuruyor, Almanya, Hollanda, Fransa gibi ülkelere gitmek isteyen insanlar, Bükreş’e geliyorlardı.
KAHVE İÇİRİP HERŞEYİNİ ALMIŞLARDI
Ali de, arabasıyla her hafta üç dört kişiyi bu ülkelere taşıyordu. Gizli sınır yollarının uzmanı olmuştu artık.
Aslında ‘Almanya’ya gidip para kazanma’ hayaliyle Bükreş’e gelen insanların pek azı ulaşabiliyordu hedefine. Çoğu dolandırılıyor, Almanya’ya gitmek bir yana, parasını eşyasını kaptırıp sefil oluyordu. Bazıları Türkiye’ye dönecek para bulmakta bile güçlük çekiyordu.
Ali, bir gün garda dolaşırken Hollanda’da kısa bir süre çalıştığı fabrikadan tanıdığı Kenan ile karşılaştı. Üzerinde kolları uzun, pantolonun paçası yerde sürünen iğreti bir elbise vardı. ‘Ne bu hal böyle?’ diye sordu Ali. Hollanda’da kaçak çalışan Kenan, yakalanıp Türkiye’ye gönderilmiş, geri döneyim derken de dolandırıcıların eline düşmüştü. Anlattı başına gelenleri:
‘İstanbul’dan bir otobüsle geldim. Şoför, ‘Arabada arıza var, yaptırıp geleyim’ dedi, hepimizi indirip kaçtı. 47 kişi ortada kaldık.’
1500’er marklarını ‘insan tacirleri’ne kaptırıp, ne yapacaklarını bilemez halde kentin ortasında kalakalmışlardı.
Kenan, valizi elinde yürürken iki kişi yaklaşmıştı yanına. Polis olduklarını söyleyen bu kişiler önce valizini açtırıp kontrol etmişler, hikayesini dinledikten sonra da ‘Gel sana bir kahve içirelim’ demişlerdi.
Hatırladığı son şey bir kafede yudumladığı kahveydi Kenan’ın. Gözünü açtığında ne valizi, ne parası, ne de pasaportu vardı. Elbiselerini bile almışlardı, don gömlek kalmıştı. Haline acıyan birileri elbise vermişti.
Ali, onu alıp kendisinin işlettiği restorana götürdü. Karnını doyurup, para verdi. Sonra da başka bir gruba katıp Hollanda’ya gönderdi.
MARAŞLI TAM KALBİNESAPLAMIŞTI BIÇAĞI
O haftasonu da ‘yolcular’ını Almanya’ya bırakıp dönmüştü Ali. Bükreş’te kız arkadaşı ve Mahmut ile rakı içerken telefonu çaldı.
Yeni gelen Maraşlı ‘yolcular’dan biriydi arayan. ‘Bir hemşehrimize rastladık. Bizi diskoya davet etti. Siz de gelin’ diyordu. ‘Bizim kafamız iyi’ dedilerse de dinletemediler. Arabaya binip yola düştüler.
Diskoda otururlarken bir ara Maraşlı, yanlarından kalktı. Beş dakika kadar sonra diskoda olağandışı bir hareketlilik başladı. Ali, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Merakla etrafına bakınırken, Romen bir gencin kapının önünde kanlar içinde yattığını gördü. Kalbine bir bıçak saplanmıştı. ‘Benim hemşehri yapmış olabilir mi?’ diye düşünürken, diskonun korumaları üzerine yürüdü. O zaman emin oldu. Maraşlı bıçaklamıştı o genci.
Güç bela kız arkadaşı ve Mahmut’u alıp kaçtı oradan. Ertesi gün polis çaldı kapısını. Diskoda yaralanan adam ölmüştü. Maraşlı, 18 yıla mahkum olurken, Ali’yi bıraktılar. Romanya’da yaşama koşulları kalmamıştı. Mahmut ile birlikte Türkiye’ye dönmeye karar verdiler.
Şansları yine yaver gitmedi. Türk polisine yakalanıp, yine cezaevine girdiler. Uzun sürmedi mahpusluk. 62 gün sonra serbest kaldılar.
Bu olay da onları insan kaçakçılığından vazgeçiremedi. Ankara’da, Çankırı Caddesi’ndeki bir oteli mesken tutup, farklı bir yöntemle çalışmaya başladılar. Almanya’da yasal olarak çalışan işçilerin pasaportlarını alıp, fotoğrafı değiştiriyorlardı.
‘Yolcu’yu üç gün boyunca Türkiye’den çıkarken nasıl davranacağı, Almanya’ya girişte ne yapacağı konusunda eğitiyorlardı. Sonra da uçağa bindirip gönderiyorlardı adrese.
İki yıl yolunda gitti işleri. Ama sonunda olan oldu ve yakalandılar. Üstelik bu kez geçen seferlerde olduğu gibi kolay kurtulamadılar. Hakim tam dokuz yıla mahkum etti her ikisini de.
Mahmut, Trabzon cezaevindeyken yaşama, Ali ise cezasını tamamladıktan sonra Türkiye’ye veda etti. Ve bir zamanlar beğenmediği o ‘standart’ yaşama döndü. Babasından bir farkı kalmamıştı sonunda.
Yaşam öykünüzü bekliyoruzFax: 0 (212) 677 0 888
e-mail: fbildirici@hurriyet.com.tr
Mektup adresi: Anlatsam Roman Olur Hürriyet Medya Towers Güneşli/İstanbul.
Web sayfası: www.hurriyet.com.tr/anlatsam
PAZARTESİ: POLİS OLMA HAYALİNİ YIKAN KAVGA