Güncelleme Tarihi:
İsmet-Erdal İnönü mektuplarını Can Dündar kitaplaştırdı
Cevap yazılacağı zaman da herkes katkıda bulunurmuş. Geçen hafta Can Yayınları’ndan çıkan, Can Dündar’ın derlediği ‘Canım Erdalım Sevgili Babacığım’ı okuyunca anneannem Özden İnönü Toker’in ne demek istediğini anladım...
Kitap, 1947’de Amerika’ya fizik okumaya giden Erdal İnönü’nün babasına daha uçaktayken yazdığı mektupla başlıyor, 1952’de dönüş yolunda yazdığı mektupla son buluyor. Bu beş yıldaki yazışmalar hem bir cumhurbaşkanı ile bilim adamı olmaya hazırlanan oğlunun arasındaki içten ilişkiye, hem de o dönemin siyasi olaylarına ışık tutuyor. Baba İnönü en yoğun dönemlerinde bile hemen her gün oğluyla yazışmaya zaman ayırıyor, günlük hayatı, görüştüğü insanlar, okuduğu kitaplar, tarihi gelişmeler hakkında bilgi veriyor. Geleceğin siyasetçisi ve bilim insanı genç İnönü de Amerika hayatından, gözlemlerinden, katıldığı aktivitelerden, seyahatlerinden, hocalarından, derslerinden, sıkıntılarından bahsediyor. Üçüncü kuşak bir İnönü olarak Can Dündar’la büyük dedem ve büyük dayımın mektuplarını konuştuk.
- ‘Baba İnönü’den Oğul İnönü’ye Mektuplar Kitabı’ zaten vardı. Mektupları karşılıklı yayınlama fikri nasıl ortaya çıktı?
- O kitap 1988’de yayınlanmıştı ve ne yazık ki artık piyasada bulunmuyor. Ben okuduğumda çok heyecanlanmıştım ama şimdi unutulmaya yüz tutmuş bir haldeydi. Daha sonra Erdal Bey’le 2007’de bir nehir söyleşi yapmıştık. O sırada “Bazı bilgilere bakmam gerek” diyerek elinde babasına yazdığı mektuplarla gelmişti. Hepsi saklanmış. Gazeteci refleksiyle “Bir bakabilir miyim?” diye pelür kağıda yazılmış ve netliğini kaybetmemiş mektupları istedim. Okumama izin verdi, sabaha kadar heyecanla bitirdim; hem genç İnönü hem de tüm aileyle tanışma şansı veriyordu. Bunun üzerine mektupları karşılıklı yayınlamak için izin istedim. Memnuniyetle kabul etti.
- Tüm mektupları saklamışlar mı?
- Baba İnönü gelen tüm mektupların hepsini düzenli olarak tutmuş. Aynı şekilde oğul İnönü de... Ama bazı mektuplar kayıp. Oğul İnönü 1957’den sonra evlenip doçent olarak dışarı gidiyor. Baba İnönü’nün yazdıkları var ama cevapları yok. Sevinç Hanım’la çok uğraştık ama bulamadık. Hâlâ ümit ediyoruz bir yerlerden çıkar dye... Bunun dışında mektupların çoğu saklanmış. Şimdi tüm arşiv İnönü Vakfı’nda korunuyor. Hepsini toplayıp İnönü Vakfı’nın onayıyla mektupları kitaplaştırdık. Öyle ki... mektuplar arasında bazen yalnızca birkaç gün ara var. Bazen o bile yok... Bugün e-posta üzerinden birkaç satırla bile olsa nasıl yazışıyorsak, o dönem Türkiye-Amerika arasında aynen öyle mektuplaşmışlar. Bu, epey mesai isteyen bir şey. Hele bir cumhurbaşkanının oğluna o şekilde mektup yazması az rastlanır bir durum.
- Mektuplar arasında sizi en çok etkileyenler hangileriydi?
- 1949’da yazdığı bir mektup var. Orada Erdal İnönü büyük bir heyecanla annesine yazıyor; bir kürkten söz ediyor. Annesine Rusya’dan Amerika’ya gelen beyaz bir kürkü hediye etmek istiyor. Fiyatı bin dolar. Bunun üstüne Erdal İnönü pazarlık ediyor ve 600 dolara indiriyor. Büyük bir heyecanla annesine gelişmeleri anlatıyor. Babası İsmet İnönü’nün ona çok net bir cevabı var; “Olacak iş değil! O kadar doları bulamayız. Nasıl böyle bir şey teklif edebilirsin. Biz seni oraya yollayabilmek için bu kadar uğraşıyoruz, hemen sözünü geri al” diyor. Düşününce o dönemde İnönü ülkenin cumhurbaşkanı, Milli Şef, Türkiye denince akla gelen isim... Buna rağmen oğlunu üç yıl okutacak parayı zar zor topladığından bahsediyor. Anneye kürk alınmasına şiddetle karşı çıkıyor. Bugünkü standartlarla karşılaştırınca son derece naif bir örnek.
BU BABA OĞUL İLİŞKİSİ İBRETLİK
- Dönemler farklı olduğundan kıyaslama yapmak doğru olmayabilir ama mektuplardan yola çıkarak o zamanki siyasetçi modeli ve aile ilişkileriyle şimdi arasında büyük fark görebiliyor muyuz?
- Elbette. Bence her okuyan, rasyonel olsun olmasın bunu aklından geçirecektir. Herhangi bir baba oğulun bu kadar sık yazışması, bir babanın oğlunun dersleriyle bu kadar yakından ilgilenmesi, ayrıntılarıyla notlarını sorması, değişik yazarların kitaplarını tavsiye etmesi ibretlik. Mesela İsmet İnönü’nün Çankaya Köşk’ünde bir fizik laboratuvarı var. Kendi, hobi olarak uğraşıyor. Oğlu da fizikçi olmak istiyor. İnönü, Köşk’ten ayrılırken oğluna “Buradaki fizik laboratuvarını ne yapayım? Saklayayım mı” diyor. Bunlar, artık günümüzde baba-oğul arasında çok az yaşanan diyaloglar. Bırakın siyasetçileri, herhangi birimizin oğlu veya babasıyla bu kadar yakın bir arkadaş ilişkisi yok. Ki, Erdal İnönü babasına ‘siz’ diye hitap ediyor. Çok mesafeli ve saygılı. Buna rağmen bir arkadaş gibi yazışıyorlar.
- Bu kadar aile içi yazışmalar, insanların kafasındaki ‘İnönü’ algısını değiştirebilir mi?
- Mektuplar bir ailenin özeline girmek için en sıcak ve samimi kanaldır. İnönü ailesinin de iç dünyasına giriliyor. Ortaya kendi içinde çok barışık, sevgi dolu ve mütevazı bir aile modeli çıkıyor. Yılbaşını nasıl geçiriyorlar, bayramlarda ne yapıyorlar, baş başa kaldıklarında neye sevinip, üzülüp, öfkeleniyorlar... Bence önyargılı olanları çok etkileyecek satırlar var.
- Bütün bu mahremiyetin ortaya dökülmesine aileden itiraz geldi mi?
- Hayır. Zaten utanacağı veya yayından çekmek isteyeceği hiçbir şey yok. Yılbaşı gecesini kızıyla dans ederek geçiren bir cumhurbaşkanı var. Tabii bir de 60 yıl önceki yazışmalar... Hiçbir şeye “Şu olmasın” demediler.
- Kitapta 1947-1952 yılları arasındaki yazışmalar var. Bu süreç Türkiye açısından da önemli. Şimdi o döneme ilişkin kimi değerlendirmeler yapılıyor. Mektuplar bir aydınlatma sağlıyor mu?
- Sonuçta bir tek adam, tek parti rejiminin yıkıldığı bir geçiş dönemiyle ilgili sonradan yazılan anılar var. Fakat bu anılar, sonradan kazanılan duygular ve düşüncelerin etkisiyle yazılır. Mektupsa gündeliktir. O anki duyguları yansıtıyor. Erdal İnönü’nün seçim sonuçlarını henüz öğrendiği gün yazdığı mektup çok etkileyici. “Bu sizin en büyük zaferiniz” diye babasını teselli eden bir oğul görüyoruz. Bu, tarihimiz açısından ibret verici. Babası da ona “Çok iyi yürekli yazıyorsun” diye cevap yazıyor ve oğlunun mektubunu gidip Bakanlar Kurulu’nda okuyor.
KARYOLANIN BOYU UZUN ANNEM MERAK ETMESİN
“16 Kasım 1947
Sevgili babacığım,
Sizin 3 Kasım, annemin 2 Kasım tarihli mektuplarınızı aldım, iyilik haberlerinizi ferahlıkla okudum. Sorduklarınıza cevap vereyim.
Devre sonu imtihanı, dediğiniz gibi aralık sonunda. Aldığım dersler arasında laboratuvar olmamasının tuhafınıza gittiğini anlıyorum. Burada, graduate kısmında laboratuarı ders diye vermiyorlar. Doktora için lazım olan beş dersten yalnız ikisinden (Optik ve Spektroskopi) laboratuar dersi ve imtihanı var. Graduate’e gelmiş olanların klasik deneyleri bildiği kabul ediliyor, derslerde de deney yapmıyorlar. Fakat bir araştırma vazifesi verilince talebe, laboratuarda kendi kendine çalışarak öğreniyor. Böyle bir research vazifesi, bir doktora research’ü olabilir, ikinci veya üçüncü sene almıyor, ikinci, üçüncü senelerindeki talebelerin enstitüde, umumiyetle ikişer kişilik odaları var, laboratuar şeklinde. Kendi kendilerine çalışıyorlar.
Eylül, Ekim, Kasım aylıklarım, hepsi 413 lira geldi. Şimdi bankada 1200 liram var.
Ömer, yakında bir matematik imtihanı oldu, çok iyi geçirdi. Üzerinde çalıştığı şeyi gittikçe daha enteresan buluyor. Yarın bana da gösterecek yaptığı şeyi. Şimdi evde yok, bizim evde oturanlardan birisi ile ‘bowling’ oynamaya gitti. Amerika’da çok oynanan bir şey bu, tahta şişelere top atarak (yuvarlayarak) devirmeye çalışılıyor, eğlenceli. Bir iki defa Ömer’le oynadık.
Bu hafta güzel, müzikli bir film gördük. Brahms ile Schuman’ın hayatına ait. Sizin de hoşunuza gider sanırım. Amerikalılar bu yakında hep fena filmler yapar oldular; iyisi nadir bulunuyor.
Annem sıhhatimi soruyor. Buranın havasına uymakta sıkıntı çekmedim, ilk günlerde bir nezle oldum, biraz boğazım da ağrır gibi oldu, sonra geçti. Hava daima açık, güneşli. Yalnız geceleri bazen iyice soğuk oluyor, bir de sabahları serin. Kışlık elbiselerimi daha giymedim. Odalarımızda ısıtma için tertibat var, bir delikten sıcak hava geliyor. Gece üşümüyoruz. Karyolanın boyu hafif derecede uzun, annem merak etmesin, rahat ediyorum.
Annem Alman pullarına ait ilan göndermiş; alalım mı diye soruyor. Alakasına çok teşekkür ederim. Değeri varsa alınabilir, Vecih Bey takdir edebilir.
Ellerinizden sevgilerle öperim canım babacığım!
Erdal İnönü”
EN BÜYÜK ZAFERİMİZ
“16 Mayıs 1950, Salı
Sevgili babacığım,
Dün sabah erkenden Ömer’in çoğunluğu kaybettiğimizi bildiren telgrafını aldım. Akşam gazetelerinde biraz havadis vardı. Malatya’dan seçildiğinizi, fakat genel sonucun 150’ye karşı 300 civarında olduğu yazıyordu. Geçmiş olsun! Ne kadar ihtiyatlı beklenmiş olursa olsun gene bir şok tesiri yapmıştır herhalde. Umarım şimdiye kadar hepsi geçmiş, neşeniz yerine gelmiştir.
Tafsilattan haberim yok tabii. Bir haberde seçimlerin gayet muntazam geçtiğini, büyük bir çoğunluğun seçimlere katıldığını okudum, sevindim. Asıl başarı bu. Netice itibariyle memleketimizde demokrasi olduğunu dünyaya ispat edecek kesin olay, düzgün, hadisesiz bir iktidar partisi değişmesi geçirmekti. Bunu yapabilirsek, bu seçimlerin hakikatte en büyük zaferimizi ilan ettiği anlaşılacak. Gerisinin ne ehemmiyeti var, canınız sağ olsun.
Ankara’da kaybettiğinize (eğer doğruysa) de hiç aldırmadım. Büyük şehirlerin iktidarı tutmadıkları umumi kaide aşağı yukarı. Başka demokrasilerde liderlerin baş şehirlerden seçildiklerini sanmıyorum.
Bir defa da muhalefet liderliğini tecrübe etmek mukaddermiş demek. Bunun da başka bir tadı olacak herhalde. Memlekete hayırlı olsun, inşallah Demokrat Parti iktidarı bir duraklama devresi olmaz, yürümekte olduğumuz ilerleme yolunda sendelemeyiz.
Yeni kamutay ne zaman toplanıyor acaba; o zamana kadar sıkıntılarınız bitmeyecektir. Bir an evvel toplansa da dinlenecek hale gelseniz. Rahat rahat dinlendiğinizi, keyfinizin yerinde olduğunu duymaktan büyük sevinç duyacağım!
Sevgilerle, özleyişle ellerinizden öperim canım babacığım!
Erdal İnönü”
NE KADAR İYİ YÜREKLİ YAZIYORSUN
“22 Mayıs 1950, Pazartesi
Sevgili Erdalım,
Şimdi (saat 14.00) 15 tarihli mektubunuzu aldık, ilk duyguların. Ne kadar iyi yürekli, filozofik ve ahlaklı yazıyorsun. Teşekkür ederim. Seninle bir daha iftihar ettim. Evimize taşındık, içinden hiç çıkmamış gibi bir rahatlık içindeyim. Bu mektubumu eski kütüphanemden yazıyorum. Annen bir haftadır taşınma için pek çok çalıştı. Yorgun olduğunu görüyorum. Ama sıhhati, neşesi yerinde çok şükür. Özden, Ömer, büyükannen herkes vaziyeti iyi ve tabii aldılar. Benim üzüntüye düşmemem için bütün hünerlerini kullandılar. Hepsinin, kıymeti gönlümde bir derece daha artmıştır, eğer buna imkan var ise...
Seçimi fena nispette kaybettik. 69 yer alıyoruz (487) içinde. Amma bu ‘sistem majoritaire’in en aksi tecellisidir. Oya iştirak edenlerin yüzde 40’ını almış bulunuyoruz. Birçok illerde, 1000, 2000, 4000, 10000 farkla, hatta 400, 500 farkla kaybettik. Nispi temsilde 6/4 yer alacaktık.
Niçin kaybettik? İnsaflı, insafsız bin bir sebebi var. Fakat en başta geleni deişiklik arzusudur. Bu da milletlerin hem masum, hem tabii arzularıdır. En sıkıntılı zaman, kaybolmuş bir seçimden sonra geçen bir haftadır. Şimdi bu bitti, iki gün sonra yeni cumhurbaşkanı ve hükümet seçilecektir. Saat 18.30’da da ben yeni cumhurbaşkanını tebrik edeceğim. Bu bir hafta, çok şükür sarsıntısız geçmiştir.
Beş seneden beri, politikacılar benim için nasıl bir düşmanlık havası yaratmaya çalıştılar, bilirsin. Seçimin neticesini alır almaz her yerden bize karşı sempati duyulmaya çalıştı. Hatta yanlış bir şey yapıldığı hissinin halkta göründüğünün söyleyenler bile var. Bunların ehemmiyeti yalnız bir noktadadır:
O da İnönü ailesine karşı düşmanlık telkini muvaffak olmamıştır; itibarımız içeride, dışarıda artmıştır. Taşıdığınız adla haklı olarak iftihar edeceksiniz.
Bu seçim, memlekette yeni bir hayat tarzı kurmak için giriştirğimiz teşebbüste ne kadar ciddi ve samimi olduğumuzu ispat etmiştir. Memleket için, hepimiz için şeref olmuştur.
Hep iyiyiz, gözlerinden öperiz. Gidip gelme biletini aldığımızı Ömer tafsilatı ile yazdı. Bileti aldığını bize bildir. Sağ ol, var ol, canım Erdalım
İsmet İnönü”