Murat BATDAKÇI
Oluşturulma Tarihi: Kasım 09, 2004 01:42
Osmanlı İstanbul’unda, Müslümanlar’ın ramazan boyunca meyhaneye gitmeleri yasaktı ve mübarek ayın gelmesi akşamcılar için zorunlu bir perhiz dönemi demekti.
Büyük meyhanelerin sahipleri, arife gününün akşamı devamlı müşterilerinin evlerine bir tabak dolusu midye yahut uskumru dolması gönderir ve ‘kendi bayramlarının geldiğini’ hatırlatırlardı. Bu dolmaya, ‘unutma beni dolması’ denirdi.
ESKİ İstanbul’da Ramazan’ın gelişine hemen hemen herkes sevinirken, bir grubu hüzün kaplardı: Akşamcıları...
Ramazan’ın gelmesi ile birlikte bütün meyhaneler kapanır ve bir aylık içki perhizi başlardı. Bayramın yaklaşmasına ise, herkesten çok akşamcılar sevinirdi, zira bayramla beraber meyhane yasağı biterdi.
O sırada hoş bir iş de yapılırdı: Büyük meyhanelerin sahipleri, arife gününün akşamı devamlı müşterilerinin evlerine bir tabak midye yahut uskumru dolması gönderir ve ‘kendi bayramlarının geldiğini’ hatırlatırlardı. Bu dolmaya, ‘unutma beni dolması’ denirdi.
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u fethettiği sırada Rumlar arasında geniş bir meyhane kültürü vardı. Hükümdar bu meyhanelere dokunmadı ve devlete gelir elde etmek için içki satan yerlerden vergi toplamakla görevli olan ‘Hamr Emaneti’ne bağladı. Meyhaneler, 15.-16. yüzyıllarda gayrimüslimlerin ağırlıklı olarak yaşadıkları Galata, Tahtakale, Kadıköy, Ortaköy, Tarabya, Kumkapı, Balıkpazarı, Yeniköy ve Çengelköy gibi semtlerdeydi. Galata 200 kadar meyhane ile ilk sırada idi ve semtin adı meyhane ile özdeşleşmişti.
Osmanlı İmparatorluğu zamanında meyhaneler, ‘gedikli’, ‘koltuk’ ve ‘ayaklı’ olmak üzere üçe ayrılırlardı. Devletten ruhsat alarak çalışan ve sayıları belirli bir düzeyde tutulan gedikli meyhaneler, 19. yüzyılın sonlarına doğru ‘selátin meyhaneleri’ diye anılmaya başladı. Gedikli meyhanelerin işletme imtiyazı, babadan oğula geçerdi.
Koltuk meyhaneleri kaçak ve ruhsatsız çalışan mekánlardı ve genellikle dükkánların içerisinde olurlar ve buralarda gizlice içki servisi yapılırdı. Seyyar içki satan meyhanecilere ise ‘ayaklı meyhane’ denirdi. Servis malzemesini elbisenin içerisinde gizleyen ayaklı meyhaneciler, müşteriler tarafından tanınmak için omuzlarına peşkir atarak gezerlerdi. Genellikle manavların önünde dolaşır ve müşteri gelince dükkána girip, içki sunarlardı.
Ayaklı meyhanecilik genellikle Ermeniler tarafından yapılırdı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda zaman zaman içki yasakları konmuş ve sıkı bir takibat yapılmıştı. Fakat, yasağın en sert şekilde uygulandığı Dördüncü Murad döneminde bile içkiciler kellelerini kaybetme riskine rağmen, alışkanlıklarından vazgeçmemişler, meyhaneler bu dönemde denize taşınmış ve içki álemleri kayıklarda yapılmıştı.
Akşamcılar, güneşin batmasına bir saat kala meyhaneye gelmeye başlarlar, meyhanenin orta kandili ve meyhaneci tarafından da masalardaki mumlar yakılırdı. Böylece müşterilere ‘safa geldiniz’ denmiş olurken, bazı akşamcılar ‘Meyhanenin orta kandili yanmadıkça ve meyhaneci gelip sofradaki mumu yakmadıkça neş’em gelmez’ diye konuşurlardı.
Ramazan ayı ile birlikte gayrimüslimlerin işlettikleri meyhaneler açık kalırdı ama Müslümanlar’ın bayrama kadar buralara gitmeleri yasaktı. Bayramın gelmesine bu yüzden en fazla akşamcılar sevinir ve arife gününün akşamı ‘unutma beni dolması’nın başına geçerlerdi. Meyhanecilerin gönderdiği dolmalar, midyeden yahut uskumrudan yapılır, üzerleri tülbentlerle örtülür ve evlere temiz giysiler içerisindeki eli yüzü düzgün gençler tarafından getirilirdi.